"Hikmet" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
Hikmet; “İşleri en doğru ve en uygun biçimde yapmak.”
“Eşyanın hakikatından bahseden ilim.”,
“Eşyada gizli İlâhî sırlar ve gayeler.”,
“Amelle beraber ilim.”,
“Faydalı ilim ve salih amel.”,
Hikmet; hakkı hak bilip ittiba etmek, batılı batıl bilip içtinap etmektir.
Hikmet; kâinatı, varlıkların yaratılış gayesini ve faydalarını bilmektir.
Hikmet; her türlü aşırılıktan uzak durarak sırat-ı müstakim üzere yaşamaktır.
Hikmet; eşyanın hakikatini idrak etmektir.
Hikmet; ahlak-ı ilahiyye ile ahlaklanmaktır.
“Hikmet” için değişik tarifler getirilmiş. Bunlar içerisinde en yaygını; “ilim, sır, gaye, fayda” mânâsıdır.
“Bu işin hikmeti nedir?” denildiği zaman, “Bundan maksat ne? Bilemediğimiz ne gibi gizli sırlar taşıyor?” mânâsı akla gelir. O halde, yapılan bir işten bir fayda hâsıl olacaktır ki, hikmet tahakkuk etsin.
Bu düşünce bizi hikmetin, “amelle beraber ilim” tarifine götürür. İslâm âlimleri, yalnız başına ilmi, hikmet kabul etmezler. İlimle amel edilmesini, bu ilmin fiiliyat sahasına konulmasını ve faydalı neticeler vermesini şart koşarlar.
Hikmet; insanın, mevcudatın hakikatlerini bilip hayırlı işleri yapmak sıfatına denir. Her şeye bir gaye ve maksat yerleştirmek, her şeyi manalı kılmak, eşyaya güzel ve hayırlı neticeler takmak tamamı ile hikmet kapsamında olan şeylerdir.
Mesela; gözün hikmeti, görmektir, gayesi ise görülen şeyler üstünde tecelli eden Allah’ın isim ve sıfatlarını tefekkür etmek ve kullukta bulunmaktır.
Aklın hikmeti, eşyanın arka cephesinde duran manaları okumaktır, gayesi ise o eşya üstündeki tevhide işaret eden delilleri tefekkür ile okuyup Allah’ın isim ve sıfatlarını istihsan ve tesbih etmektir.
Kalbin hikmeti, kâinatın küçük ipuçları ile işaret ettiği sonsuz güzellik sahibi olan Allah’ı sevmek ve ona perestiş etmektir...
Müfessirler hikmete otuzdan fazla mana vermişlerdir. Hikmet; Kur'an'da manası en geniş ve en zengin bir kelimedir. Her meslek ve meşrep sahibi kendi mesleğine uygun manalar vermiştir.
Mesela; fıkıh ilminde hikmet, helal ve haramı bildiren bir ilimdir, diye tarif edilmiştir.
Tasavvuf alimlerine göre hikmet, ledün ve manevî sırlar olarak tarif edilmiştir.
Bazı âlimler hikmetten maksat Peygamber Efendimiz (asm)'in sünneti demişlerdir. Hikmetin “nübüvvet” mânâsı da var. Peygamberlik müessesesi İlâhîdir. O Allah elçileri, kâinat kitabını hem okumuş, hem okutmuşlar ve insanlardan, Allah’ın emriyle, birtakım vazifeler istemişlerdir. Bütün eşyanın hikmetle yaratıldığını, herbirinin bir, hatta binler vazifesi bulunduğunu insanlık âlemine iyice bellettikten sonra, bütün bu mahlûkatın kendisine hizmet ettiği insanın büyük bir vazifesi olması gerektiğini, aksi halde bütün bu hikmetli eşyanın gayesizliğe, başıboşluğa ve hiçliğe hizmet etmiş olacağını kalblere iyice yerleştirmişlerdir.
Onun için gerçek hikmet felsefede değil, nübüvvettedir. Çünkü nübüvvet mektebinde ilimle amel birlikte okutulur. Ve bu mektepte eşyanın hikmeti, doğrudan doğruya, o eşyanın yaratıcısından öğrenilir. Tahmine, faraziyeye, şahsî ve indî görüşlere gerek kalmaz.
Filozoflar hikmeti felsefe olarak izah ediyorlar vs...
Üstad Hazretleri hikmete bütün bu manaları ihtina eden bir mana vermiş, aklın, her hususta vasat mertebesine hikmet demiştir.
İnsan aklının üç mertebesi vardır.
Kuvve-i akliyenin tefrit mertebesi olan gabavettir. Gabavet; zekâ eksikliği, idrak noksanlığı, anlayışı kıtlığı, ahmaklık, hiçbir şeyden haberi olmamaktır. Ne hakkı ne batılı idrak edemeyecek bir hamakat derecesidir.
Kuvve-i akliyenin ifrat mertebesi olan cerbezedir. Cerbeze; hakkı batıl, batılı hak gösterecek kadar ileri bir zekâya sahip olmaktır. Cerbezeci birinin işi, gücü hile, desise ve aldatmadır. İnsanları dalalete atan ve saptıran insanların ekserisi bu cerbeze mertebesinde olan dahi derecesinde ki zeki insanlardır.
Kuvve-i akliyenin vasat mertebesi ise hikmettir ki, hakkı hak bilir, imtisal eder; bâtılı bâtıl bilir, içtinap eder.
Üstad Hazretlerinin bu hikmet tarifi diğer bütün tarifleri de içine alan çok ihatalı bir tariftir.
Hikmet; her şeyin belirli gayelere yönelik olarak, manalı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılmış olmasına denir.
Hikmet; "sözde ve davranışta tam ve doğru isabet, lafzı az manası engin söz; Kur'an'da Allah'ın peygamberlerine ve seçkin halis kullarına nasip ettiği derin anlayış kabiliyeti" gibi çok geniş manalı bir mefhumdur. İslam âlimleri, hikmet için çeşitli tarifler yapmışlardır. Fakat çoğunluğun üzerinde ittifak ettiği tarif şudur:
"Hikmet; faydalı ilim ve salih ameldir."(Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, I/915)
Bu durumda hikmetli konuşmak dendiğinde anlaşılması gereken faydalı, özlü, doğru, yerinde ve gerektiği kadar konuşmak olmalıdır.
"O, dilediğine hikmeti verir ve kime hikmet verilirse o kimse birçok hayra nâil olmuş demektir. Bunu ise ancak derin kavrayış sahibi olanlar düşünüp anlarlar." (Bakara Suresi, 269)
Hikmet bir yönüyle “eşyadaki esrara vakıf olmak”, bir yönüyle “eşyada Allah’a bakan isimleri ve sıfatlarının mevcudata yansımalarını görmek”, bir yönüyle “varlıklardaki İlahi sırrı fark etmek” demek olan hikmet, Âyetin devamında ifade edildiği üzere, çok büyük bir hayır ve manevi bir hazine olduğu için bunun verilmesi doğrudan İlahi bir meşietle gerçekleşiyor. Yani Allah bunu kime dilerse ona veriyor.
İnsana nispet edilirse hikmet, “dengeli olma, orta yol üzerinde bulunma ve adaletli olma” gibi manalara da gelir.
Hikmet insanın gücü ölçüsünde eşyanın mahiyet ve hakikatlerinin bilinmesidir.
Hikmet ilim ve amel bütünlüğü olup, gerçeği ifade eden her türlü söz ve abes ve lüzumsuz laflardan arınılmasıdır.
Hikmetin bir diğer tarifi: “Hikmet, ahlâk-ı İlâhiyye ile tahallûktur” yâni İlâhî ahlâk ile ahlâklanmaktır. İlâhî ahlâk; en kısa ifadesiyle, Kur’an ahlâkıdır, Allah’ın razı olduğu ahlâktır.
Allah, hiçbir şeyi başıboş yaratmamıştır, faydasız hiçbir icraatı yoktur. Ve insan, yaptığı işlerde malâyani dediğimiz, ömür tüketmekten öte bir işe yaramayan faydasız işleri terkettiği ölçüde bu sırra mazhar olur.
Şu mahlûkat âlemindeki ince sırlar, sonsuz hikmetler, ancak Allah’ın malûmu. İnsan ise bu hikmetlerden kendi çapında birşeyler yakalamaya çalıştığı ölçüde bu sırra erer.
Allah, kendisini tesbih eden bütün mahlûkatını, bilhassa bu vazifeyi en güzel şekilde yerine getiren mü’min kullarını sever. Kendisine şirk koşan, nimetlerini küfranla karşılayanlardan ise razı olmaz. İnsan da O’nun sevdiklerini sevmek ve O’nun buğz ettiklerine buğz etmekle bu sırdan nasiplenir.
Misaller çoğaltılabilir.
Demek ki, insanın hikmet ehli olması, Rabbinin razı olduğu bir kul olmasına bağlı... O’nu razı etmedikten sonra, O’nun yarattığı varlıkları incelemek ve bunların insanlara faydalarını araştırıp ortaya çıkarmak hikmet ehli olmak için kâfi değil...
Kur’an’daki gizli sırları anlayan fakat hayatına tatbik etmeyen bir insan düşünelim. Bu insan âlimdir, ama hakîm değildir. Kâinat kitabını Allah namına okumayan ve ondan bu yönüyle faydalanmayan kimselerin hâli de berikilerden farklı değil...
Hikmet, her sahada olduğu gibi tebliğde de en büyük esastır. Hikmetsiz yapılan, yâni zaman ve zeminini bulmayan; şefkat esasına oturmayan; ilimden medet almayan ve en önemlisi, anlatılanları en ileri seviyesiyle yaşama şartından mahrum bir tebliğ netice vermez.
Kur’an-ı Kerim’in,
“İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütlerle davet et.” (Nahl, 16/125)
fermanı, İslâm’ın tebliğiyle vazifeli kimselerin hem yaşadıkları asrı, hem bulundukları ortamı, hem de muhataplarının seviyelerini çok iyi değerlendirmelerini ve tebliğlerini en güzel ve en faydalı şekilde yapmalarını ders verir. Bu mânânın kemali Allah Resulü (a.s.m.) Efendimizde, sonra ashab-ı kiramında ve Peygamber varisi olma şerefine mazhar muhterem zevattadır.
Eşyanın hakikatinden ve gayesinden söz ettiği için felsefeye “ilm-i hikmet” deniliyor. Eğer bu vesileyle tefekkür manası da yüklenirse hadis-i şerife göre “Bir saati bir yıl nafile ibadete bedel de olabilir.” Ama bir felsefeci bu çalışmaları sonunda ortaya insanların tatbik edecekleri bir hayat anlayışı, bir ahlâk düzeni koymuyorsa, bu hakiki mânâsıyla hikmet değildir.
Hakîm, Cenâb-ı Hakk’ın bir ismi. Eşyayı bütün sebep ve neticeleriyle ve çok yönlü vazifeleriyle o takdir etmiş. O yaratmış.
“Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ve tesbih etmesin. Ancak, siz onların tesbihlerini fehmedemezsiniz (anlayamazsınız).” (İsra Suresi, 17/44)
Hâdiseler de böyle... Hastalık, musibet ve mağlûbiyet gibi hâdiselerin ince hikmetlerini kavramak aklımızın takat sınırını aşar.
Nur Külliyatında eşyanın üç tane yüzü olduğundan bahsedilir:
“Allah’ın esmasına ayine olan yüz”, “âhirete bakan yüz” ve “o mahlûkun kendi varlığına ve hayatına bakan yüz.”
Biz hikmet denilince daha çok bu üçüncü madde üzerinde dururuz. Elmaya faydalı, dikene faydasız deriz. Birincideki hikmeti rahatlıkla okuruz yahut okuduk zannederiz, ama ikincinin yanına yaklaşamayız.
Sıhhat meyve, hastalık diken gibi gelir bize... Nefsimizin hoşuna giden her hâdise manevî bir meyve, hoşlanmadıkları ise birer diken. Ama bilemiyoruz, belki de biz o hoşlanmadığımız hâdiselerden daha çok fayda görmekteyiz. Sıhhatli insanın gaflet içinde yaşaması, hastanın ise durmadan Allah’ı zikretmesi ve O’ndan şifa istemesi bunun en güzel misali değil mi!?
Kur’an-ı Kerim’de kâfirlere, zâlimlere, nankörlere verilen dünyevî nimetlerin gerçekte onların azabını artırdığı haber verilir.
Ne müthiş bir ibret ve hikmet tablosu! Aynı nimet birini şükre götürüyor, diğerini küfre... Birisinin cennetteki derecesini artırıyor, diğerinin cehennemdeki azabını. Demek ki, o nimetin yaratılış hikmeti içinde cennet de saklı, cehennem de. Zannettiğimiz gibi, sadece bedenimize gıda ve enerji olmakla kalmıyor.
Eşyayı mahiyetiyle, hakikatıyla ve bütün vazife ve gayeleriyle bilen ancak Allah’dır. O halde mutlak hakîm ancak O.
“Kulun hikmetinin Allah’ın hikmetine nisbeti, onun Allah’ı tanımasının, Allah’ın kendi zâtını tanımasına nisbeti gibidir.” (Gazali.)
Burada tefekkürün önemi çok daha iyi anlaşılıyor. Her varlığı, Allah’ın bir eseri bilerek ondaki güzellikleri, faydaları, san’at inceliklerini düşünen insan, İlahî marifette dereceler kat’eder.
Bu tefekkür onu Rabbine yaklaştırır. Zira bu iş nefsî değildir; dünyevî ve şeytanî de değildir. Rızaya uygundur; uhrevîdir, rahmanîdir.
Ve Gazali’den farklı bir hikmet tarifi:
“Hikmet, varlıkların en yücesini, ilimlerin en faziletlisi ile bilmektir.”
Allah, ezelî ve ebedî ilmiyle kendi zâtını, sıfatlarını, fiillerini, şuunatını bilmekte. Bu mânâya göre, mahlûkat olmasa da Allah Hakîmdir... Hem de sonsuz Hakîm. İşte, marifetullah yolunda yürüyen, Allah’ı tanıma vadisinde ilerleyen insanlar, hikmetin bu mânâsından feyiz alırlar, nasiplenirler. Ve “İlâhî ahlâkla ahlâklanma” şerefinin, en ileri mertebelerine ererler.
Bu mânâ başta peygamberlerde, sonra peygamber varisi olma şerefine ermiş büyük zâtlarda ve derecelerine göre bütün mü’minlerde hükmünü icra eder. Herkes, imanı, ihlâsı, ilmi, tefekkürü ölçüsünde bu büyük lütuftan nasiblenir.
Hikmete nefis ve şeytanın afetlerini anlayıp korunma manası da verilmiştir.
Hikmetin aynı zamanda peygamberlere verilen ilim manası da vardır.
Allah katında hâkim; ilimle amel eden alimdir.
Hikmet; Kur’an’ı anlamaktır.
Hikmet; iyiliği elde edip kötülüğe engel olmayı anlamaktır.
Hikmet; doğru bilgi ve faydalı iş demektir.
Hikmeti fıkıh kelimesiyle karşılayanlar da vardır, çünkü “Allah kime hayır dilerse onu dinde fakih kılar“ (Buhari ilim 10, Müslim İmare 175)
Yine doğru bilginin hikmet vasfını kazanması için hayata geçirilmesinin şart olması ifade edilir.
Risalede geçen yerler için tıklayınız:
- İşaratü'l-İ'caz, Fatiha Suresi
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü