KUR'AN-I KERİM
"Kâinat mescid-i kebirinde Kur’ân kâinatı okuyor, onu dinleyelim. O nur ile nurlanalım." (Sözler, Yedinci Söz)
"Evet, söz odur ve ona derler. Hak olup Haktan gelip hak diyen ve hakikati gösteren ve nuranî hikmeti neşreden odur." (Sözler, Yedinci Söz)
"Kur’ân’ı dinle ve hükmüne mutî ol ve ona yapış ve ahkâmıyla amel et." (Sözler, Sekizinci Söz)
"Fâtiha-i Şerife şu Kur’ân-ı Azîmüşşân'ın bir timsal-i münevveridir." (Sözler, Dokuzuncu Söz, Üçüncü Nükte)
"Kur’ân-ı Hakîm, şu Kur’ân-ı Azîm-i Kâinatın en âli bir müfessiridir ve en beliğ bir tercümanıdır." (Sözler, On İkinci Söz, Birinci Esas)
"Evet, o Furkandır ki, şu kâinatın sahifelerinde ve zamanların yapraklarında kalem-i kudretle yazılan âyât-ı tekvîniyeyi cin ve inse ders verir." (Sözler, On İkinci Söz, Birinci Esas)
"Hikmet-i Kur’ân’ın halis tilmizi ise, bir abddir. Fakat âzam-ı mahlûkata da ibadete tenezzül etmez. Hem Cennet gibi âzam-ı menfaat olan bir şeyi gaye-i ibadet kabul etmez bir abd-i azizdir." (Sözler, On İkinci Söz, İkinci Esas)
"Hikmet-i Kur’âniye ise, nokta-i istinadı, kuvvete bedel 'hakkı' kabul eder." (Sözler, On İkinci Söz, Üçüncü Esas)
"Kur’ân, İsm-i Âzamdan ve her ismin âzamlık mertebesinden gelmiş." (Sözler, On İkinci Söz, Dördüncü Esas)
"Rububiyet-i mutlaka cihetinde bir mükâlemedir." (Sözler, On İkinci Söz, Dördüncü Esas)
"Ulûhiyetin azamet-i haşmeti haysiyetiyle, başlarında bazan şifre bulunan bir muhabere mecmuasıdır." (Sözler, On İkinci Söz, Dördüncü Esas)
"İsm-i Âzamın muhitinden nüzul ile Arş-ı Âzamın bütün muhâtına bakan, teftiş eden hikmetfeşan bir kitab-ı mukaddestir." (Sözler, On İkinci Söz, Dördüncü Esas)
"Kelâmullah ünvanı kemâl-i liyakatle Kur’ân’a verilmiş." (Sözler, On İkinci Söz, Dördüncü Esas)
"Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân’ın, bütün kâinattaki âdiyat namıyla yad olunan, harikulâde ve birer mucize-i kudret olan mevcudat üstündeki âdet ve ülfet perdesini keskin beyanatıyla yırtıp, o hakaik-ı acibeyi zîşuura açıp, nazar-ı ibretlerini celb edip, ukûle tükenmez bir hazine-i ulûm açar." (Sözler, On Üçüncü Söz)
"Kur’ân-ı Hakîm, nihayetsiz parlak, yüksek hakikatleri cami’ olduğundan, şiirin hayalâtından müstağnidir." (Sözler, On Üçüncü Söz)
"Her bir âyetin ekser âyetlere bakar birer gözü, müteveccih birer yüzü var. Kur’ân içinde binler Kur’ân bulunur ki, herbir meşrep sahibine birisini verir." (Sözler, On Üçüncü Söz)
"Kur’ân mu’cizedir; hem nihayetsiz belâğattedir; hem umuma her vakitte hidayettir." (Sözler, Yirminci söz, Birinci Makam, Giriş)
"Kur’ân’ın ekser âyetleri, herbiri birer hazine-i kemâlâtın anahtarı ve birer define-i ilmin miftahıdır." (Sözler, Yirminci söz, Bir nükte-i mühimme ve bir sırr-ı ehem)
"Kur’ân’ın vazife-i asliyesi, daire-i Rububiyetin kemâlât ve şuûnâtını ve daire-i ubûdiyetin vezâif ve ahvâlini tâlim etmektir." (Sözler, Yirminci söz, İki mühim suale karşı iki mühim cevap)
"Kur’ân’a selim bir kalb gözüyle baksan göreceksin ki, cihât-ı sittesi öyle parlıyor, öyle şeffaftır." (Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, On İkinci Lem'a)
"Kur’ân’ı dinlersen, âlâ-yı illiyyîne çıkar, kâinatın bir güzel takvimi olursun." (Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, İkinci Mebhas, Dördüncü Nükte)
"Elde Kur’ân gibi bir mu’cize-i bâki varken, başka burhan aramak aklıma zâid görünür. Elde Kur’ân gibi bir burhan-ı hakikat varken, münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir?" (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Mu'cizât-ı Kur'âniye Risalesi)
"Bütün insanın bütün hâcât-ı mâneviyesine merci olacak çok kitapları tazammun eden tek, câmi’ bir kitab-ı mukaddestir." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Kur'an'ın Tarifi, Birinci Cüz)
"Kur’ân; bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah’ın kelâmıdır, hem bütün mevcudatın İlâhı ünvanıyla Allah’ın fermanıdır." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Kur'an'ın Tarifi, İkinci Cüz)
"Kelâmullah ünvanı, kemâl-i liyakatle Kur’ân’a verilmiş ve daima da veriliyor." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Kur'an'ın Tarifi, İkinci Cüz)
"Meyvesi, bihakkılyakîn, rahmet-i Rahmân ve dâr-ı cinân, makamı ve revacı, bilhads-i sâdık, makbul-ü melek ve ins ü cân bir kitab-ı semâvîdir." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Kur'an'ın Tarifi, Üçüncü Cüz)
"Ekser âyât-ı Kur’âniyenin herbirisi, ekser âyâtın herbirisine bakar bir gözü ve nâzır bir yüzü vardır ki, onlara münasebâtın hutut-u mâneviyesini uzatıyor, birer nakş-ı i’câzî nescediyor." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Birinci Şule, Birinci Şua, İkinci Suret, Birinci Nokta)
"Kur’ân’ın üslûpları hem gariptir, hem bedîdir, hem aciptir, hem muknidir. Hiçbir şeyi, hiçbir kimseyi taklit etmemiş; hiç kimse de onu taklit edemiyor. Nasıl gelmiş, öyle o üslûplar tarâvetini, gençliğini, garâbetini daima muhafaza etmiş ve ediyor." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Birinci Şule, Birinci Şua, İkinci Suret, Üçüncü Nokta)
"Kur’ân mânen, üslûb-u beyan cihetiyle fevkalâde beliğ olduğu gibi, lâfzında gayet selis bir fesahati vardır." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Birinci Şule, Birinci Şua, İkinci Suret, Dördüncü Nokta)
"Fesahatin kat’î vücuduna, usandırmaması delildir. Ve fesahatin hikmetine, fenn-i beyan ve maânînin dâhi ulemasının şehadetleri bir burhan-ı bâhirdir." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Birinci Şule, Birinci Şua, İkinci Suret, Dördüncü Nokta)
"Kur’ân, kulûbe kut ve gıda ve ukûle kuvvet ve gınâ ve ruha mâ ve ziya ve nüfusa devâ ve şifa olduğundan usandırmaz." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Birinci Şule, Birinci Şua, İkinci Suret, Dördüncü Nokta)
"Beyan-ı Kur’ân’dan sonra beyan olamaz ve hacet kalmaz." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Birinci Şule, Birinci Şua, İkinci Suret, Beşinci Nokta)
"Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan çok hakaik-i gàmızayı, nazar-ı umumîyi okşayacak, hiss-i âmmeyi rencide etmeyecek, fikr-i avâmı taciz edip yormayacak bir surette, basitâne ve zahirâne söylüyor, ders veriyor." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Birinci Şule, Birinci Şua, İkinci Suret, Beşinci Nokta)
"Kur’ân-ı Kerîm öyle bir mâide-i semâviyedir ki, binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukul ve kulûb ve ervah, o sofradan gıdalarını buluyorlar, müştehiyâtını alıyorlar, arzuları yerine gelir." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Birinci Şule, Birinci Şua, İkinci Suret, Beşinci Nokta)
"Elfâz-ı Kur’âniye öyle bir tarzda vaz edilmiş ki, herbir kelâmın, hattâ herbir kelimenin, hattâ herbir harfin, hattâ bazan bir sükûtun çok vücuhu bulunuyor, herbir muhatabına ayrı ayrı bir kapıdan hissesini verir." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Birinci Şule, İkinci Şua, Birinci Lem'a)
"Kur’ân sözü mutlak bırakır, tâ âmm olsun. Hazfeder, tâ çok mânâları ifade etsin. Kısa keser, tâ herkesin hissesi bulunsun." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Birinci Şule, İkinci Şua, Birinci Lem'a)
"Üslûb-u Kur’ân’ın o kadar acip bir cem’iyeti var ki, birtek sûre, kâinatı içine alan bahr-i muhit-i Kur’ânîyi içine alır. Birtek âyet, o sûrenin hazinesini içine alır. Âyetlerin çoğu, herbirisi birer küçük sûre; sûrelerin çoğu, herbirisi birer küçük Kur’ân’dır." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Birinci Şule, İkinci Şua, Beşinci Lem'a, Birinci Işık)
"Îcâz-ı Kur’ânî o derece câmi’ ve hârıktır, dikkat edilse görünüyor ki, bazan bir denizi bir ibrikte gösteriyor." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Birinci Şule, İkinci Şua, Beşinci Lem'a, Dördüncü Işık)
"Kur’ân’ın âyetlerine insafla dikkat edilse görünüyor ki, sair kitaplar gibi bir iki maksadı takip eden tedricî bir fikrin silsilesine benzemiyor. Belki, def’î ve âni bir tavrı var." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Birinci Şule, İkinci Şua, Beşinci Lem'a, Beşinci Işık)
"Kur’ân, bir hutbe-i ezeliye olarak, umum asırlardaki umum tabakat-ı beşeriyeye birden hitap ettiği için, öyle daimî bir şebâbeti bulunmak lâzımdır. Hem de öyle görülmüş ve görünüyor." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Birinci Şule, Üçüncü Şua, İkinci Cilve)
"Kur’ân’ın düsturları, kanunları, ezelden geldiğinden, ebede gidecektir. Medeniyetin kanunları gibi ihtiyar olup ölüme mahkûm değildir. Daima gençtir, kuvvetlidir." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Birinci Şule, Üçüncü Şua, İkinci Cilve)
"Kur’ân, yirmi senede, hem muhtelif, mütebayin esbab-ı nüzule göre geldiği halde, tesanüdün kemâlini öyle gösteriyor; güya bir sebeb-i vahidle nüzul etmiştir." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, İkinci Şule, Birinci Nur)
"Kur’ân, mütefavit ve mükerrer suallerin cevabı olarak geldiği halde, nihayet imtizac ve ittihadı gösteriyor. Güya bir sual-i vâhidin cevabıdır." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, İkinci Şule, Birinci Nur)
"Kur’ân, mütebâid, müteaddit muhatabîn esnafına müteveccihen mütekellim olduğu halde, öyle bir suhulet-i beyanı, bir cezâlet-i nizamı, bir vuzuh-u ifhâmı var ki, güya muhatabı bir sınıftır. Hattâ her bir sınıf zanneder ki, bil’asale muhatap yalnız kendisidir." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, İkinci Şule, Birinci Nur)
"Kur’ân, beşerin nazarına san’at-ı İlâhiyenin mensucatını açar, gösterir. Sonra, fezlekede o mensucatı esmâ içinde tayyeder; veyahut akla havale eder." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, İkinci Şule, İkinci Nur, İkinci Nükte-i Belâğat)
"Kur’ân Cenâb-ı Hakkın fiillerini tafsil ediyor; sonra bir fezleke ile icmal eder. Tafsiliyle kanaat verir; icmalle hıfzettirir, bağlar." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, İkinci Şule, İkinci Nur, Üçüncü Meziyet-i Cezâlet)
"Kur’ân, bazan tagayyüre maruz ve muhtelif keyfiyâta medar maddî cüz’iyatı zikreder. Onları hakaik-ı sabite suretine çevirmek için sabit, nuranî, küllî esmâ ile icmal eder, bağlar. Veyahut tefekküre ve ibrete teşvik eder bir fezleke ile hâtime verir." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, İkinci Şule, İkinci Nur, Beşinci Meziyet-i Cezâlet)
"Kur’ân, kâh oluyor ki, Cenâb-ı Hakkın âhiretteki harika ef’allerini kalbe kabul ettirmek için ihzariye hükmünde ve zihni tasdike müheyyâ etmek için bir idadiye suretinde, dünyadaki acaib-i ef’âlini zikreder." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, İkinci Şule, İkinci Nur, Sekizinci Meziyet-i Cezâlet)
"Kur’ân-ı Hakîm, kâh olur, cüz’î bazı maksatları zikreder; sonra, o cüz’iyat vasıtasıyla küllî makàsıda zihinleri sevk etmek için, o cüz’î maksadı bir kaide-i külliye hükmünde olan Esmâ-i Hüsnâ ile takrir ederek tesbit eder, tahkik edip ispat eder." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, İkinci Şule, İkinci Nur, Dokuzuncu Nükte-i Belâğat)
"Sair kelâmların Kur’ân’ın âyâtına nisbeti, şişelerdeki görünen yıldızların küçücük akisleriyle yıldızların aynına nisbeti gibidir." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, İkinci Şule, Üçüncü Nur)
"Tılsım-ı kâinatı ve muammâ-yı hilkati keşif ve fetheden yalnız sensin, ey Kur’ân-ı Kerîm!" (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Üçüncü Şule, Birinci Ziya)
"Beyanat-ı Kur’âniye beşerin ilm-i cüz’îsine, bahusus bir ümmînin ilmine müstenid olamaz. Belki, bir ilm-i muhite istinad ediyor; ve cemî eşyayı birden görebilir, ezel ve ebed ortasında bütün hakaikı bir anda müşahede eder bir Zâtın kelâmıdır." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Üçüncü Şule, Birinci Ziya)
"Kur’ân, bütün aksâm-ı tevhidin bütün merâtibini, bütün levâzımâtıyla muhafaza ederek beyan edip muvazenesini bozmamış, muhafaza etmiş." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Üçüncü Şule, Üçüncü Ziya)
"Evet, hakikat-i mutlaka, mukayyet enzar ile ihata edilmez. Kur’ân gibi bir nazar-ı küllî lâzım ki ihata etsin." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Üçüncü Şule, Üçüncü Ziya)
"Bahr-i hakaik olan Kur’ân’ın âyetleri dahi o deniz içindeki definenin bir gavvâsıdır." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Üçüncü Şule, Üçüncü Ziya)
"Kur’ân, bütün mu’cizâtıyla bir mu’cize-i Ahmediye (a.s.m.) olur ve bütün mu’cizât-ı Ahmediye (a.s.m.) dahi Kur’ân’ın bir mu’cizesidir." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Üçüncü Şule, Hâtime)
"Kur’ân gibi bir üstad-ı ezeliyem varken, dalâlet-âlûd felsefenin ve evham-âlûd aklın şakirtleri olan o kartallara, hakikat ve marifet yolunda sinek kanadı kadar da kıymet vermeye mecbur değilim. Ben onlardan ne kadar aşağı isem, onların üstadı dahi benim üstadımdan bin defa daha aşağıdır." (Sözler, Otuzuncu Söz, Birinci Maksat)
"Fikrin sönük ise, Kur’ân’ın güneşi altına gir, imanın nuruyla bak ki, yıldız böceği olan fikrin yerine herbir âyet-i Kur’ân birer yıldız misillü sana ışık verir." (Sözler, Otuz İkinci Söz, Üçüncü Mevkıf)
"Kur’ân’daki anâsır-ı esasiye ve Kur’ân’ın takip ettiği maksatlar tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ile ibadet olmak üzere dörttür." (İşaratü'l-İ'caz, Fatiha Sûresi)
"Kur’ân, 'Müşahhas olduğu halde, efrad sahibi olan küllî' gibi tarif edilir." (İşaratü'l-İ'caz, Fatiha Sûresi)
"Kur’ân-ı Kerim, günahların cezası veya hayırların mükâfatı hakkında zikrettiği âyetlerde tahsisat yapmamış, âmm bir şekilde bırakmıştır ki, herkes zevkine göre fehmetsin." (İşaratü'l-İ'caz, Bakara Sûresi, 2.âyetin tefsiri)
"Kur’ân-ı Kerim, Cenâb-ı Hakkın vücut, vahdet ve azametine istidlâl suretiyle kâinattan bahsetmiştir. Yoksa, kâinatın bizzat keyfiyetini izah etmek için değildir." (İşaratü'l-İ'caz, Bakara Sûresi, 23-24.âyetin tefsiri)
"Bir çeşme başında su içip tatlılığını anlayan bir adam, bütün o çeşmeden teşaub eden arkları tecrübe etmeye hakkı yoktur; zira menbaı birdir. Kezalik, bir sûrenin muarazasından âciz kalan adamın, bütün Kur’ân’ı tecrübeye hakkı yoktur. Çünkü Kâtip birdir." (İşaratü'l-İ'caz, Bakara Sûresi, 23-24.âyetin tefsiri)
"Ateş azabı, Kur’ân’a imtisal etmeyen kâfirlere hazırlanmıştır. Hem bu ateş, tufan ve sair musibetler gibi iyi-kötü bütün insanlara şâmil musibetlerden değildir. Ancak bu musibeti celb eden, küfürdür. Bu belâdan kurtuluş çaresi, ancak Kur’ân-ı Kerime imtisaldir." (İşaratü'l-İ'caz, Bakara Sûresi, 23-24.âyetin tefsiri)
"Kur’ân-ı Kerim, umumî bir muallim ve bir mürşiddir. Halka-i dersinde oturan, nev-i beşerdir. Nev-i beşerin ekserisi avâmdır. Mürşidin nazarında ekall, eksere tâbidir. Yani, umumî irşadını ekallin hatırı için tahsis edemez." (İşaratü'l-İ'caz, Bakara Sûresi, 23-24.âyetin tefsiri)
"Kelâmını, yani Kur’ân’ını da resul olarak o âlem-i ef’âle gönderdi." (İşaratü'l-İ'caz, Bakara Sûresi, 26-27.âyetin tefsiri)
"Kur’ân-ı Kerim, usul ittihaz ettiği îcaz ve ihtisara binaen, temsilâtın âkıbetini, yani temsilâta terettüp eden dalâlet ve hidayeti, ille-i gaiye menzilesinde göstermiştir." (İşaratü'l-İ'caz, Bakara Sûresi, 26-27.âyetin tefsiri)
"Ey ehl-i iman! Sizi idam-ı ebedîden ve dünyevî ve uhrevî cehennemlerden kurtaran Kur’ân’ın himayeti altına mü’minâne ve mutemidâne giriniz." (Lem'alar, On Üçüncü Lem'a, Sekizinci İşaret)
"Kur’ân-ı Hakîmin eczahane-i kudsiyesinde, umum dertlerinize şifa verecek ilâçları vardır. Eğer iman ile ona müracaat edip ve ibadetle o ilâçları istimal etseniz, belinizde ve başınızdaki o ihtiyarlığın ve gamların ağır yükleri gayet hafifleşecektir." (Lem'alar, Yirmi Altıncı Lem'a, On İkinci Rica)
"Kur’ân-ı Hakîmin bir harfi için bir sahife yazılsa, uzun olmuş denilmemeli. Çünkü kelâmullahtır... Bazan Kur’ân’ın bir harfi, bir hazine-i mâneviyenin anahtarı olur." (Lem'alar, Yirmi Sekizinci Lem'a, Yirmi Altıncı Nükte)
"Kur’ân yıldızlarına perde çekilmez. Gözünü kapayan, yalnız kendi görmez; başkasına gece yapamaz." (Mektubat, On Altıncı Mektup, Üçüncü Nokta)
"Mürur-u zaman o üslûbu ihtiyarlatmıyor; daima genç ve tazedir. Öyle muntazam bir nesir ve mensur bir nazımdır ki, hem âli, hem tatlıdır." (Mektubat, On Dokuzuncu Mektup, On Sekizinci İşaret)
"Muaraza-i bilhuruf mümkün olmadı, muharebe-i bissüyufa mecbur oldular." (Mektubat, On Dokuzuncu Mektup, On Sekizinci İşaret)
"Kur’ân’ın içinde öyle bir göz var ki, bütün kâinatı görür, ihata eder ve bir kitabın sahifeleri gibi kâinatı göz önünde tutar, tabakatını ve âlemlerini beyan eder. Bir saatin san’atkârı nasıl saatini çevirir, açar, gösterir, tarif eder. Kur’ân dahi, elinde kâinatı tutmuş, öyle yapıyor." (Mektubat, On Dokuzuncu Mektup, On Sekizinci İşaret)
"Yârân istersen Kur’ân yeter. Evet, ondaki enbiya ve melâike ile hayalen görüşür ve vukuatlarını seyredip ünsiyet eder." (Mektubat, Yirmi Üçüncü Mektup, Yedinci Sual)
"Kur’ân için sahibü’l-yed, taraf-ı İlâhîdir." (Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup, Birinci Mebhas)
"Kur’ân-ı Hakîm, ehl-i şuura imamdır, cin ve inse mürşiddir, ehl-i kemâle rehberdir, ehl-i hakikate muallimdir." (Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup, Birinci Mebhas)
"Kur’ân-ı Hakîm mürşidimizdir, üstadımızdır, imamımızdır, her bir âdabda rehberimizdir." (Mektubat, Yirmi Sekizinci Mektup, Yedinci Risale olan Yedinci Mesele)
"Kur’ân bitmez ve tükenmez bir hazinedir. Her asır, nusus ve muhkemâtını teslim ve kabul ile beraber, tetimmat kabilinden, hakaik-i hafiyesinden dahi hissesini alır, başkasının gizli kalmış hissesine ilişmez." (Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, Birinci Risale olan Birinci Kısım)
"Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alîl bir uzvun reçetesi, ittibâ-ı Kur’ân’dır." (Mektubat, Hakikat çekirdekleri)
"Zaman ihtiyarlandıkça Kur’ân gençleşiyor, rümuzu tavazzuh ediyor. Nur, nar göründüğü gibi, bazan şiddet-i belâğat dahi mübalâğa görünür." (Mektubat, Hakikat çekirdekleri)
"Kur’ân’ın okunuşunda yüksek bir selâset vardır ki, lisanlara ağır gelmez. Büyük bir selâmet vardır ki, lâfzan ve mânen hatâdan sâlimdir." (Mesnevi-i Nuriye, Habbe)
"Âyetler arasında büyük bir tesanüt vardır ki, kârgir binalar gibi, âyetleri birbirine dayanarak bünye-i Kur’âniyeyi sarsılmaktan vikaye ediyor." (Mesnevi-i Nuriye, Habbe)
"Büyük bir tenâsüp, tecâvüp, teâvün vardır ki, âyetleri birbirine ecnebî olmadığı gibi, birbirinin vuzuhuna yardım, istizahına cevap veriyor." (Mesnevi-i Nuriye, Habbe)
"Parça parça, ayrı ayrı zamanlarda nâzil olduğu halde, şiddet-i tenâsüpten sanki bir defada nâzil olmuştur. Esbab-ı nüzul ayrı ayrı ve mütebâyin olduğu halde, şiddet-i tesânütten, sanki sebep birdir." (Mesnevi-i Nuriye, Habbe)
"Mükerrer, mütefavit suallere cevap olduğu halde şiddet-i imtizaç ve ittihaddan sanki sual birdir. Müteaddit, mütegayir hâdisâta beyan olduğu halde, kemâl-i intizamdan, sanki hâdise birdir ve bir hâdiseye cevaptır." (Mesnevi-i Nuriye, Habbe)
"Kur’ân kalblere kuvvet ve gıdadır, ruhlara şifâdır. Gıdanın tekrarı, kuvveti arttırır." (Mesnevi-i Nuriye, Habbe)
"İnsan, hayat-ı ruhiyesi cihetiyle Kur’ân’da zikredilen bütün nevilere muhtaçtır. Bazı nevilere her anda muhtaçtır: Hüvallah gibi. Çünkü ruh bununla nefes alıyor." (Mesnevi-i Nuriye, Habbe)
"Hayat-ı kalbiyenin ihtiyaçlarına binaen, Kur’ân tekrarlar yapıyor. Meselâ, Bismillâh, hava-i nesîmî gibi kalbi ve ruhu tatmin ettiğinden, kesret-i ihtiyaca binaen Kur’ân’da çok tekrar edilmiştir." (Mesnevi-i Nuriye, Habbe)
"Kur’ân hem zikirdir, hem fikirdir, hem hikmettir, hem ilimdir, hem hakikattir, hem şeriattır, hem sadırlara şifa, mü’minlere hüdâ ve rahmettir." (Mesnevi-i Nuriye, Habbe)
"Kur’ân-ı Kerim, bütün insanlara rahmettir. Çünkü herbir insanın şu hakikî âlemden kendisine mahsus hayalî bir âlemi olduğu gibi, herkes kendi meşrebine göre Kur’ân’dan fehim ve iktibas ettiği, (hâfızasında) kendisine has bir Kur’ân vardır ki, onun ruhunu terbiye, kalbini tedavi eder." (Mesnevi-i Nuriye, Zeylü'l-Habbe)
"Bir âyetin sair âyât-ı Kur’âniye ile pek ince münasebetleri, ittisal cihetleri vardır. Aralarında vahşet yoktur. Bu itibarla, müteaddit sûrelerden alınan âyetler küçük bir Kur’ân hükmünde olur." (Mesnevi-i Nuriye, Zeylü'l-Habbe)
"Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân’ın hak ve hakikat olduğuna en sâdık deliller: Tevhidin bütün iktizâlarını ve lâzımlarını mertebeleriyle muhafaza etmesidir. Esmâ-i Hüsnânın tenasüp ve iktizası üzerine hakaik-i âliye-i İlâhiyedeki muvazeneyi müraat etmesidir. Rububiyet ve ulûhiyete âit şuûnatı kemâl-i muvazene ile cem etmesidir." (Mesnevi-i Nuriye, Zeylü'l-Habbe)
"Kur’ân da o defineyi keşfetmek için o denize dalmıştır. Fakat Kur’ân’ın gözü açık olduğundan, defineyi tamamıyla ihata ile görmüştür." (Mesnevi-i Nuriye, Zeylü'l-Habbe)
"Kur’ân, âyetleriyle insanların nazarını melûfatları olan şeylere çeviriyor. Âyetler, necimler gibi ülfet perdesini deler, atar. İnsanın kulağından tutar, başını eğdirir. O ülfetin altındaki havâriku’l-âdât mu’cizeleri o âdiyat içerisinde gösterir." (Mesnevi-i Nuriye, Şemme)
"Menba-ı ulûm ve maden-i esrar ve fıtratın tercüman-ı âyât-ı tekviniyesi ve edebiyatın mu’cize-i kübrâsı ve lisanü’l-gayb olan Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyan, o kanun-u tevafukîyi, işârâtında istihdam, istimal etmesi i’câzının muktezasıdır." (Şualar, Birinci Şua)
"Kur’ân, bütün mu’cizatıyla ve hakkaniyetine delil olan bütün hakaikiyle, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın bir mu’cizesidir." (Şualar, Yedinci Şua, Âyetü'l-Kübra)
"Kur’ân-ı Hakîm bu zemin kafasının aklı ve kuvve-i müfekkiresidir." (Şualar, On Dördüncü Şua)
"Kur’ân Arşı ferş ile bağlamış bir zincir, bir hablullahtır; câzibe-i umumiyeden ziyade zemini muhafaza ediyor." (Şualar, On Dördüncü Şua)
"Kur’ân’a ait mesâille iştigal, bir nevi mânevî mütefekkirane Kur’ân okumak hükmündedir. Hem ibadet, hem ilim, hem marifet, hem tefekkür, hem kıraat-i Kur’ân mânâları risalelerin istinsah ve mütalâalarında vardır itikadındayız." (Barla Lahikası, 257.Mektup)
"Dünyanın mahiyeti anlaşıldıktan sonra, elbette hayat-ı ebediyeden başka beşeriyetin o inkisar-ı hayal yarasını tedavi edecek Kur’ân’dan başka yoktur." (Emirdağ Lâhikası-I, 184.Mektup)
"Kur’ân’da bin Kur’ân’lar var ki, şahs-ı küllî olmuş." (Emirdağ Lâhikası-II, 73.Mektup)
"Bu kâinatta ve her asırda en büyük makam Kur’ân’ındır. Ve her harfinde, ondan tâ binler sevap bulunan Kur’ân’ın hıfzı ve kırâati her hizmete mukaddem ve müreccahtır." (Kastamonu Lâhikası, 44.Mektup)
"Kur’ân’a her zaman beşerin ihtiyacı var." (Tarihçe-i Hayat, Önsöz)
"Kur’ân hakaikinin hıfzının daha ziyade lüzumu var." (Tarihçe-i Hayat, İlk Hayatı)
"Beş yüz senedir yattığınız yeter! Artık Kur’ân’ın sabahında uyanınız. Yoksa, Kur’ân-ı Kerîmin güneşinden gözlerinizi kapatarak gaflet sahrasında yatmakla vahşet ve gaflet sizi yağma edip perişan edecektir." (Tarihçe-i Hayat, Barla Hayatı)
"Ey âlem-i İslâm! Uyan, Kur’ân’a sarıl, İslâmiyete maddî ve mânevî bütün varlığınla müteveccih ol!" (Tarihçe-i Hayat, Barla Hayatı)
"Zaman ihtiyarlandıkça Kur’ân gençleşiyor, rumuzu, tavazzuh ediyor." (İşârât)
"Kur’ân’ı tefsir edecek, yine Kur’ân ve hadis-i sahihtir." (Muhakemat, Birinci Makale, Üçüncü Mukaddeme)
"Bazı âyât ve ehâdis vardır ki, mutlakadır; külliye telâkki edilmiş. Hem öyleler vardır ki, münteşire-i muvakkatedir; daime zannedilmiş. Hem mukayyed var; âmm hesap edilmiş." (Sünûhat)
"Eğer cemaat-i İslâmiyenin hâcât-ı zaruriye-i diniyesi bizzat Kur’ân’a müteveccih olsa idi, o Kitab-ı Mübîn, milyonlarca kitaplara taksim olunan rağbetten daha şedit bir rağbete, ihtiyaç neticesi olan bir teveccühe mazhar olur ve bu sûretle nüfus üzerinde bütün mânâsıyla hâkim ve nâfiz olurdu." (Sünûhat)
"Nev-i beşere rahmet olan Kur’ân, ancak umumun, lâakal ekseriyetin saadetini tazammun eden bir medeniyeti kabul eder." (Sünûhat)
"Kur’ân-ı Azîmüşşan lâyık olduğu mevki-i muallâyı bütün cihanda ihraz edecektir." (Sünûhat)
"Kur’ân, sâlihat’ı mutlak, müphem bırakıyor. Çünkü ahlâk ve faziletler, hüsün ve hayır çoğu nisbîdirler. Nev’den nev’e geçtikçe değişir. Sınıftan sınıfa nâzil oldukça ayrılır. Mahalden mahalle tebdil-i mekân ettikçe başkalaşır. Cihet muhtelif olsa muhtelif olur. Fertten cemaate, şahıstan millete çıktıkça mâhiyeti değişir." (Sünûhat)