"Her nevi ve her cüz’ünün ilm-i İlâhîyede muhtelif tavırlar ile müteaddid vücudları bir silsile-i vücud-u ilmî teşkil eder." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Mahlûkat henüz varlık sahasına çıkmadan evvel de Allah’ın ezelî ilminde vardı. Birçok mutasavvıf ve filozof, bu ince hakikati uzaktan uzağa hissederek maddeye kışır, maddenin aslının olduğu kadere de asıl nazarı ile bakmışlar. Lakin tabir ve tarifler farklı farklıdır.
Sokrat bu âleme “idea” derken İslam filozofları, ayan-ı sabit, tasavvuf ehli feyz-i mukaddes, Üstad Hazreleri canlı ve hayatlı tabirini kullanmış.
Nur’larda ifade edildiği gibi, ölüm daire-i kudretten daire-i ilme geçmektir. Aynı şekilde, bir şeyin yaratılması da daire-i ilimden daire-i kudrete geçmektir. İşte bir varlığın henüz yaratılmadan Allah’ın ilminde mevcut haline mahiyet deniliyor. Yaratıldığında ise hakikat oluyor. Muhyiddin Arabî Hazretleri ilim dairesindeki bu mevcutlara “ayan-ı sabite” demektedir.
İşte Allah’ın ilmindeki bu varlıklar da O’nun isim ve sıfatlarının gölgeleri hükmündedirler. O halde, yaratılmış bulunan eşya gölgenin gölgesi olur. Mesela, bir meyve yaratılmadan önce Allah’ın ilminde mahiyet olarak bulunuyordu. Bu mahiyet Rezzâk isminin gölgesidir, yani ondan haber verir, bir gölge kadar da olsa o ismi gösterir. Yaratıldığında ise gölgenin gölgesi olur.
Buna göre, mahlûkatın kemâlleri Allah’ın ilmindeki mahiyetlerinin kemâline göre gölge gibidir. O mahiyetler de esmâ ve sıfat-ı İlâhîyenin gölgeleridirler. Sıfatların kaynağı şuunat-ı İlâhiyedir ve nihayet bu kemâl tecellilerinin tamamının menbaı Allah’ın mukaddes zâtının kemâlidir. O kemâle nisbeten bütün kemâller zayıf bir gölge gibi kalırlar.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Burayı biraz daha açar mısınız?
Her şeyin ve her mevcudun iki cephesi vardır. Birisi, mahiyet ve zatı; diğeri ise, hariçteki vücudu ve suretidir. Yani, cismani boyutudur. Her şeyin aslını ve özünü teşkil eden ise, zatı ve mahiyetidir. Bu da Allah’ın ezeli ve ebedi ilminde manevi ve ilmi olarak mevcuttur. Buna vücud-u ilmi de denir.
Şayet, Cenab-ı Hak, ezeli irade ve kudreti ile ilminde sabit olan bu mahiyetlere ve asıllara harici bir vücut verirse, o zaman âlem-i ilim ve âlem-i maneviden mahlukat ve şehadet alemine intikal etmiş olurlar.
Var olan her şey daha önce harici vücut giymeyip sonradan var edildiğine göre, onun daha önce de bir vücud-u ilmiye sahip olduğunu aklen zorunlu kılmaktadır. Çünkü, mutlak ve muhit ilmin kapsam alanının dışında hiçbir şey yoktur. Öyleyse, mutlak adem de yoktur. Öyleyse, harici vücut giymemiş olan madumların da birer “mâdum-u ilmi” olarak ezeli ilimde var olmaları gerekir.
Zamanın geçmiş ve gelecek kısmı aslında vücud-u ilmiye andırıyor ve onun misali gibidir. Ağacın çekirdeği mazi meyvesi ise müstakbel gibidir ve her ikiside vücud-u ilmi şeklindedir.
Burasımı silselei vücudu ilmilik Yoksa ilmi vücutların ilmi ilahideki tavırları mı Açarmısınız Burada silselei vücudu ilmi ne demek örnek verirmisiniz
Fiil isme, isim sıfata, sıfat şuunata, şuunat Zat-ı Akdes’e delalet eder ve hiyerarşi bu şekildedir. Bu sıralanış insanın fikir ve tefekkür alemi açısındandır yoksa Allah açısından böyle bir mertebe böyle bir sıralama söz konusu değildir. İlahi isim, sıfat ve şuunat Zat-ı Akdesin bir özelliği bir sıfatıdır ve ezelidirler. Fiil ile İlahi sıfatlar arasında ise sadece yaratma ve yaratılma ilişkisi vardır.
Fiil burada mahlukat oluyor ve mahlukatın birde İlahi ilimde ki vücud-u ilmisi bulunuyor ki bu vücud-u ilmi de mahiyetini bilmediğimiz hayatın bir tecellisi bulunuyor.
İlahi ilimde ki mahlukatın vücud-u ilmisi mahlukatın maddi suretlerinden daha rasih daha sağlam daha sabit bir makamı bulunuyor bu sebeple filozoflar mahlukatın bu durumuna ayan-ı sabit ismini veriyorlar. Silsile-i vücud-u ilmi bu anlamda oluyor.