"Ulema-i Batın" ve "Ulema-i Zahir" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
Ulema-i zahir; Kur'an-ı Kerim'in zahir manasına göre hakikatleri değerlendiren âlimler demektir. Yani şeriatın mana ve esrarından ziyade, zahirini ve hükümlerini bilen âlimlere bu isim verilmektedir. Bu âlimler ayet ve hadislerin sarih ve zahir manalarını ders veriyorlar. Tarihte binlerce tefsir bu şekilde yazılmıştır.
Ulema-i batın: Şeriatın, zahir ve hükümlerinden ziyade, derin mana ve esrarını bilen âlimler demektir. Bu büyük âlimler ayet ve hadislerin herkes tarafından görülmesi mümkün olmayan ince, derin işari ve batıni manaları ders veriyorlar. Ki tarihte müceddidler eli ile telif edilen manevî tefsirler bu şekilde yazılmışlardır. Risale-i Nurlar bu sahanın en güzide ve en parlak bir misalidir. İlm-i ledün de bu kapsamda değerlendirilebilir.
İlm-i Ledün: Derin ve sırlı bilgiler, hdiselerin iç yüzüne vukufiyettir. Zahiren çirkin görünen hadiselerdeki ilahi hikmetleri ve güzellikleri bilmek ve görmektir. Hz. Hızır’ın ilmiyle ilgili olarak, âyette şöyle denilmektedir:
“Ona kendi katımızdan bir ilim öğretmiştik.” (Kehf, 18/65)
Ayetteki "ledün" ifadesinden hareketle, zamanla bu tür sırlı bilgilere "ilm-i ledün" denilmiştir. Bu, çok hususi bir ilimdir. Vehbidir, kesp ile elde edilemez. Tarih, coğrafya, fizik gibi ilimleri kitaplardan veya öğretmenlerden öğreniriz. İlm-i ledün ise, ilâhî menşeli ilhama mazhariyetin neticesinde kendini gösterir.
Kaderin hükmü bilinmez, ince ve derin sırları anlaşılmaz, şifresini kimse çözemez. İnsanların başına belâ ve musibetlerin gelmesinin nice hikmetleri vardır. Cenab-ı Hakk’ın hikmeti çok derindir.
Kur’an-ı Kerim’de nakledilen kıssalardan birisi de Hz. Musa (a.s.) ile Hz. Hızır’ın (a.s.) hikmetlerle dolu olan seyahatleridir.
Hz. Musa (a.s.), Hz. Hızır (a.s.) ile arkadaşlık etmeyi Cenab-ı Hak’tan niyaz eder. Bu niyazı kabul edilir. Hz. Hızır (a.s.) kendisine, yaptığı şeyler hakkında hiçbir soru sormamasını, şart koşar. Anlaşarak yola çıkarlar. Bir gemiye bindiklerinde Hz. Hızır gemiyi deler. Bunun üzerine Hz. Musa (a.s.) dayanamaz ve itiraz eder. Hz. Hızır (a.s.) ise anlaşmalarını hatırlatır ve bir açıklamada bulunmaz.
İkinci olarak, Hz. Hızır (a.s.) karşılaştıkları bir erkek çocuğu öldürür. Hz. Musa’nın (a.s.) buna da itiraz etmesi ve hikmetini sorması üzerine, Hz. Hızır (a.s.) artık arkadaşlıklarının bitme noktasına geldiğini söyler. Bunun üzerine Hz. Musa (a.s.) artık soru sormayacağını söyler ve seyahatlerine devam ederler. Vardıkları bir kasabada ahaliden yiyecek isterler. Hiç kimse onları misafir etmez. Hz. Hızır, o kasabada yıkılmak üzere olan bir duvarı yapar. Hz. Musa (a.s.) yine dayanamaz ve duvarı ücretsiz olarak tamir etmesinin sebebini sorar ve arkadaşlıkları sona erer.
Hz. Hızır bu üç hadisenin hikmetlerini Hz. Musa’ya (a.s.) şöyle anlatır: “Gemi, denizde çalışan birkaç yoksula aitti. O gemiyi kusurlu kılmak istedim. Çünkü peşlerinde her sağlam gemiye el koyan bir hükümdar vardı. Oğlana gelince, onun annesi ve babası inanmış kimselerdi. Çocuğun onları azdırmasından ve inkâra sürüklemesinden korkmuştuk. İstedik ki onların Rabbi o çocuktan daha temiz ve onlara daha çok merhamet eden birisini versin. Duvar ise, şehirde iki yetim erkek çocuğa aittir. Duvarın altında onların bir hazinesi vardı. Babaları da salih bir kimse idi. Rabbin onların erginlik çağına ulaşmasını ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarmalarını diledi. Ben bunları kendiliğimden yapmadım. İşte, dayanamadığın işlerin iç yüzleri budur.” (Kehf Suresi, 18/79-82)
Bizler irademiz dışında başımıza gelen hâdiselere, uğradığımız belâ ve musibetlere bu kıssanın dürbünüyle bakmalıyız. Her hâdiseyi Hz. Hızır’ın (a.s.) eli gibi bilmeli, altındaki rahmet ve inayete iman nuruyla bakmalıyız. Her bir musibet altında Allah’ın rahmetinin bir cilvesi ve hikmetinin bir sırrı bulunduğunu bilmeliyiz.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü