"İlm-i Ledün" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
Bu ilim, hâdiselerin iç yüzüyle, hikmet ve rahmet cihetiyle ilgili bir ilimdir. Çalışmayla değil ancak İlahi ilham ile elde edilir. Hazret-i Hızır bu ilme mazhardır.
Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Musa (as) ile Hz. Hızır’ın yolculuklarına yer verilir. Bu yolculuk ibretlerle doludur. Beraber bir gemiye binerler, Hz. Hızır, gemiyi baltayla yaralı hale getirir, geri dönerler. Yolda giderken rastladıkları bir çocuğu, Hz. Hızır, öldürür. Bir beldeden geçerken yiyecek isterler, kimse bir şey vermez. Hz. Hızır, beldeden çıkacakları zaman, yıkılmak üzere olan bir duvarı düzeltir. Hz. Musa, gördüğü hâdiseler karşısında hayret içinde kalmıştır. Hz. Hızır, bunların içyüzünü kendisine açıklar.
Burada dikkati çeken hususlardan birisi, Hz. Musa (as) ile Hz. Hızır’ın ilimlerindeki farklılıktır. Hz. Musa, şeriat ilminde bir denizdir, Hz. Hızır da, ilm-i ledünde. Hz. Hızır’ın ilmiyle ilgili olarak, ayette şöyle denilmektedir:
“Ona kendi katımızdan bir ilim öğretmiştik.”(Kehf Suresi, 18/65)
Âyetteki “ledün” ifadesinden hareketle, zamanla bu tür sırlı bilgilere “ilm-i ledün” denilmiştir. Hâdiselerin içyüzüne vakıf olmak, zahiren çirkin görünen hâdiselerdeki güzelliği görmek, bu ilimle mümkündür.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Ledün ilmi çalışmakla kazanılır mı, yoksa tamamen vehbi midir; kesbin hiç mi tesiri yoktur?
Bütün hâdiselerin sırrını anlamak ve hikmetini idrak etmek mümkün değildir. Ancak Cenab-ı Hakk’ın, ilham ile bazı hâdiselerin içyüzünü ve sırrını bazı mümtaz kullarına bildirmesi mümkün ve vâkidir. Hatta her insanın hayatında ledün ilminin küçük bir kırıntısı ya da bazı tecellisi tezahür edebilir. Ama bunun devamlı ve ilim suretinde olması ayrı bir hususiyettir.
Bunun yanında Allah, ledün makamını alelade ve hikmetsiz olarak bir insana tevdi etmiyor. Elbette bu makamı ihsan etmenin de bazı şartları vardır, bunları da tayin ve tespit eden Allah’tır. Velayette azamî kesb gösterenler içinden Allah dilediklerine ledünniyet bahşetmiş demekte bir mahsur yoktur. Belki ledünniyet bir hak, bir hisse olmayabilir, ama bu hakka kesb-i istihkak olabilir. Yani ledün ilmine mazhar olmayı hak etmek olabilir.
Biz bu hususta yani kesb-i istihkakta azamî gayret sarf edebiliriz, lakin onun neticesinde hâsıl olacak ledünniyet tamamen vehbî ve ikramîdir...
Kaderin ince sırlarını bilmenin insan idrakinin çok ötelerinde olduğu, Kur’an-ı Kerimde, Hz. Musa’nın(a.s.) bir kıssasıyla mü’minlere ders verilir. Bu kıssada Hz. Musa (a.s.) ile Hz. Hızır’ın (a.s.) seyahatlerine yer verilir.
Hülasası şudur: Hz. Hızır, ilm-i ledün denilen, “hâdiselerin hikmet yönünü bilme,” hususunda İlâhî lütfa mazhar olmuş bir büyük veli yahut bir peygamberdir.
Hazret-i Musa(a.s.) bu zâttan hikmet dersi almak ister. Hz. Hızır onun arkadaşlık teklifini, “sen benimle beraberliğe sabredemezsin” şeklinde acib bir sebeble reddeder ve sözünü şöyle tamamlar: “(İç yüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin?”
Hz. Musa’nın(a.s.) “İnşallah sen beni sabreden bir kul olarak bulacaksın, senin emrine de karşı gelmem” demesi üzerine arkadaş olurlar. Hz. Hızır bu arada bir de şart koşar: “Ben bir konuda sana bilgi verinceye kadar benden hiçbir şey sorma!”
Bir gemiye binerler. Hz. Hızır, gemiyi yaralamaya başlar. Hz. Musa(a.s.) dayanamayıp itiraz eder. Hz. Hızır’ın ikazı üzerine, “unuttuğum şeyden dolayı beni muaheze etme...” diyerek özür beyan eder. Yolculuğa devam ederler. Hz. Hızır, küçük bir çocuğu öldürür. Hz. Musa, buna da itiraz eder. Hz. Hızır kendisini tekrar ikaz edince, Musa aleyhisselâm: “Bundan sonra sana bir şey sorarsam artık benimle arkadaşlık etme” der.
Daha sonra bir köye uğrarlar, kimse onları misafir etmez. Hz. Hızır, o köyde yıkılmaya yüz tutmuş bir duvarı tamir eder, doğrultur. Hz. Musa, biraz da sitem karışımı bir üslupla, böyle yapmasının hikmetini sorunca, Hz. Hızır, “arkadaşlığımız burada sona eriyor; şimdi sana sabredemediğin şeylerin içi yüzünü haber vereceğim” der ve gemiyi yaralamasından başlar:
“Zâlim bir hükümdarın sağlam gemilere el koyduğunu, gemiyi bu yüzden ayıplı kılmak istediğini” söyler.
Öldürdüğü çocuğun babasının salih bir zat olduğunu, çocuğun onları azgınlığa ve nankörlüğe boğmasından koktuğunu ifade eder.
Duvar tamirine gelince, o duvarın altında bir hazine bulunduğunu, evdeki iki yetim çocuk büyüyünceye kadar duvarın yıkılmaması gerektiğini, onun için tamir yoluna gittiğini anlatır.
Ve bütün bu işleri, kendi hevesiyle değil, İlâhî ilhamla yaptığını bilhassa beyan eder.”
Allah kelâmında yer almış bu kıssadan almamız gereken en büyük ders şu olsa gerek: Hz. Musa gibi büyük bir peygamber bile, hâdiselerin altında yatan İlâhî hikmetleri tam olarak bilemediğine göre, biz boşuna kendimizi yormayalım.
Beşerin iradesi dışında cereyan eden hâiselere kendilerince tevil ve izahlar getirenler, bir bakıma Hz. Hızır’ı taklide kalkışmış oluyorlar. Ancak, o, bütün bunları İlâhî ilhamla söylüyordu; bunlar ise ya nefislerinin isteklerini aktarıyorlar yahut kendi his ve heveslerine tercüman oluyorlar.
Nur Külliyatında, “Ehl-i hakikat gaybî olan şeyleri bildirilmezse bilmezler” buyurulur. Hakikat ehli denilince en başta peygamberler hatıra gelir. Onlar bile gaybî şeylerden, ancak Cenâb-ı Hakk’ın kendilerine bildirdiği kadarına vâkıf olabilirler. Peygamberlik vazifelerini yürütürken, hâdiselerin zahirine bakar, İlâhî emirlere uygun olup olmadıklarına nazar eder, ona göre hükmederler. Hâdiselerin altında yatan bütün hikmetleri bilmeleri, bazen, bu kudsî vazifelerinde aksamaya yol açabilir. Bu hikmet içindir ki, kendilerine her şeyin iç yüzü ve hikmet yönü tam olarak bildirilmemiştir. İşte bu kıssa bunun en güzel bir misalidir.
Seçilen üç hâdise âdeta birer temsildir. Birincisi “mala gelen zararları” ikincisi “cana, çoluk çocuğa, akrabalara gelen musibetleri” üçüncüsü de, “İslâm düşmanlarının dünyada nâil oldukları nimet ve ihsanları” temsil ediyor.
Muhyiddin Arabî Hazretleri, kıssada geçen üç hâdiseyle Hz. Musa’nın(a.s.) başından geçen üç hâdise arasında münasebet kurar. Bunlardan birisini nakledeyim: Hz. Musa’yı da annesi bir sandığa koyup Nil nehrine atmıştı. Ama bu atışın “Zahiri helâk, batını necat idi.” Yani görünüşte annesi onu boğulmaya terk ediyordu. Halbuki o böylece ölümden kurtulmuş, bununla da kalmayıp Firavunun sarayına yerleşmişti. Hz. Hızır’ın gemiyi yaralaması da böyle idi.
Hz. Hızır, Hz. Musa’ya(a.s.) “kendisiyle arkadaşlık etmeye güç yetiremeyeceğini” söylemekle ona ilk gaybî haberi de vermiş oluyordu. Bu haberini bir teselli cümlesiyle tamamlamıştı: “(İç yüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin?”
Başta da ifade ettiğimiz gibi, bu kıssadan alınacak en büyük hisse, “insanın İlâhî hikmetleri ve kaderin derin sırlarını anlamadaki aczini hissetmesidir.”