On Beşinci Sözün Dördüncü Basamağını Açar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
Allah’ın çok isim ve sıfatları vardır ve her bir isim ve sıfatının manası ve hükmü, diğer isim ve sıfatının mana ve hükmünden farklıdır.
Mesela, Allah’ın Muhyi ismi hayat verirken, Mümit ismi de hayatı geri alır. Kudret sıfatı her şeyi anında yaratma durumunda ve kabiliyetinde iken, Hikmet sıfatı tedrici ve tertip ile yaratmayı iktiza ediyor. Müntakim ismi kafir ve zalimlerin hemen cezalandırılmasını isterken, Adil ismi mahkemeye çıkarıp yargılamak istiyor. Bu yüzden her isim ve sıfat kainat sahnesinde kendini görmek ve göstermek istiyor.
Bu yüzden kainat sahnesinde her isim ve sıfatın sahnelendiği bir daire, bir teşhir alanı vardır. O sahne ve teşhir alanında galip olan, o isim ve sıfattır, diğer isim ve sıfatlar ise o dairede ona tabidir, onun zımnındadır. Üstat bu manaya şu şekilde işaret ediyor:
"Temsilde hata olmasın, görüyoruz ki, nasıl ki bir padişahın daire-i hükûmeti itibarıyla ayrı ayrı pek çok ünvanları, isimleri bulunur. Meselâ daire-i adliye onu Hâkim-i Âdil ismiyle yad eder. Daire-i askeriye onu Kumandan-ı Âzam namıyla bilir. Daire-i meşihat onu Halife ismiyle zikreder. Daire-i mülkiye onu Sultan namiyle tanır. Mutî ahali ona Merhametkâr Padişah derler. Âsi insanlar ona Kahhar Hâkim derler. Daha bunlara kıyas et."
"İşte, bazı vakit oluyor ki, bütün ahali onun elinde olan o padişah-ı âli âciz, zelil bir âsiyi bir emirle idam etmiyor. Belki Hâkim-i Âdil ismiyle onu mahkemeye gönderir. Hem muktedir, hem sadık bir memurunu taltife liyakatini biliyor. Fakat hususî ilmiyle, hususî telefonuyla onu taltif etmiyor. Belki, haşmet-i saltanat ve tedbir-i hükûmet unvanıyla mükâfata istihkakını teşhir etmek için bir meydan-ı müsabaka açar, vezirine emreder, ahaliyi temâşâya davet eder. Bir istikbal-i siyasî yaptırır, muhteşem bir imtihan-ı ulvî neticesinde bir mecma-ı âlide onu taltif eder, liyakatini ilân eder. Daha başka cihetleri bunlara kıyas et."(1)
Bu isim ve sıfatlar tecelli olarak has bir alanda, has bir dairede kalmayıp, en küçük daireden en büyük daireye kadar her alanda kendini göstermek istiyor. Bu yüzden bir kanun olarak en küçük mahluktan en büyük mahluka kadar her şeyde tecelli ve tezahür ediyor. İnsanın en küçük dairesi olan kalbinde tut ta semavatın en büyük dairelerine kadar tecelli ve tezahür ediyor.
Mesela, insanın kalbindeki korku hissi Allah’ın celal isimler silsilesinin bir uzantısıdır. Aynı isimler zinciri semavatta büyük kürelerin ve galaksilerin tedbir ve idaresinde azamet ve haşmet olarak tezahür ediyor. Yani celali isimler silsilesinin insan kalbinden semaya kadar tecelli ve tezahür şekli vardır.
Mübarezeyi, yani çarpışmayı Allah, celali isimlerinin bir gereği olarak kainata bir kanun olarak vaz etmiştir. İman ile küfür, iyi ile kötü, hayır ile şer, melek ile şeytan, bunlar hep bu kanunun gereği olarak sürekli mübazere ve çarpışma içindedirler. Bu iki zıddın çarpışması ve mübazere etmesi, en küçük daireden tut en büyük daireye kadar her dairede cari bir kanundur. Üstat en küçük daire olan kalbin etrafında meleklerin ilhamı ile şeytanların verdiği vesveseden tut ta semada da melekler ve şeytanlar arasında bir çarpışmanın var olduğunu söylüyor. Cinni şeytanların semaya çıkıp oradan mele-i alaya (melekler meclisi) uzanıp kulak hırsızlığı yapmalarını önlemek için, melekler şeytanlara yıldızları savurarak savunma yaptığını şu ayet ifade ediyor:
"And olsun ki, dünya semasını biz kandillerle süsledik ve şeytanlar için o kandilleri birer taş yaptık." (Mülk, 67/5).
(1) bk. Sözler, On Beşinci Söz, Dördüncü Basamak
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
"Bütün âlemlerin Rabbi ve Müdebbiri ve Hâlıkı olan Zât-ı Zülcelâlin, ahkâmları ayrı ayrı pek çok namları ve ünvanları ve Esmâ-i Hüsnâsı vardır."
Ahkamlarının ayrı ayrı olması ne demek, açıklar mısınız?