"O zat daha hal-i sabavette iken ve hiç tahsil yapmadan, zevahiri kurtarmak üzere üç aylık bir tahsil müddeti içinde ulum-u evvelîn ve ahirine ve ledünniyat..." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Evet, o zat daha hal-i sabavette iken ve hiç tahsil yapmadan, zevâhiri kurtarmak üzere üç aylık bir tahsil müddeti içinde ulum-u evvelîn ve ahirine ve ledünniyat ve hakaik-ı eşyaya ve esrar-ı kâinata ve hikmet-i İlahiyeye vâris kılınmıştır ki, şimdiye kadar böyle mazhariyet-i ulyaya kimse nail olmamıştır." (Şualar, On Beşinci Şua, ...Bir Takriznamedir.)
Kâinatta her şey âdetullah gereği sebep ve netice çerçevesinde işler. Her neticenin bir sebebi vardır, sebepsiz netice olmaz. Mesela, çocuk sahibi olmak için evlenmek, meyve almak için ağaç dikmek, rızık için çalışmak ve ilim tahsil etmek için mektep ya da medreseye gitmek gerekir...
Sebepler araya girdiğinde her şey belli bir tertip üzerine işler ve neticeye ulaşılır. Âlim olmak bir neticedir: Medresede dirsek çürütmek ve ilim tahsil etmek de âlim olmanın yolu ve sebebidir.
Birisinin ilim tahsil etmeden doğrudan âlim olması, adetullaha aykırıdır. Bu sebeple âlim olmak için bir gayret, mücadele ve mücahede gerekiyor. Bazılarının âlim olabilmesi on beş yıl sürerken, bazılarına üç ay gibi kısa bir süre kâfi gelebiliyor.
Üstadımızın hem dehası hem mükemmel hafızası hem de İlahî mevhibe sayesinde, çok uzun zaman gerektiren ilim tahsil süresi üç ay gibi kısa bir zamanda olmuştur. Bu üç ay süre olmadan olmadan âlim olsa idi, âdetullaha uygun düşmezdi. İşte üç ayın kısalığına kinaye nev’inden "zevahiri kurtarma" deniliyor.
Peygamberlerde ilim ve marifet, mu’cize şeklinde oluyor. Yani peygamberler ilim tahsil etmezler, doğrudan vahiy ile terbiye edilir ve nurlanırlar. Peygamberlik çalışmakla elde edilmez, o ilâhî bir mevhibe, Rabbanî bir ihsan ve hususi bir lütuftur. Allah, o mukaddes vazifeyi mü’min kullarından ehil gördüklerine ihsan eder. Peygamberlik vazifesini tevdi edinceye kadar onu her türlü kötülüklerden muhafaza eder.
Bu durum, bazı evliya ve aktablarda keramet şeklinde cereyan ediyor. Ama evliya ve aktablarda sebepler tamamen ortadan kalkmıyor. Zevahiri kurtarmak nev’inden araya bazı sebepler konuluyor.
"...ulum-u evvelîn ve ahirine ve ledünniyat ve hakaik-ı eşyaya ve esrar-ı kâinata ve hikmet-i İlahiyeye vâris kılınmıştır ki, şimdiye kadar böyle mazhariyet-i ulyaya kimse nail olmamıştır."
Ulûm-u evvelîn ve ahirin; kelime olarak geçmiş ve gelecek insanların sahip olduğu ilimler demektir.
Burada ifade edilmek istenen mana şöyle olabilir: Üstad geçmiş âlimlerin tespit ettiği ilimlere vakıf olduğu gibi, üzerine yeni ve orijinal tespitler de koyarak ilimlere olan hâkimiyeti ifade edilmiş oluyor. Risale-i Nur'un imana dair getirdiği izahlar ve ispatlar, çok orijinal ve yeni izahlar olduğu için ahirin ilimler sınıfına giriyor.
Risale-i Nur’daki bütün hakikatler bu asırdaki insanların fıtratına uygun, orijinal ve mükemmeldir. Onlar hiçbir kitaptan alınmamış ve doğrudan doğruya Üstadın kalbine Kur’an’dan ilham edilmiştir.
Üstadımız bu hakikati şöyle ifade etmektedir:
“Risalet-ün-Nur sair te’lifat gibi ulûm ve fünundan ve başka kitaplardan alınmamış. Kur’ân’dan başka me’hazı yok, Kur’ân’dan başka üstadı yok, Kur’ân’dan başka mercii yoktur. Te’lif olduğu vakit hiçbir kitab müellifinin yanında bulunmuyordu. Doğrudan doğruya Kur’ân’ın feyzinden mülhemdir ve semâ-i Kur’ânîden ve âyâtının nücumundan, yıldızlarından iniyor, nüzul ediyor.” (Sikke-i Tasdîk-i Gaybî, Birinci Şuâ)
Bunun içindir ki, insanların aklına, ruhuna, kalbine ve tüm hislerine hitap eden bu harika eserler büyük bir şevkle tekrar tekrar okunuyor.
Hakaik-ı eşyaya ve esrar-ı kâinata; "Varlıkların ve kâinatın hakikati ve mahiyeti nedir?" gibi suallerin cevaplarını keşfetmektir. Ki Risale-i Nur'u dikkatlice okuyan birisi eşyanın hakikatinin ve kâinatın yaratılış sırlarının ne olduğunu çok mükemmel bir şekilde idrak eder.
Mesela, On Birinci Söz'ü okuyan birisi “hikmet-i âlemin tılsımını ve hilkat-i insanın muammasını ve hakikat-i salatın rümuzunu" çok iyi bir şekilde idrak eder. Daha bunun gibi çok incelikler ve sırlar Risale-i Nur'da izah ve ispat edilmiştir.
Ledünniyat ve hikmet-i İlahiye; hâdiselerin içyüzüne vukufiyet. Sırlı bilgiler. Çirkin görünen hâdiselerdeki İlahî hikmetleri ve güzellikleri bilmek ve görmektir. Hz. Hızır’ın ilmiyle alakalı olarak ayette; “...Ona kendi katımızdan bir ilim öğretmiştik.” (bk. Kehf, 18/65) denilmektedir.
Ayetteki "ledün" ifadesinden hareketle, zamanla bu tür sırlı bilgilere "ilm-i ledün" denilmiştir. Bu, hususî bir ilimdir, vehbîdir, kesb ile elde edilemez. Tarih, coğrafya, fizik gibi ilimleri kitaplardan veya öğretmenlerden öğreniriz. Ledün ilmi ise, ilahî ilhama mazhariyetin neticesinde kendini gösterir.
Risale-i Nurlar da böyle bir ilim ve ilhamın neticesinde telif edilmiştir. Risale-i Nur'u okuyan birisi hem tahkikî imanı elde eder hem eşyanın hakikatini anlar hem hâdiselerin içyüzünü keşfeder hem de tılsım-ı kâinatın sırlarını çözer.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Allah cc. razı olsun