"Radyo namını takmakla, bu elektrik ve havanın temevvücatı namını vermekle, o yüz bin nimetlere küfran perdesini çekmek,.." Sebeplere vermek yanlış mıdır?
Değerli Kardeşimiz;
Allah kâinatta sebepler vasıtası ile icraat yapıyor. Kâinatta her neticenin, bir sebep vasıtası ile olması adetullahtandır, yani Allah’ın değişmez bir kanunudur. Lakin sebepler çok adi ve basit iken, zahiren sebeplerden hâsıl olan neticeler, gayet derecede mükemmel ve çok san’atlı oluyor. Böyle olmasının hikmeti ise; insanın sebeplere takılıp neticeleri sebepten bilerek şirke ve şükürsüzlüğe gitmemesidir. Buna rağmen, insanların ekserisi, sebeplerin arkasında Allah’ın kudret elini ve isimlerini göremiyor, ya şirke düşüyor ya da gafletle sebeplere perestiş ediyor.
Evet, toprak, hava, su ve güneş eşyanın vücuda gelmesinde birer sebeptirler. Birinin olmaması halinde istenen maksat hâsıl olmaz. Ancak o neticeler o adi sebeplerin işi değildir. Küçük bir ceviz için koca bir ağacı vesile kılan Allah, ince bir telden kavun, karpuz ve kabak gibi nice sebze ve meyveleri yaratmaktadır. Tohum ekmeden buğday elde edilmez ama buğdayın meydana gelmesi şuursuz toprağın işi değildir. Bir mısır danesinden yüzlerce mısır yaratmak kudreti sonsuz olan Allah’a hastır.
Kendini bilen ve okuyan insan, Yüce Allah’ın bütün mahlûkatı en mükemmel bir şekilde terbiye ettiğini, onları insana hizmet için seferber kıldığını, eşyanın vücuda gelmesini bir takım sebeplere bağladığını anlar. Bütün sebeplerin birer perde olduğunu; o adi ve basit sebeplerden meydana gelen eşyanın ise harika, mükemmel ve kusursuz olduğunu görür. Ağacın meyve vermesi, nutfeden insanın yaratılması, yumurtalardan civcivlerin çıkması, kafatasında saçın bitmesi gibi harika işlerin, mükemmel neticelerin adi ve şuursuz sebeplerin işi olamayacağı, o sebepleri de onlardan meydana gelen harika neticeleri de yaratan sonsuz kudret sahibi Rabbine hamd eder.
İktiran: Sebeb ile neticenin beraber gelmesine denir. Elma ile elma ağacının, yumurta ile tavuğun, süt ile ineğin, bal ile arının insan zihnine beraber gelmeleri gibi. Hâlbuki Allah yumurtayı tavuksuz, sütü ineksiz, elmayı ağaçsız da verebilir.
Neticeyi sebeplerden bilenleri aldatan nokta; sebeb ile neticenin sürekli beraber olmalarıdır. Yumurtanın sebebi tavuktur ve bu Allah’ın bir âdeti ve kanunu olmasından dolayı, devamlı olarak böyle cereyan ediyor. İşte bu ikisinin beraber gelmesi ve devamlı olması yumurtanın tavuk tarafından yapıldığı zannını doğuruyor. Bu zanna iktiran denir.
Determinist (âlemde her şeyi sebeplere veren bir felsefe) ve maddeci felsefeyi de aldatan nokta; sebep ve neticenin sürekli beraber gelmesidir.
Kâinatta her şeyin illeti Allah’ın irade ve kudretidir. Sebepler ise, arada sadece bir perde ve bir vasıtadır. Bunun en büyük ispatı, sebeplerin adi ve basit, onlardan çıkan neticelerin mükemmel olmasıdır. Elma mükemmeldir, ağaç ise âdi, basit, şuursuz ve şefkatsiz bir vasıtadır. Ağacın elmayı icad ettiğini savunmak, akıl işi değildir. Zira elmanın teşekkülünde bütün kâinat çarkları işliyor. Bütün kâinatı kudret elinde tutamayan elmayı icad edemez. Bir insan, ağacın, bütün kâinatı sevk ve idare ettiğini kabul ederse, o zaman "elmayı ağaç yapmıştır" diyebilir. Bunu en ahmak bir insan bile kabul etmeyeceğine göre, elmanın tek yaratıcısı Allah’tır.
Meyveyi daldan koparırız. Bu her zaman böyle olagelmiştir. Dal ile meyve arasında, “mukarenet” yani yakınlık vardır. Bu hâdiseye gaflet nazarıyla ve üstünkörü bakan bir insan, o İlâhî mucizeyi ağacın yaptığını zannedebilir. Suyu ve toprağı ağaç yapan bir kudretin, o ağaçtan da meyveler çıkardığını düşünmek istemez. Meyvenin ifade ettiği ince mânaların ağaçla bir alakası olmadığını da anlamaya yanaşmaz.
Meselâ, o meyve insana rızık olarak takdim edilmiştir; ağaç bunun gafilidir. Onun tadı, kokusu, rengi insana göre ve insan için verilmiştir; ağaç bundan habersizdir.
İnsanoğlu o meyveyi yemekle bir şükür imtihanı geçiriyor. Ve o meyveden ileride cennet nimetleri yahut cehennem azabı çıkacaktır. Ağaç bunu bilmenin çok ötelerindedir.
Demek oluyor ki, o ağaç bu haliyle, üzerine yazılan hikmetli sözlerden hiç haberi olmayan bir sayfadan farksızdır.
O ilim ve sanat yüklü yazıyı okuyanlar, kâğıdı hiç dikkate almazlar bile. Bütün nazarlarını yazıya ve yazara hasrederler. Ama gel gör ki, yazı ile kâğıt arasındaki bu yakınlığa aldanarak, yazıyı kâğıdın yazdığını iddia edecek kadar bir düşünce sefaletine düşenler de çıkabilmektedir.
Böyle birisi, meyveyi dalından koparırken, ne kadar harika bir sahne sergilediğinin farkında değildir. Ağacın gövdesinden büyükçe bir dal uzanmış, ondan yine bir başka dal çıkıvermiş ve bu ikinci dala meyveler takılmış. Bunun bir benzeri de meyveyi koparan adamda sergileniyor. Gövdeden kol uzanmış, koldan el çıkıvermiş ve bu el, beş parmağının marifetiyle, o meyveyi tutmayı ve koparmayı başarmış.
Bu asırlarca böyle olagelmiş ve böyle de gidecektir. Ama insanın kolu her devirde gövdesinden çıkmış diye insanoğlu, “kolumu gövdem yaptı,” diyebiliyor mu? Aynı şekilde, eli koluna bağlı diye, “elimin ustası kolumdur” hükmüne varıyor mu?
Nur Külliyatı’nda bu hakikat şöylece ders verilir:
“Devamlı mukarenet, illiyete delil olamaz.” (Mesnevî-i Nuriye)
Mukarenetin, yakınlık, birleşmek, bitişmek gibi mânâlara geldiği daha önce ifade edilmişti.
“Devamlı” kelimesinden hareketle, meselenin bir de tersini düşünelim. Yani, mukarenet süreklilik arz etmesin; bazen olsun, bazen olmasın.
Bir ağaç bazen elma, bazen armut, bazen muz, bazen patates, bazen domates verseydi, belki o zaman, bu işleri ağacın kendi iradesiyle yaptığı vehmine kapılanlar olabilirdi. Ama mukarenetin devamlı olması, ağaca atfedilen o vehmî iradeyi ortadan kaldırır; onun bir İlâhî memur olduğunu ders verir ve yaptığı şeylerde hakiki illet olmadığını akıl sahiplerine adeta haykırır.
İllet ise; bir şeyin hakiki yaratıcına ve mucidine denir. Kâinatta her şeyin illeti ve yaratıcısı, yani hakiki sebebi, Allah’ın irade ve kudretidir. Neticelere vasıta olan sebepler ise, arada sadece bir perde ve vesiledir. Bunun en büyük ispatı; sebeplerin âdi ve basit, ondan hâsıl olan neticenin mükemmel ve sanatlı olmasıdır. Elma mükemmeldir, ağaç ise âdi ve basittir. Ağacın elmayı icad ettiğini savunmak ahmaklıktan başka bir şey değildir. Zira elmanın teşekkülünde bütün kâinat çarkları işliyor, bütün kâinatı kudret elinde tutamayan elmayı da icad edemez. Ağacın, bütün kâinatın Rabbi ve İlahı olduğunu akıl kabul ederse, o zaman elma ağacındır demek doğru olur, bunu en ahmak bile kabul etmeyeceğine göre elmanın tek yaratıcısı Allah’tır.
Bir ağaç sayılamayacak kadar çok atomdan terkip edilmiş bir kudret mu’cizesidir. Üzerinde yer aldığı topraktan, kendisini kuşatan havaya, bulutları taşıyan rüzgâra, suları buharlaştıran Güneş’e kadar her şey ona hizmet etmektedir. O ağaç meyveleri bütün kâinatın bir fabrika gibi çalışması ve yardımına koşmasıyla vermektedir. Bu da Allah’ın sonsuz kudretiyle gerçekleşmektedir.
Başımızda saç bitiren, parmaklarımızdan tırnak çıkaran Allah, rahmet ve inayetiyle ağacın başında da meyve bitiriyor. Kimse başında biten saçı kafatasının yaptığını söyleyebilir mi? Kafatasında saç, odundan meyve çıkarmak Allah’a mahsustur.
Küçük bir cam parçası dünyadan bir milyon üç yüz on defa büyük olan Güneş’i içine alabiliyor. Güneş'in aksinin görünmesiyle ayna Güneş’e ma’kes olmuş olur. Şimdi o ışığı aynanın yaptığı iddia edilebilir mi?
Ne ışık Güneş'in malıdır, ne çiçekler bahçenin san’atı, ne de bebekler annelerinin eseri. Bunların tümü Allah’ın mülkü, O’nun eseri, O’nun san’atıdır. Şu var ki, şu hikmet dünyasında o eserler bu sebeplere bağlanarak gönderilmişlerdir. Bu bağlar da O’nundur, onlara bağlananlar da.
Radyodaki büyük nimetin de elbette bir sebebi vardır ki; bu hava dalgası şeklinde tarif ediliyor. Şimdi radyo gibi mükemmel bir neticeyi ve nimeti hava dalgası yapıyor deyip, burada Allah’ın Rububiyet ve tasarrufunu görmezlikten gelmek elbette bir şirktir ve şükürsüzlüktür. Yoksa Üstad Hazretleri radyonun basit bir sebebi olan hava dalgasını inkâr etmiyor. Kabul edilmeyen husus; hava dalgasının radyonun yaratıcısı olduğu fikridir. Bu farkı iyi anlamak lazımdır. İlmî bir bilgiyi inkâr etmek, onun adi sebeplere veren inkâr felsefeyi kabul etmemek başkadır. Üstad'ın burada yaptığı ilmî bir buluşu inkâr etmek değil, onun üstünde yapılan dinsiz felsefeyi inkâr etmektir.
İlgili konuyu okumak için tıklayınız:
Sözler, On Üçüncü Söz, Hüve Nüktesi.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü