Kur’ân-ı Kerim Mahlûk mudur?
Değerli Kardeşimiz;
Kur’ân-ı Kerim'in mahlûk olup olmama meselesinin temeli, Allah’ın sıfatları konusuna dayanır. Bu yüzden öncelikle Allah’ın sıfatları hususunda geniş bir izahat yaptıktan sonra, asıl meselemize bu malumat ışığında bakalım.
Cenâb-ı Hakk’ın aynî, gayrî, ne aynî ne de gayrî olmak üzere üç çeşit sıfatı vardır.
Aynî sıfatlar, Allah’ın tenzihi ve selbî sıfatlarına denir. Bunlar Vücûd, Kıdem, Beka, Muhâlefetünlil-havâdis, Kıyâmbi-nefsihî, Vahdâniyetdir. Bu sıfatlar Allah hakkında câiz olmayan mâna ve halleri bertaraf eden vasıflardır. Bu tenzihî sıfatlar iş ve icraat yapmazlar, onun için Allah’ın Zât-ı Akdes’inin aynı kabul edilmişlerdir. Yani bu sıfatlar Allah’ın Zâtının aynısıdır, başka bir mâna ve gayrılık ifâde etmezler.
Mesela; "Vücûd" sıfatı Allah’ın Zâtının varlığını ifâde eden bir sıfattır. Zıt mânâ olan ademi, yani yokluğu bertaraf eder. Kıdem, başlangıçtan münezzeh olmasını gösterir. Bekâ ise, sonu olmamayı ifâde eder. Bu sıfatlar fâil değillerdir, bir kudret, bir irâde gibi tasarrufları yoktur.
Gayrî sıfatlar, Allah’ın fiilî olan sıfatlarına denir. Bu fiilî sıfatların ise miktarı ve sınırı yoktur.
Bu fiilî sıfatların çokluğu ise, Allah’ın kudret sıfatının muhtelif mevcudattaki muhtelif tecelliyatından ibarettir. Mesela; Allah’ın kudret sıfatı bir çekirdeğin açılmasında tecelli ederken Fettâh nâmını alıyor, bir canlının ölümünde Mümit ismini alıyor, bir hayat bahşederken Muhyî ismini alıyor, canlılara rızık verirken Rezzâk nâmını alıyor ve hâkeza...
Bu sıfatlar, kâinat ve mahlûkatın yaratılması ile meydana çıktıkları için, Ehl-i Sünnet’e göre hâdistirler. Ama bu isimlerin arka cephesinde asıl iş gören ve icra eden Kudret sıfatı, ezelî ve ebedîdir. Onun için Allah, ezelde Rezzâk, Muhyî, Fettâh değildi demek, mânasız olur. Allah, ezelde Kudret itibâri ile bu gibi fiilî isimlere sahipti ama tecelli ve yaratma ile bu isimler meydana çıktığından hâdis oluyorlar.
Ne aynî ne de gayrî olan sıfatlar ise, Allah’ın Zâtî ve Sübûtî olan sıfatlarına denir. Bunlar Hayât, İlim, İrâde, Kudret, Sem’, Basar, Kelâm ve Tekvin’dir. Bu sıfatlar kâinatta iş ve icraat gören ve tasarruf ve tecellileri olan hakîki ve müessir sıfatlardır. Bu sıfatlar selbî ve gayrî sıfatlar gibi mâneviye ve tenzihî sıfatlar değildirler. Allah’ın Zâtından başka mâna ve esasları olan, ama ondan da müstakil olmayan sıfatlardır. Onun için ne ayn, ne gayr mânasını ifâde eden Allah’ın Zât-ı Akdes’ine zâid ve O’nunla kâim sıfatlar denilmiştir. Ne o, ne de onsuz olabilir.
Bu sıfatların Allah’ın Zâtı ile olan alâkası ve durumu İlm-i Kelâm ve felsefenin en esaslı ve ihtilaflı konusudur. Biz burada üç grubun fikrini hülasa olarak izâh edeceğiz ki, mesele vuzuha kavuşsun...
Öncelikle Ehl-i sünnet’in dışındaki iki görüşü aktaralım:
Birincisi: Mûteziledir. Bunlar, Allah’ın bu sekiz sıfatını tıpkı selbî sıfatlar gibi, O’nun Zât’ının aynı kabul edip, bu sıfatların vücûdunu inkâr ediyorlar. Yani bunlar, Allah’ın Zâtı hem ilim hem irâde hem kudret ve sâire deyip, Zât'ından başka bir şeyi kabul etmiyorlar. Allah, kâinatta sıfatlar olmaksızın Zât’ı ile iş ve icraat yapıyor diyorlar. Bunun gerekçesi olarak da tenzihi gösteriyorlar. Yani Allah’ın Zât’ından başka Kadîm sıfatları kabul etmek, Kadîm Zâtların çoğalmasını gerektirir ki, bu da tevhid ve tenzihe zıt olur derler.
Mûtezilenin bu görüşü hem akla, hem de nakle zıt bir görüştür. Aklî açıdan ilim ve irâdeyi aynı kabul etmek, zaten açık bir safsatadır. Kur’ân’da ise Allah’a “ilimdir, kudrettir” demiyor, “Alîmdir, Kâdirdir” diyor. Yani ilim sahibidir, kudret sahibidir diyor. Bu da Mûtezilenin tezine zıt bir ifâdedir. Daha çok deliller var, ama biz numune nev’inden bunlarla iktifâ edelim.
İkincisi: Kerramiyelerin görüşüdür. Bunlar Allah’ın bu sekiz sıfatını Allah’ın Zât’ının tamamen haricinde ve ondan müstakil olarak değerlendirirler. O zaman Mûtezilenin dediği gibi Kadîm varlıkların çoğalması söz konusu olur ki, bu da şirktir. Mûtezilenin tepkisi ve onları tefrite yönlendiren sebep, Kerramiyenin ifrat fikirleridir. Kerramiye ekolünün savunduğu fikrin butlanı zâhirdir, izâh ve ispata lüzum yoktur.
Üçüncüsü: Ehl-i sünnet’in görüşüdür. Ehl-i sünnet’e göre Allah’ın Zâtî ve Subûtî sıfatları, Allah’ın Zât-ı Akdes’ine zâiddir. Yani O’nun ile kâimdir, O’nun ile ayakta durur, O’nun ile dâimîdir. Ama bununla beraber Allah’ın Zât-ı Akdes’inin aynı, mücâviri, muttasılı, mürekkebi, mücehhezi de değildir. Bu sıfatlar Allah’ın Zât’ının aynı değildirler, onun için Allah’a ve Zât’ına ilimdir, kudrettir, irâdedir demek yanlış oluyor. Bu sıfatlar Allah’ın Zât-ı Akdes’ine zâiddirler. Yani O değiller, ama O’nunla kâimdirler. Allah’ın Zât’ının aynı olmamaları gayrı olmalarını gerektirmez.
Mûtezile tefrit edip sıfatları Allah’ın zatının aynı kabul etmekle bu sıfatların varlığını inkâr ediyorlar. Kerramiye ifrat edip, sıfatlara Allah’tan bağımsız ulûhiyet isnât etmişler.
Ehl-i sünnet, ne sıfatları inkâr etmişler ne de ulûhiyete götürmüşler. Ehl-i hak olan, ehl-i vasat Ehl-i sünnet’tir.
Şimdi asıl konumuza geçebiliriz. Allah’ın icraat ve iş gören sıfatları hükmünde olan subûtî sıfatları, yani Hayat, İlim, İrade, Kudret, Sem, Basar, Kelam gibi sıfatları inkâr edip, sadece Allah’ın Zâtını kabul eden Mutezile mezhebine göre Kur’ân mahlûktur. Konuşma sıfatı olmayan bir Allah’ın Kitap aracılığı ile peygamberle konuşması düşünülemez. Böyle olunca Kur’ân kelam sıfatından gelen bir kitap değil, Allah’ın Zât’ı ile yarattığı bir mahlûktur. Yani "Kur’ân mahlûktur" fikrinin arka cephesinde Allah’ın kelam sıfatının inkârı yatar.
İşte Mutezile Mezhebi'nin şiddetli bir şekilde Kur’ân’ın mahlûk olduğunu ileri sürmesinin asıl sebebi budur. Tabiatiyle Ehl-i sünnet âlimleri de eserlerinde bu batıl fikre karşı cevaplar yazmışlardır.
Ehl-i sünnet âlimleri de "Kur’ân mahlûk değildir." derken, Allah’ın kelam sıfatının varlığına atıfta bulunuyorlar. Yani Allah, kelam sıfatı ile bu Kur’ân’ı insanlığa indirmiştir, yoksa Zât’ı ile bu kitabı yaratmış değildir, demek istiyorlar. Ancak, kelime ve cümleden teşekkül eden ve ağzımız ile okuduğumuz Mushaf-ı Şerif mahlûktur. Elimizde okuduğumuz Kur’ân Mushaf’ını mahlûk olmaktan çıkarıp farklı bir alana taşımamız saçmalık olur. Zaten Ehl-i sünnet de böyle bir iddianın içinde değildir.
Diğer bir ifade ile Kur’ân'a iki ayrı yönden bakmak gerekir:
1. Kur’ânın maddî ve mahlûk olan yönü ki, şu anda elimizde mevcut olan Kur’ânların kâğıdı, mürekkebi, kabı, sesi, mahreci ve kılıfı gibi gözle görülüp, kulakla işitilen ve elle tutulan şeylerdir.
2. Kur’ân'ın manevî ve İlahî bir sıfat olan Kelam ile alâkalı olan yönü. Bu yönüyle Kur’ân mahlûk değildir. Çünkü madem Allah ezelîdir; elbette sıfatları da ezelîdir. Bu sıfatlarından biri de kelam sıfatı da ezelîdir. Ve Kur’ân'a biz “Kelamullah” demekteyiz. Kelamullah, yani Allah'ın kelamı bir sıfat-ı İlâhîdir. Bu yönüyle Kur’ân mahlûk değildir. Bir sıfat-ı İlâhîdir ve Allah'ın bizden arzularını anlamamız için inzal edilmiştir ve bu inzal bir tenezzülat-ı İlâhîyedir.
Tarihte İbn-i Teymiyye’nin başını çektiği selefî cereyanı bu inceliği anlamadığı için, meseleyi yanlış noktalara çekmişlerdir. Ses ve harflerin de Allah’ın sıfatları gibi ezelî ve ebedî olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bunlara göre Allah ezelî olan ses ve harflerle konuşur. Kur’ân’ın elimizdeki mevcut halinin de bunun bir neticesi olduğunu iddia ediyorlar.
Ahmed İbn-i Hanbel meşhur mihnet hâdisesinde Mutezilenin sapkın ta’til sıfat fikrine karşı direnmiştir. Yoksa Kur’ân'ın mahlûk olan Mushaf’ına mahlûk değildir, dememiştir. Malum, o dönemde Abbasi halifelerinin bir kısmı Mutezile mezhebinden olduğu için, Ahmet İbn-i Hanbel’e zorla, "Kur’ân mahlûktur." dedirtmeye çalışmışlar; dedirtemedikleri için de eza ve cefa vermişlerdir. Bu hâdise de tarihte “mihnet” olarak adlandırılmıştır.
Kur’ân-ı Kerim'in iki yönü vardır. Bir yönü mahlûktur, diğer yönü ise mahlûk değildir.
Kur’ân’ın mahlûk olan yönü, elimizdeki kelime ve cümlelerden müteşekkil ve ağzımızda kıraat ettiğimiz iki kapak arasındaki kitaptır. Buna "Mahlûk değildir." demek bir nevi cismanî bir şeyi ilahlaştırmak mânâsına gelir. Ehl-i sünnet âlimleri de eserlerinde bu mânâya dikkat çekmişlerdir.
Kur’ân’ın mahlûk olmayan yönü ise, Allah’ın kelam-ı nefsaniyesine bakan yönüdür. Yani Allah, kelam sıfatı ile Kur’ân-ı Kerimi kelime ve cümle kurmaksızın, keyfiyetsiz bir şekilde nefsü'l-emirde, bizim idrakinden aciz olduğumuz bir şekilde hitap buyurmuştur.
Allah’ın konuşması ile kulun konuşması aynı değildir, birbirine de benzemez. İşte Mutezilenin inkâr ettiği yön burasıdır. "Allah konuşmaz, sadece yaratır." diye iddia ediyorlar. Allah’ın ezelî ve ebedî olan kelam sıfatını tamamı ile inkâr etmiş oluyorlar.
Cismanî Kur’ân’a Allah’ın kelamı denilmesinin sebebi ise, Allah’ın kelam sıfatının bir tecellisi olmasındandır. Zaten cismanî Kur’ân’ın da lafız ve mânâsını tespit ve tayin eden yine Allah’tır.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
tm kuranı kerim mahluk deil.
yane allahın indirdiği bütün kitaplar 100 suhuf tevrat incil zebur da mahluk deil demi hocam bunu soruyorum ?
Diğerleri de Kur'an gibidir.
Öyleyse Kuran neden Cebrail vasıtasıyla indiriliyor.Yoksa Alah Bir nur yani mahluk şeklinde mi cebrailde yaratılıyor.Yoksa direkt madem Allah kelamı neden Hz.peygambere neden direkt indirilmedi?
Kuran lafzi kısmı derken ne anlıyoruz.Bu kısmı mahluk mu.Yani Allha ayrıcadan peygambere s.a.v kendi kelamıyla da konuşyor?Birde kuran ın peygambere mucize peygamberinde kurana mucize olduğunu anlamıyorum.Kuran mucize derken neyi kastediyoruz.?
Cismanî Kur’ân’a Allah’ın kelamı denilmesinin sebebi ise, Allah’ın kelam sıfatının bir tecellisi olmasındandır. Zaten cismanî Kur’ân’ın da lafız ve mânâsını tespit ve tayin eden yine Allah’tır.Burada Cebrailin indiridiği kurandan bahsediyor değil mi.yani mahluk olan.Kelam sıfatnın tecellisinden gelen mucizeler bile rüyetten üstündür öyleyse değil mi.Yani böyle diyebilririz.
ben yukarıda da yazmıştım ama cevabını alamadım acaba dopru olduğu için mi yazmdınız yoksa başka bir sebepten mi.demiştim ki vCismanî Kur’ân’a Allah’ın kelamı denilmesinin sebebi ise, Allah’ın kelam sıfatının bir tecellisi olmasındandır. Zaten cismanî Kur’ân’ın da lafız ve mânâsını tespit ve tayin eden yine Allah’tır.Burada Cebrailin indiridiği kurandan bahsediyor değil mi.yani mahluk olan.Kelam sıfatnın tecellisinden gelen mucizeler bile rüyetten üstündür öyleyse değil mi yani cismani kuranın mucizeleri rüyet mucizesinden üstün müdür diye sormuştum.