"Risale-i Nur şakirtleri dünyaya çok ehemmiyet vermediğimizden, dünyaya yalnız Risale-i Nur için baktığımızdan..." Ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
"Biz Risale-i Nur şakirtleri dünyaya çok ehemmiyet vermediğimizden, dünyaya yalnız Risale-i Nur için baktığımızdan, bu yağmursuzlukta dahi o noktadan bakıyoruz. İşte, Denizli'de mahkemeye verilen cüz'î bir kısım Risale-i Nur, sahiplerine iadesinin aynı zamanında, burada dahi bir kısım zatlar yazmaya başlamaları aynı vaktinde, bu yağmursuzlukta bir derece rahmet yağdı. Fakat Risale-i Nur'un serbestiyeti cüz'î olmasından, rahmet dahi cüz'î kaldı. İnşaallah, yakında benim de risalelerim iade edilecek, tam serbest ve intişarı küllîleşecek ve rahmet dahi tam olacak."(1)
"Arkadaş! Dünyanın üç vechi vardır:
Birisi: Âhirete bakar. Çünkü onun mezraasıdır.
İkincisi: Esmâ-i Hüsnâya bakar. Çünkü onların mektep ve tezgâhlarıdır.
Üçüncüsü: Kasten ve bizzat kendi kendine bakar. Bu vecihle insanların hevesatına, keyiflerine ve bu fâni hayatın tekâlifine medar olur. Nur-u imanla dünyanın evvelki iki vechine bakmak, manevî bir cennet gibi olur. Üçüncü vecih ise, dünyanın fena yüzüdür ki zâtî ve ehemmiyetli bir kıymeti yoktur...” (Mesnevi-i Nuriye)
Dünyanın birinci yüzü “ahirete tarla olma” yüzüdür. Dünya ebedî saadetin kazanıldığı bir tarladır. Ebedî bir hayatı netice vermesi cihetiyle dünyanın bu yüzü güzeldir ve sevilmeye lâyıktır. Bu dünya, insan aklının önüne serilmiş nice hikmet ve tılsımlarla dolu ilahî bir kitap ve Rabbanî bir sergidir. Diğer bir ifadeyle bu dünya bir çiftlik ve bir tarladır; insan burada ne ekerse orada onu biçer.
“İnsan istidadı nisbetinde burada ekiyor ve ekiliyor, ahirette mahsul alıyor.” (Sözler)
Bu dünyada imtihana tabi tutulmakla cennete ve cehenneme namzet olan iki kısım canlı var; insanlar ve cinler. İnsan yeryüzünün halifesidir. O yüksek istidadıyla cennet ve cehenneme en ehemmiyetli mahsuller gönderen de insan nev’idir. Burada ibadet, takva, zikir ve tefekkür gibi ulvî tohumları ekerek akıl ve ruhlarını tenvir edenler ahirette onu biçerler. Ulvî hakikatlerden mahrum olarak yaşayıp, başta büyük günahlar olmak üzere zulüm, yalan, gıybet ve iftira gibi zehirli tohumları ekenler de orada bunların mahsullerini biçerler.
İnsan bu dünyaya ebedî âlemde biçmek üzere “ömür dakikalarını” ekiyor. Yani, insan bu dünya hayatında ne ile vakit geçiriyorsa ömrünü o işte ekmiş oluyor. O iş hayırlı ise meyvesi cennet, şerli ise cehennem oluyor.
İnsan, aynı zaman diliminde birçok şeyi birlikte de ekebilmektedir. Hayırlı bir şey söylerken yahut dinlerken, o zaman içinde hem aklı, hem hayali, hem konuşması, hem işitmesi ve daha birçok hisleri bir bakıma ekilmektedir. O halde insan bu dünyada hem düşünce ekmekte, hem inanç ekmekte, hem görme, işitme, hayal etme, sevme, korkma, endişe ve daha nice manevî tohumlar ekmektedir. Bunların hepsinin hayırlı yönleri de vardır, şerli yönleri de. Biri cennet mahsulleri verir, diğeri cehennem. Ekimini tamamlayan her insan, sonunda toprağa girmekle bir bakıma kendisi de ekilmektedir
Dünyanın ikinci yüzü, “Allah’ın isimlerine ayna olma” yüzüdür.
Malumdur ki, manevî güzellikler tecelli etmeden bilinmez ve anlaşılmazlar. Meselâ, cömertlik güzel bir sıfattır, onu ancak muhtaçlara serilen sofrada seyrederiz. İlim manevî bir güzelliktir, onu da ancak ilmî eserlerde müşahede ederiz.
Cenâb-ı Hakk’ın da bütün esmasının güzellikleri bu güzel mahlûkatta tecelli etmeleriyle bilinir, tanınır ve sevilirler.
Burada “ayna” manasına “mektep ve tezgâh” kelimeleri kullanılmıştır. Mektep mekân ismidir, yazılan yer demektir. Tezgâh da bir şeyin dokunduğu yer manasına gelir. Böylece mahlûkat için iki ayrı benzetme yapılmış oluyor. Her varlık, birinciye göre, İlâhî bir mektuptur, ikinciye göre ise esma tecellileriyle dokunmuş birer kumaştır.
Dünya Allah’ın isim ve sıfatlarının talim edildiği bir mekteptir. İnsanın en mühim gayesi Allah’ın isim ve sıfatlarını talim edip hayatına tatbik etmektir. İşte dünyanın bu yüzünde bu mâna hâkimdir. Okumasını bilen için her varlık üstünde Cenab-ı Hakk’ın silinmez mührü ve taklit edilmez sikkesi ve turrası vardır.
Dünyanın üçüncü yüzü ise “Kasden ve bizzât kendi kendine bakar. Bu vecihle insanların hevesatına, keyiflerine ve bu fâni hayatın tekâlifine medar olur.”
Bir meyve ağacını örnek verelim. O meyveleri tefekkür eden, yiyip şükreden insanların manevi terakkilerine vesile olması yahut tabiatperest insanlar için de cehenneme bir sebep olması o ağacın ahirete bakan yönüdür.
Onda tecelli eden İlâhî isimler, dünyanın ikinci cihetine aittir.
O ağacın kendine bakan ciheti ise, Allah’ın harika bir eseri, Rabbanî bir tezgâhı olması, kendine mahsus tesbihler yapmasıdır.
İnsanların her hangi bir varlığa mana-yı ismiyle bakmaları ona “kasden ve bizzât” bakmaları demektir.
Dünyanın bu yüzü fani olduğundan zatî bir kıymeti yoktur. Yani, ilk iki cihet ihmal edilerek dünyanın fani yüzünden ne kadar istifade edilirse edilsin bir ehemmiyeti yoktur. Bir süre sonra o nimetler de, onlardan faydalananlar da toprak olup gideceklerdir.
Dünyanın ilk iki yüzünden lazım olan menfaati temin eden ve manen terakki eden bir insan, bu üçüncü yüzdeki nimetlerden de meşru dairede istifade edebilir. Buna hiçbir mani yoktur.
Cenab-ı Hak bu dünyayı, insanın ubudiyeti için bir mektep, bir talimgâh ve bir kışla olarak yaratmıştır. Öyle ise bu talimgâha ve mektebe gelenler, buradaki kulluk vazifelerini en iyi şekilde tekmil edip cennete layık bir insan olabilmenin azmi ve gayreti içinde olmalıdırlar.
Dünyanın "Üçüncü yüzü, insanın hevesâtına bakan ve gaflet perdesi olan ve ehl-i dünyanın mel'abe-i hevesâtı olan yüzdür. Şu yüz çirkindir. Çünkü fânidir, zâildir, elemlidir, aldatır. İşte, hadiste varid olan tahkir ve ehl-i hakikatin ettiği nefret, bu yüzdedir."
Allah’ı ve ahireti unutturan, ehl-i dünyanın mel’abegâhıdır yani oyun ve eğlence yeri olan, onları günah bataklığına sürükleyen dünyanın bu yüzü, çirkindir, zararlıdır, tehlikelidir, sevilmeye değil, tahkire ve nefrete lâyıktır. Dünyanın sevilmeyen ve nefrete layık olan yüzü ise, dünyayı bir eğlenceden ve oyalanmadan ibaret görenlerin ve sadece ona meftun olan ve ona hasr-ı nazar edenlerin dünyasıdır.
Bir ayet-i Kerimede dünyanın bu yüzü şöyle tasvir edilir:
“Dünya hayatı, eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise, Allah'tan korkanlar için daha hayırlıdır. Aklınızı kullanmaz mısınız?” (En’am Suresi, 6/32)
Oyun ve eğlencenin süresi azdır, çabuk geçer. İşte bu hayat da aynen öyledir. Oyun ve eğlenceyle genelde çocuklar ve cahiller meşgul olur. Akıllı kimseler fani ve geçici oyunlarla oyalanmaz ve onlara itibar etmezler. Dünyada insana zevk ve lezzet veren şeyler hem kıymetsiz hem de geçicidir, ahirete ait olan hakikatler ise daimîdir, kıymetlidir ve şereflidir. Nice güçlü ve saltanat sahibi kimseler vardır ki, kısa bir zaman sonra ya toprak altına girmiş veya zavallı bir duruma düşmüşlerdir. İnsanın bu dünyada elde ettiği mal ve servetten faydalanıp faydalanmayacağını bilemez. Velev ki, belli bir süre fayda görse bile yine bir gün onlar elinden çıkacaktır.
Evet, insanları gaflete sokan ve dalalete atan dünyanın bu yüzüdür. İnsan dünyanın bu yüzüne küsmeli ve onu kalben terk etmelidir. Şayet insan terk etmez ise, Allah bazı musibet ve hastalıklarla küstürür ki, bu, dünyanın insana küsmesi demektir. Dünyanın insana küsmesi, kaderden atılan ikaz ve ihtar taşlarıdır. Allah sevdiği kullarına dünyayı zindan ederek küstürür.
Asıl mesele, dünyanın lüzumsuz, malayani işlerinin ebedî hayatımıza zarar vermemesi, gafletle set çekmemesidir. Esas olan, dünyayı kesben değil, kalben terk etmektir. Gönlümüz Hak ile elimiz dünya ile olmalı.
Bu dünya misafirhanesinde Cenab-ı Hakk’ın emir ve yasaklarına riayet edip istikamet üzre yaşayanlar âhirette ebedî nimetlere nail olacaklardır. Dünyanın bir imtihan yeri ve bir misafirhane olduğunu unutarak kendilerine ihsan edilen maddî ve manevî duyguları nefs-i emmaresinin süflî arzuları için kullananlar ve ömrünü isyan ve gaflet içinde geçirenler de elim azaplara duçar olacaklardır. Zira “Dünyanın lezaizi zehirli bala benzer. Lezzeti nisbetinde elemi de vardır.”
Dünyanın bu yüzü fani olduğundan hiç bir kıymeti yoktur. Dünyanın ilk iki yüzü ihmal edilirse, bu üçüncü yüzünden ne kadar istifade edilirse edilsin, ne kadar mal, servet kazanılırsa kazanılsın, hangi yüksek makama gelinirse gelinsin bir ehemmiyeti yoktur. Bir süre sonra o nimetler de onlardan faydalananlar da toprak olup gideceklerdir.
Ne yazık ki, bu asırda insanların ekserisi dünyanın sadece üçüncü yüzüne hasr-ı nazar ediyor, akıl, kalp ve manevî latifeler aç bırakılıyor, bütün himmet ve gayretler bedenin beslenmesine ve rahatına veriliyor.
Dünyanın nefis ve hevaya bakan yüzü; tehlikeli ve küsülmesi gereken bir yüzdür. Zira insanları gaflet ve dalalete atan hep bu yüzüdür. Allah ve ahireti unutturan yüz; bu yüzdür. İşte insan bu yüze var gücü ile küsmesi ve terk etmesi gerekir. Şayet insan terk etmez ise, Allah bazı musibet ve hastalıklarla küstürür ki, bu dünyanın insana küsmesi demektir. Dünyanın insana küsmesi kaderden atılan ikaz ve ihtar taşlarıdır. Allah sevdiği kullarına dünyayı zindan ederek küstürür.
Nur talebeleri dünyanın üçüncü yüzüne hiç bakmamalıdırlar. Baksalar da Risale-i Nurlar hesabına ve onu alakadar eden cihetine bakmalıdırlar. Burada mühim olan nokta; dünyanın lüzumsuz malayani işlerinin, iman hizmetine set çekmemesidir, Üstad bunu ihtar ediyor. Yoksa bütün bütün dünyayı terkedin, demiyor.
(1) bk. Emirdağ Lâhikası-I, 14. Mektup.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü