"Birinci yüzü: Esma-i İlahiyeye bakar... İkinci yüzü: Ahirete bakar... Üçüncü yüzü: Fânilere, yani bizlere bakar..." Dünya ve eşyanın üç yüzünü izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"İKİNCİ NÜKTE: Dünyanın ve eşyanın üç tane yüzü var:"
"Birinci yüzü: Esma-i İlahiyeye bakar, onların ayineleridir. Bu yüze zeval ve firak ve adem giremez; belki tazelenmek ve teceddüd var."
"İkinci yüzü: Ahirete bakar, âlem-i bekaya nazar eder, onun tarlası hükmündedir. Bu yüzde, baki semereler ve meyveler yetiştirmek var; bekaya hizmet eder, fâni şeyleri baki hükmüne getirir. Bu yüzde dahi mevt ve zeval değil, belki hayat ve beka cilveleri var."
"Üçüncü yüzü: Fânilere, yani bizlere bakar ki, fânilerin ve ehl-i hevesatın maşukası ve ehl-i şuurun ticaretgâhı ve vazifedarların meydan-ı imtihanlarıdır. İşte bu üçüncü yüzündeki fenâ ve zeval, mevt ve ademin acılarına ve yaralarına merhem için, o üçüncü yüzün içyüzündeki bekà ve hayat cilveleri var."
"Elhasıl, şu mevcudat-ı seyyale, şu mahlukat-ı seyyare, Vâcibü’l-Vücudun envar-ı icat ve vücudunu tazelendirmek için müteharrik ayineler ve değişen mazharlardır."(Mektubat, Yirmi Dördüncü Mektup, Birinci Makam.)
Dünyanın mekteb, mezra’ ve mel’abegâh olmak üzere üç yüzü bulunuyor.
Dünya ve kâinat Allah’ın isim ve sıfatlarının talim edildiği bir mekteptir. Dünyanın bu yüzü güzeldir, sevilmeye ve övülmeye layıktır. Dünyanın bu yüzündeki talimi bakidir ve daimîdir. Yani insan bu dünya mektebinde Allah’ın isim ve sıfatlarını güzelce talim edip, hayatına aksettirirse, ebedî âlemde ebediyen istifade edecek, sonsuz bir ihsan ve ikramlara mazhar olacaktır. Ne mutlu dünyayı Allah’ın isim ve sıfatlarının talim edildiği bir mektep görünlere. İnsanın en mühim gayesi Allah’ın isim ve sıfatlarını talim edip hayatına tatbik etmektir. İşte dünyanın bu yüzünde bu mana hâkimdir.
"Birinci yüzü: Esmâ-i İlâhiyeye bakar, onların âyineleridir. Bu yüze zeval ve firak ve adem giremez; belki tazelenmek ve teceddüd var."
Buradaki zeval ve firak bir şeyin ebediyen yok olması manasındadır. Yani arkası ve devamı olmamak demektir. Kâinat, Allah’ın isimlerinin talim edildiği bir mekteptir. Bu ciheti ile asla ve kat’a ebedî bir şekilde helak ve yok olmaz. Kâinatın zahiren ölmesi ve kaybolması ise, bir tazelenmek ve yeni bir sayfa açmak manasına geliyor; yoksa ebedî olarak kaybolup yok olmuyor. Kâinat sahnesinden çekilen eşya ve manzaralar, maddî vücudunu bırakıyor, gaybî ve manevî birçok vücut âlemlerine gidiyor. Bu noktadan bakacak olursak eşya hakiki manada yok olmuyor, sadece mekân değiştiriyor.
Allah’ın her bir isminin bir manası ve de bir hükmü vardır. Bu isimler mana ve hükümlerini tatbik edip sergilemek isterler. Kâinat bu noktada Allah’ın isimlerinin mana ve hükümlerinin teşhir edildiği muhteşem bir meşherdir.
İsim nasıl baki ise kendini izhar ve ilan edeceği aynasının da baki olmasını ister. Bu yüzden eşya hiçbir zaman asla yokluğa gitmiyor, zevale mahkûm olmuyor.
Kâinat sahnesinin yenilenmesi ve tazelenmesi ise manaya dikkatleri çekmek ve ülfet ve gaflet hâlini gidermektir. Bir sahne devamlı yeknesak bir şekilde sabit dursa, belli bir süre sonra ülfet ve gaflet başlar, oradaki manalar tam okunamaz hale gelir. Allah bu halleri gidermek için sahneleri sürekli tazeleyip yeniliyor.
"İkinci yüzü ahirete bakar. Ahiretin tarlasıdır, cennetin mezraasıdır, rahmetin mezheresidir. Şu yüzü dahi, evvelki yüzü gibi güzeldir. Tahkire değil, muhabbete layıktır."
Dünya âhiretin bir tarlasıdır. İnsan dünyanın bu yüzünde ahiret hayatı için gerekli olan azık ve mahsulü temin eder. Burada eker, orada biçer. Dünyanın bu yüzünü de terk edip küsmek olmaz; tam aksine ne kadar çok çalışılırsa, ne kadar hayır ve hasenat ekilirse daha güzeldir
İnsan bu dünya tarlasına iyilik ve ibadetleri ekerse ahirette ebedî bir cennet olarak mahsul kaldıracaktır. Dünyanın bu yüzü de boşa gitmiyor. Bu husus ayette şu şekilde beyan ediliyor:
"Zerre ağırlığınca hayır yapan onu bulur. Zerre ağırlığınca şer yapan da onu bulur." (Zilzal, 99/7-8)
Zerre: Görünür görünmez derecede gayet küçük karınca, güneş ışığındada görülebilen zerrecikler demektir. En küçük bir hayır da şerrin de karşılığı alınacaktır.
Ebedî bir hayatı netice vermesi cihetiyle dünyanın bu yüzü de güzeldir ve sevilmeye lâyıktır.
Bu dünya, insan aklının önüne serilmiş nice hikmet ve tılsımlarla dolu ilahî bir kitap ve Rabbanî bir sergidir. Diğer bir ifadeyle bu dünya bir çiftlik ve bir tarladır; insan burada ne ekerse orada onu biçer. Burada ibadet, takva, zikir ve tefekkür gibi ulvî tohumları ekerek akıl ve ruhlarını tenvir edenler ahirette onu biçerler. Burada elhamdülillah diyen, orada onun meyvesini yer. Ancak bu ulvî hakikatlerden mahrum olarak yaşayıp, başta büyük günahlar olmak üzere zulüm, yalan, gıybet ve iftira gibi zehirli tohumları ekenler de orada bunların mahsullerini biçerler. Dünyanın sevilmeyen ve nefrete layık olan yüzü ise, dünyayı bir eğlenceden ve oyalanmadan ibaret görenlerin ve sadece ona meftun olan ve ona hasr-ı nazar edenlerin dünyasıdır.
"Üçüncü yüzü insanın hevesâtına bakan ve gaflet perdesi olan ve ehl-i dünyanın mel'abe-i hevesâtı olan yüzdür. Şu yüz çirkindir. Çünkü fânidir, zâildir, elemlidir, aldatır. İşte, hadiste varid olan tahkir ve ehl-i hakikatin ettiği nefret, bu yüzdedir."
Dünyanın bir de mel’abegâh yüzü vardır. Bu yüz dünyanın nefis ve heva cihetine sarf olunan yüzüdür. Mel’abegâh, eğlence oyun yeri manasına geliyor. İnsanın bu dünyaya iman ve ibadet için gönderildiğini unutup boş şeyler ve eğlenceler ile hayatını heba etmesidir ki bu yüz fânidir, ânîdir ve ahirette karşılığı azap ve ateşten başka bir şey değildir.
Dünyaya ilk iki yüzü ile bakanlar için dünya bir imtihan ve tecrübe yeridir, burada ekilir orada biçilir bir tarla hükmündedir. Üçüncü yüzü her ne kadar fâni ve zail olmuş olsa da ilk iki yüzüne çalışanlar bu fâniliğe bedel baki bir âlemi kazanıyorlar demektir.
Allah’ı ve ahireti unutturan, ehl-i dünyanın mel’abegâhıdır yani oyun ve eğlence yeri olan, onları günah bataklığına sürükleyen dünyanın bu yüzü, çirkindir, zararlıdır, tehlikelidir, sevilmeye değil tahkire lâyıktır.
“Dünya hayatı, eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise, Allah'tan korkanlar için daha hayırlıdır. Aklınızı kullanmaz mısınız?” (En’am, 6/32)
Oyun ve eğlencenin süresi azdır, çabuk geçer. İşte bu hayatta aynen öyledir. Oyun ve eğlenceyle genelde çocuklar ve cahiller meşgul olur. Akıllı kimseler fâni ve geçici oyunlarla oyalanmaz ve onlara itibar etmezler. Dünyada insana zevk ve lezzet veren şeyler hem değersiz hem de geçicidir, ahirete ait olan hakikatler ise daimîdir, kıymetlidir ve şereflidir. Nice güçlü ve saltanat sahibi kimseler vardır ki, kısa bir zaman sonra ya toprak altına girmiş veya zavallı bir duruma düşmüşlerdir. İnsanın bu dünyada elde ettiği mal ve servetten faydalanıp faydalanmayacağını bilemez. Velev ki, belli bir süre fayda görse bile yine bir gün onlar elinden çıkacaktır.
Evet, insanları gaflete sokan ve dalalete atan dünyanın bu yüzüdür. İnsan dünyanın bu yüzüne küsmeli ve onu kalben terk etmelidir. Şayet insan terk etmez ise, Allah bazı musibet ve hastalıklarla küstürür ki, bu, dünyanın insana küsmesi demektir. Dünyanın insana küsmesi, kaderden atılan ikaz ve ihtar taşlarıdır. Allah sevdiği kullarına dünyayı zindan ederek küstürür.
Mühim olan nokta, dünyanın lüzumsuz, malayani işlerinin iman hizmetine set çekmemesidir. Yoksa zühd ve takva bütün bütün dünyayı ve sebepleri terk etmek demek değildir. Dünyayı kesben değil, kalben terk etmeliyiz. Gönlümüz Hak ile elimiz dünya ile olmalı.
“Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için ahireti unutmasın, ahiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin; kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin; selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.” (Mektubat, On Altıncı Mektup)
Bu dünya misafirhanesinde Cenab-ı Hakk’ın emir ve yasaklarına riayet edip istikamet üzre yaşayanlar âhirette ebedî nimetlere nail olacaklardır. Dünyanın bir imtihan yeri ve bir misafirhane olduğunu unutarak kendilerine ihsan edilen maddî ve manevî duyguları nefs-i emmaresinin süflî arzuları için kullananlar ve ömrünü isyan ve gaflet içinde geçirenler de elim azaplara düçar olacaklardır. Zira, “Dünyanın lezaizi zehirli bala benzer. Lezzeti nisbetinde elemi de vardır.”
17. Söz'de denildiği gibi; dünya; Bir kitab-ı Samedânidir... Hem bir mezraadır... Hem birbiri arkasında dâim gelip geçen âyineler mecmuasıdır... Hem seyyar bir ticâretgâhdır... Hem muvakkat bir seyrangâhtır, hem bir misâfirhânedir...
Cenab-ı Hak bu dünyayı, insanın ubudiyeti için bir mektep, bir talimgâh ve bir kışla olarak yaratmıştır. Öyle ise bu talimgâha ve mektebe gelenler, buradaki kulluk vazifelerini en iyi şekilde tekmil edip cennete layık bir insan olabilmenin azmi ve gayreti içinde olmalıdırlar.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
üçüncü yüzün içyüzündeki bekà ve hayat cilveleri var."izah eder misiniz
"Üçüncü yüzü: Fânilere, yani bizlere bakar ki, fânilerin ve ehl-i hevesâtın mâşukası ve ehl-i şuurun ticaretgâhı ve vazifedarların meydan-ı imtihanlarıdır. İşte bu üçüncü yüzündeki fenâ ve zevâl, mevt ve ademin acılarına ve yaralarına merhem için, o üçüncü yüzün içyüzündeki bekà ve hayat cilveleri var."
Üçüncü yüz her ne kadar insanın nefsine ve hevasına bakıyor olsa da beka ve hayatın cilveleri bu yüzde de kendini gösteriyor.
Mesela her bahar mevsiminde meyve ve sebzelerin düzenli bir şekilde çıkması ehl-i dünya için küçük bir beka hissini veriyor. Yani hiçbir kafir ben bu sene elma yedim bir daha elma yiyemeyeceğim diye bir yokluk hissine kapılmıyor. Öyle ki dünyayı layemut (ölümsüz) olarak telakki ediyor.
Bu cilveler olmasa idi inkarcıların dünya hayatından zevk ve lezzet alması imkansız olurdu.
"İşte bu üçüncü yüzündeki fenâ ve zevâl, mevt ve ademin acılarına ve yaralarına merhem için, o üçüncü yüzün içyüzündeki bekà ve hayat cilveleri var." İzah eder misiniz?
Beka ve hayat cilveleri fani şeyler üzerinde görülüyor ki fenâ ve zevâl, mevt ve ademin acılarına ve yaralarına birer merhem olsun. Bu cilve ve işaretler olmasa o zaman fenâ ve zevâl, mevt ve ademin acıları ve yaraları hayatı bütünü ile çekilmez kılar kafirler dünya hayatından zerre kadar lezzet alamazdı.
Beka ve hayat cilveleri zeval ve fenanın acılarını dengeliyor hayatı yaşanır ve zevk alınır bir hale sokuyor. Bu değerlendirme ahireti inkar edip gözünü sadece dünyaya dikenler içindir. Mümin zaten bekaya iman ettiği için fena ve zeval onun için söz konusu değil.
Küçük beka kırıntıları ve hayatın tatlı cilveleri kafirin dünyasında fena ve zeval düşüncesini tadil ve tahfif edip dünyayı yaşanır hale sokuyor. Yoksa herşeyin yokluğa ve fenaya gittiğine inanan bir adamın şu dünya hayatından zevk alması hayata sarılabilmesi mümkün değildir. Nitekim bazıları fena ve ademe kendini kaptırıp beka ve hayat cilvelerini göremediği zaman intihar ediyor.