"Kitab-ı kebirin ayet-i kübrası ve o Kur’an-ı Kebir’deki ism-i azamı ve o şecere-i kâinatın çekirdeği ve en münevver meyvesi ve o saray-ı âlemin güneşi ve âlem-i İslamiyetin bedr-i münevveri... " Efendimiz (asm) hakkındaki bu tavsifleri açar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
"Kitab-ı kebirin âyet-i kübrâsı"
Bilindiği gibi ayet delil demektir. Kur’an-ı Kerim’in ayetleri Allah’ı bildirdiği ve tanıttığı gibi, bu kâinat kitabının ayetleri olan her bir mahlûk da Allah’ı bildirmekte, sıfatlarını ve isimlerini ilan etmektedir. Bu ayetlerin en büyükleri, “Biz, hakikaten insanı en güzel bir şekilde yarattık.” (Tîn, 95/4) ayetinin ders verdiği gibi insanlarda kendini gösterir.
İnsanlık âleminin de en ileri fertleri ve en büyük temsilcileri peygamberler, o nurani zevatın reisi ise Fahr-i Âlem Peygamber Efendimiz (asm.)'dir. Dolayısıyla, Allah’ın en sevgili kulu, en açık ve en mükemmel ayeti odur (asm.).
"O Kur’ân-ı Kebirdeki ism-i azamı"
İsm-i azam bütün esma-i hüsnayı içine aldığı gibi, Peygamber Efendimiz (asm.) de Allah’ın bütün esmasına azami derecede mazhardır. Allah’ı en ileri derecede bilen ve bildiren en son ve en büyük peygamberdir.
"O şecere-i kâinatın çekirdeği ve en münevver meyvesi"
“Allah’ın ilk yarattığı mahluk benim nurumdur.”(1) hadis-i şerifinin haber verdiği gibi, ilk mahluk nur-u Muhammedî (asm)'dir, dolayısıyla da bu âlemin çekirdeği Peygamber Efendimiz (asm.) olmuş olur.
Üstad Hazretleri bu mâna yanında bir de şu noktayı nazara verir:
“Hilkat şeceresinin semeresi insandır. ... Ve keza, hilkat-i âlemin ille-i gaiyye hükmünde olan çekirdeği yine insandır.”(2)
Kâinat insan için yaratıldığından bu âlemin ille-i gaiyyesi, yaratılış maksadı insandır. İnsan denilince insan-ı kâmil akla gelir, insan-ı kâmil mânası da kemaliyle Allah Resulünde tecelli ettiğinden bu âlemin çekirdeği O’dur (asm.).
Nitekim cümlenin devamında şöyle buyrulur:
“Sonra, o şecerenin semeresi olan insandan bir tanesini şecere-i İslâmiyet’e çekirdek ittihaz etmiştir. Demek o çekirdek, âlem-i İslâmiyet’in hem bânisidir hem esasıdır.”
"O saray-ı âlemin güneşi"
Güneşin eşyayı aydınlatması ve her şeyi göstermesi gibi Peygamber Efendimiz (asm.) de bu âlem sarayını kimin ve niçin yarattığını ve bu sarayın ve içindeki mahlûkatın ne mâna ifade ettiğini bütün ins ve cinne ders vermesi cihetiyle âlemin güneşi olmuştur. Bunun en açık misali, onun (asm) irşadından önce insanların kâinat kitabını okuyamayıp birçok putlara tapmaları, birçok batıl inançlara sapmış olmalarıdır. Onun (asm.) âleme teşrifiyle beşeriyet küfür ve şirk karanlıklarından iman ve tevhid nuruna kavuşmuş, zulümden adalete dönmüş, bütün kötü ahlaklar yerini güzel ahlaka bırakmıştır. Bunların her birisi bir aydınlıktır ve hepsinin kaynağı o manevi güneştir.
"Âlem-i İslâmiyetin bedr-i münevveri"
O (asm) manevi güneşin akıl ve kalpleri aydınlatmasıyla Allah’ı hak bir iman ile bilen ve tanıyan müminler, onun emir ve yasaklarını ve ona karşı şükür ve ubudiyet vazifelerini nasıl yerine getireceklerini de yine bir bedr-i münevver olan Allah Resulü’nden (asm) öğrenmişlerdir.
Bedr-i münevver, ayın en parlak olduğu “dolunay” halidir; karanlık geceler onunla aydınlanır.
"Rububiyet-i İlahiyenin dellal-ı saltanatı"
Rububiyet saltanatı bütün âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Her şey onun terbiyesiyle kemale ermiştir ve o sayede vazifesini aksatmadan, mükemmel yapmaktadır. Peygamber Efendimiz (asm.) Allah’ın mutlak rububiyetini en mükemmel şekilde insanlara ve cinlere ders verdiği gibi, o rububiyete karşı yapılması gereken ubudiyet vazifesini de yine kemaliyle öğretmiş ve bunu fiilen de göstermiştir.
"Tılsım-ı kâinatın keşşaf-ı zihikmeti"
Tılsım-ı kâinat, bu âlemin niçin yaratıldığı, ne vazife yaptığı ve nasıl bir âlemi meyve vereceği gibi gizli hakikatlerdir. Bütün bunları Allah Resulü (asm), Rabbinin tâlimiyle insanlara ders vermiştir. Zihikmet, yani hikmet sahibi, her hali, fiili ve sözü hikmet saçan o en büyük peygamber, eşyanın hem ilahi isimlere ayna olma yönünü, hem ahirete tarla olma cihetini insanlara ders vermiş ve onları sadece dünya için, menfaat için, lezzet için yaşamakla hayvanlardan daha aşağı bir derekeye düşme zilletinden kurtarmıştır.
Dipnotlar:
1) bk. Aclunî, Keşfu'l-Hafa, 1/265-266.
2) bk. Mesnevi-i Nuriye, Habbe.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü