Risale-i Nur'dan önceki diğer mücedditler zamanında, onların kitaplarını okumak da o zamanın en kestirme yolları mıydı?
Değerli Kardeşimiz;
Her dönemin bir hükmü vardır. Meselâ; bu dönemin hükmü ve icabı; imanı kurtarmak ve sağlamlaştırmaktır. Zira bu zamanda inkâr; fen ve felsefeden geliyor ve insanların aklına şüpher atıyor. Bu yüzden, bu dönem Müceddidi, bütün mesaisini imana ve farzların ifasına teksif etmesi gerekiyor. Üstad'ın iman üzerine yoğunlaşması bu sebepledir.
Geçmiş dönemlerinin hastalıkları da çaraesi de farklı idi ve başka şekilde gerçekleşmiştir. Meselâ; İmam Gazali döneminde felsefe ve filozoflara, üst seviyeden cevap verilirken, diğer taraftan imanı ve ameli kavi olan ümmete, takva ve azimette teşvik yapılmıştır.
Sapkın fırkaların ve sünneti tehdit eden bid'atların yaygın olduğu dönemde, İmam Rabbani Hazretleri eserlerini Ehl-i Sünnetin muhafazası ve bid'atların tardedilmesi hususunda yazmıştır. Yani dönemin hastalığı ne ise; deva da ona göredir. Her dönemin hastalığı iman zafiyeti değildir.
Her dönemde gelen müceddidler, kendi dönemi açısından en istikametli ve en selametli yolu insanlara göstermişlerdir. Bu dönemde Risale-i Nurlar ne ise, o dönemlerde de müceddidler ve eserleri o manadadır. Üstad'ın şu sözleri bu manaya işaret ediyor:
"Ben tahmin ediyorum ki, eğer Şeyh Abdülkadir Geylânî (r.a.) ve Şah-ı Nakşibend (r.a.) ve İmam-ı Rabbânî (r.a.) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakaik-i imaniyenin ve akaid-i İslâmiyenin takviyesine sarf edeceklerdi." (Mektubat, Beşinci Mektup)
İnsanın iman ve itikat dünyasında bir arıza ve bir hastalık oldu mu bu diğer bütün sahalara da akseder.
Meselâ, imanında şek ve şüphe olan birisinin ibadetleri fasit, ahlakı bozuk olur. İbadetin ve güzel ahlakın temeli sağlam ve sarsılmaz bir imandır. İman en küçük bir şüpheyi dahi kaldırmaz. İmandaki zerre kadar bir şüphe, ebedî saadetin felaketine sebep olur. İman hem dünya hayatının hem de ahiret hayatının bir vesikası ve senedidir. Bu yüzden, bir insan için en mühim vazife, imanı sağlam ve sarsılmaz bir hale getirmektir. Bütün İslam âlimlerinin ilk ve esas gayesi bu olmuştur. Ama bu bazı zaman dilimlerinde daha da bir ehemmiyet kesbetmiştir.
Bilhassa fen ve felsefeden beslenen inkârcı ve maddeci düşünce, bu zamanda çok insanların imanını zedelemekte ve itikadını bozmaktadır. Üstad Hazretlerinin ifadesi ile materyalist felsefenin tesirinde kalan her kırk kişiden otuz sekizi imanını kaybediyor. Böyle dehşetli bir zamanda en mühim şey, imanı kuvvetlendirmek ve muhafaza etmektir.
Şayet eski zamanda yaşamış büyük âlim ve evliyalar bu zamanda yaşasalardı, onlar da bütün gayretlerini ve mesailerini imanın kurtulmasında sarf edeceklerdi. İman temeli olmadan İslam binası yükselemez.
Kökü kurumak üzere olan bir ağacın dallarını ve budaklarını ilaçlamak, ağaca bir fayda vermez. Öyle ise ağacı kurtarmak için kökünün tedavi edilmesi gerekir.
İslam ağacının kökü imandır, dal ve budakları ise ibadet ve ahlâk gibi şeylerdir. Bu zamanda küfür, İslam ağacının kökü olan imana saldırıyor, onu bozmaya çalışıyor. Böyle bir vaziyette Şah-ı Geylanî, İmam-ı Rabbanî, İmam-ı Gazzalî gibi manevî hekimler bulunsa idiler bütün himmetlerini ve gayretlerini aynı Üstad Hazretleri gibi imanın takviye ve kuvvetlendirilmesine sarf edeceklerdi.
Her türlü menfi cereyanların, imansızlığın ve sefahet ateşinin her tarafı kasıp kavurduğu bu helaket ve felaket asrının acısını kalbinin en derininde hisseden ve bütün vaktini iman ve Kur’an hizmetine vakfeden Üstad Hazretleri bu manzarayı şöyle dile getiriyor:
“Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor, içinde evlâdım yanıyor, îmanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeğe, îmanımı kurtarmağa koşuyorum.” (Tarihçe-i Hayat)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü