Tövbe etsek bile Allah'ın affetmediği günahlar nelerdir? Tövbe nasıl yapılmalıdır; bu konu Risale-i Nur'da nasıl geçiyor?
Değerli Kardeşimiz;
Allah'ın affetmediği iki günah vardır: Bunlardan birisi şirk ve küfür üzere ölmek, bir diğeri ise dünyada iken helallik almadığı Kul hakkıdır. Küfürden dönmemek üzere tevbe edip imana dönerse, eski günahları affedilir. Kul hakkı hususunda da insan samimi tevbe ederse ve dünyada iken de helallik almadan vefat ederse, o zaman tevbe ettiği için kendisinden razı olan Cenab-ı Hakkın alacaklısını razı edecek şekilde muamele edip, mahşerde kul hakkının da telafi edilebileceği ile ilgili genel bir kanaat vardır.
Allah'ın affetmeyeceği bir günah yoktur, yeter ki samimi bir tövbe ile tövbe edelim. İnsan hayatta iken işlemiş olduğu her türlü küfür ve günaha geri dönmemek kaydı ile tövbe ederse, Allah bunları tamamen affeder.
"...Ey mü'minler! Hep birden, bütün günahlarınızdan ALLAH'a tövbe ediniz ki, felaha, kurtuluşa eresiniz." (Nur, 24/31)
İstiğfar: Kelime olarak Cenab-ı Hakk'tan kusurlarının affedilmesini, günahlarının bağışlanmasını dilemek ve istemek manasına geliyor. Yani insanın manevi kir ve paslardan arınması için Allah’tan af dilemesi ve manevi temizlik yapması demektir.
İnsanın bütün maddi ve manevi kirlerinden ve paslarından arınması ve temizlenmesi gerekir. Zira insanın her bir azasının ve duygusunun sevabı olduğu gibi, kusuru ve günahı da vardır. Mesela, dilin kusur ve günahı batıl konuşmak ve gıybet etmek iken, gözün günah ve kusuru harama bakmak, kulağın ki haram sesleri dinlemek, midenin ki haram şeyleri yemek, kalbin ki mecazi şeyleri sevmesidir...
İşte insan tövbe ve istiğfar ederken, bu sayılan veya sayılmayan şeylerin (günah fiillerin) hepsinden istinkâf edip kaçınması gerekir.
Üstad Hazretlerinin şu ifadeleri, istiğfarın ana umdesinin ne olduğunu izah eder mahiyettedir:
"İKİNCİ NOKTA: Şeytanın mühim bir desisesi, insana kusurunu itiraf ettirmemektir, ta ki istiğfar ve istiâze yolunu kapasın. Hem nefs-i insaniyenin enâniyetini tahrik edip, ta ki nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin, âdeta taksirattan takdis etsin."
"Evet, şeytanı dinleyen bir nefis, kusurunu görmek istemez. Görse de yüz tevil ile tevil ettirir. وَعَيْنُ الرِّضَا عَنْ كُلِّ عَيْبٍ كَلِيلَةٌ sırrıyla, nefsine nazar-ı rıza ile baktığı için, ayıbını görmez. Ayıbını görmediği için itiraf etmez, istiğfar etmez, istiâze etmez, şeytana maskara olur. Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm gibi bir peygamber-i âlîşan وَمَاۤ اُبَرِّئُ نَفْسِى اِنَّ النَّفْسَ َلاَمَّارَةٌ بِالسُّوۤءِ اِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّى dediği hâlde, nasıl nefse itimad edilebilir?"
"Nefsini itham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiâze eder. İstiâze eden, şeytanın şerrinden kurtulur."
"Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar. İtiraf etse, affa müstehak olur." (Lem'alar, On Üçüncü Lem'a.)
Evet, kusuru görebilmek tövbe ve istiğfarın girişi ve yarısı hükmündedir. Kusuru görmemek ise, -Allah korusun- firavunluğa gidişin başlangıcı ve çekirdeği hükmündedir. Bu sebeple nefisin kusur ve ayıplarını görmek kemalattan ve güzel hasletler sınıfındandır. İstiğfarın özü ve esası da insanın kusur ve ayıplarını görmesi ve elinden geldiği kadar ondan kaçınmasıdır. Dil ile istiğfar edip gözyaşı dökmek ise istiğfarın şekil boyutu ya da bir şubesi niteliğindedir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü