Şöhretin kâzibesi olduğuna göre, hakikisi nasıl oluyor?
Değerli Kardeşimiz;
"İnsanda, ekseriyet itibarıyla, hubb-u cah denilen hırs-ı şöhret ve hodfuruşluk ve şan ve şeref denilen riyakârane halklara görünmek ve nazar-ı âmmede mevki sahibi olmaya, ehl-i dünyanın her ferdinde cüz'î, külli arzu vardır. Hatta o arzu için hayatını feda eder derecesinde şöhretperestlik hissi onu sevk eder."
"Ehl-i ahiret için bu his gayet tehlikelidir. Ehl-i dünya için de gayet dağdağalıdır, çok ahlak-ı seyyienin de menşeidir ve insanların da en zayıf damarıdır. Yani, bir insanı yakalamak ve kendine çekmek, onun o hissini okşamakla kendine bağlar, hem onunla onu mağlup eder. Kardeşlerim hakkında en ziyade korktuğum, bunların bu zayıf damarından ehl-i ilhâdın istifade etmek ihtimalidir. Bu hâl beni çok düşündürüyor. Hakiki olmayan bazı biçare dostlarımı o suretle çektiler, manen onları tehlikeye attılar."(1)
Hakiki şöhreti Üstad Hazretleri şöyle tarif ediyor:
"Evvelâ, rıza-yı İlâhî ve iltifat-ı Rahmânî ve kabul-ü Rabbânî öyle bir makamdır ki, insanların teveccühü ve istihsânı, ona nisbeten bir zerre hükmündedir. Eğer teveccüh-ü rahmet varsa, yeter. İnsanların teveccühü, o teveccüh-ü rahmetin in'ikâsı ve gölgesi olmak cihetiyle makbuldür; yoksa arzu edilecek bir şey değildir. Çünkü kabir kapısında söner, beş para etmez."
"Hubb-u cah hissi eğer susturulmazsa ve izale edilmezse, yüzünü başka cihete çevirmek lâzımdır. Şöyle ki:"
"Sevab-ı uhrevî için, dualarını kazanmak niyetiyle ve hizmetin hüsn-ü tesiri noktasında, gelecek temsildeki sırra binaen, belki o hissin meşru bir ciheti bulunur. Meselâ, Ayasofya Camii, ehl-i fazl ve kemalden mübarek ve muhterem zatlarla dolu olduğu bir zamanda, tek tük, sofada ve kapıda haylâz çocuklar ve serseri ahlâksızlar bulunup camiin pencerelerinin üstünde ve yakınında ecnebîlerin eğlence-perest seyircileri bulunsa, bir adam o cami içine girip ve o cemaat içine dahil olsa; eğer güzel bir sadâ ile, şirin bir tarzda, Kur'ân'dan bir aşir okusa, o vakit binler ehl-i hakikatin nazarları ona döner, hüsn-ü teveccühle, mânevî bir dua ile o adama bir sevap kazandırırlar. Yalnız haylâz çocukların ve serseri mülhidlerin ve tek tük ecnebîlerin hoşuna gitmeyecek."
"Eğer o mübarek camiye ve o muazzam cemaat içine o adam girdiği vakit, süflî ve edepsizce fuhşa ait şarkıları bağırıp çağırsa, raksedip zıplasa, o vakit o haylaz çocukları güldürecek, o serseri ahlaksızları fuhşiyata teşvik ettiği için hoşlarına gidecek ve İslamiyetin kusurunu görmekle mütelezziz olan ecnebilerin istihzâkârâne tebessümlerini celb edecek. Fakat umum o muazzam ve mübarek cemaatin bütün efradından bir nazar-ı nefret ve tahkir celb edecektir. Esfel-i sâfilîne sukut derecesinde nazarlarında alçak görünecektir."(2)
Hakiki şöhret, peygamberler (a.s) ve onların yollarından giden muhlis veli kullar gibi Allah’ın rızasını kazanıp insanların alkışına ehemmiyet vermemektir.
Hakiki şöhret, mahşerde herkesin önünde berat senedini almaktır.
Hakiki şöhret, meleklerin, senin hâline gıpta ile bakması ve seni manen alkışlamasıdır.
Hakiki şöhret, ahirette herkesin sana gıpta ve takdir ile bakıp ah çekmesidir.
Hakiki şöhret, Allah katında makam ve değer kazanmaktır.
Hakiki şöhret, Allah Resulünün (asm) yine Allah adına ve hesabına sana "Ümmetim!.." demesi ve seni bağrına basmasıdır.
Hakiki şöhret, İslam kahramanı olmaktır.
Hakiki şöhret, Azrail ile yoldaş olmaktır.
Hakiki şöhret, ölüm gününü düğün günü görebilmektir.
Hiçbir şöhret, Allah katında makbul olma hâline faik değildir vesselam.
Dipnotlar:
1) bk. Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, Altıncı Risale Olan Altıncı Kısım.
2) bk. age.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü