Üstad'ın hediye almamasının hikmeti nedir? Hediyeleşmek sünnet iken; Bediüzzaman hediye almamakla sünnete muhalefet etmiş olmuyor mu?
Değerli Kardeşimiz;
Bazı genel kaideler, bazı özel durumlar ve özel şahıslar için sınırlandırılabilir; buna tefsir ilminde tahsis ve takyit denir.
Mesela, evlenmek insanlık için genel bir kaide ve genel bir sünnettir. Ama bazı özel şahıslar için bu kaide tersinedir, hatta mahzurludur. Bu hadis buna işaret eder:
“Allah bir kulunu severse o kulu, Zât-ı Uluhiyetine (dinine) hizmet için seçer, (dünyevî iştihalardan) imsak ettirir. O kulu, kadın ve evlad ile meşgul ettirmez.”
Bu durum, bilhassa hicretin 200. senesinden sonra içindir. Çünkü;
“İki yüz senesinden sonra en hayırlınız, zevce ve veledi olmamakla yükü hafif olanınızdır.”(1)
Yukarıya aldığımız bu hadis, genel olan evlenme kaidesini bazı şahıslarda takyit ve tahsis etmiş oluyor, ama bazı özel şahıslar ve özel durumlar içindir.
Bu manadan hareketle, hediyeleşmek genel ve güzel bir kaide, güzel bir sünnettir. Ama bu zamanın şartları ve bu dönem insanları, maddi noktadan hediyenin güzel ve faydalı yönünü tam idrak ve ihsas ettiremeyip, hatta rüşvet konumuna düşürdükleri için hediye adı altında günahları rahatla işleyip, herkesi de öyle tasavvur eder bir vaziyete gelmiştir.
Bu sebeple, sadece ilmin izzetini korumak için hediyeyi reddeden Üstad Hazretleri değil, resmi makamları işgal eden memurların da hediye almaları caiz değildir. Bu toplum ve bu şartlar, bu hediye sünnetinin genelliğini bazı hallerde ve bazı şahılar için kayıtlamıştır.
Bu sebeple Üstad Hazretlerin birçok gerekçe ve şartlardan dolayı hediyeyi kabul etmemesi sünnete aykırı bir durum teşkil etmez, tam aksine hediyenin kıymet ve mahiyetini korumuş olur, bize de örnek teşkil eder.
Hem kaldı ki, sünnet işlemek için bir kaç kez hediye alıp vermek de yeterlidir ki, Üstadımız bazı hususi talebelerinin hediyesini almış ve hediye vermiştir. Sünnet olması için kim ne verdiyse almak gerekmez.
Üstad neden hediye almazdı? Sorusunun cevap Barla Lahikası'nda geçmektedir. Şöyle ki:
"Fakat çok rica ederim ki, gücenmeyiniz, hediyeyi kabul edemedim. Adem-i kabulün esbabı çoktur. En mühim bir sebep, benim kardeşlerim ve talebelerimle olan münasebetin samimiyetini ve ihlâsı zedelememektir. Hem iktisat, bereket ve kanaat sayesinde, şiddetli ihtiyacım olmadığı halde, dünya malına el uzatmak elimde değil, ihtiyarım haricindedir. Hem bir misalle ince bir sebebi anlatacağım:
"Mühim bir tüccar dostum otuz kuruşluk bir çay getirdi, kabul etmedim. “İstanbul’dan senin için getirdim, beni kırma” dedi. Kabul ettim. Fakat iki kat fiyatını verdim."
"Dedi: Niçin böyle yapıyorsun, hikmeti nedir?"
"Dedim: Benden aldığın dersi, elmas derecesinden şişe derecesine indirmemektir. Senin menfaatin için, menfaatımı terk ediyorum. Çünkü, dünyaya tenezzül etmez, tamah ve zillete düşmez, hakikat mukabilinde dünya malını almaz, tasannua mecbur olmaz bir üstaddan alınan ders-i hakikat elmas kıymetinde ise, sadaka almaya mecbur olmuş, ehl-i servete tasannua muztar kalmış, tamah zilletiyle izzet-i ilmini feda etmiş, sadaka verenlere hoş görünmek için riyakârlığa temayül etmiş, âhiret meyvelerini dünyada yemeye cevaz göstermiş bir üstaddan alınan aynı ders-i hakikat, elmas derecesinden şişe derecesine iner. İşte, sana mânen otuz lira zarar vermekle, otuz kuruşluk menfaatimi aramak, bana ağır geliyor ve vicdansızlık telâkki ediyorum. Sen mâdem fedakârsın; ben de o fedakârlığa mukabil, menfaatinizi menfaatime tercih ediyorum, gücenme."
"O da, bu sırrı anladıktan sonra kabul etti, gücenmedi."
"Ey Nuh Bey ve Hamid Kardeşlerim, siz de gücenmeyiniz. Hem Nuh Bey, biliniz ki, şu zamanda o havâlide vefâdârâne, şefkatkârâne beni aramaklığınız öyle bir hediyedir ki, bunun gibi binler hediyeden kıymettardır. Hem size gönderdiğim risaleleri muhafaza etmek ve sahip çıkmak ve benim yerimde onları himaye etmek, binler lira kıymetinde bana karşı büyük bir hediyedir. Çünkü, netice-i hayatımı ve vazife-i vataniyemi ve o havâlideki kardeşlerimin uhuvvet ve muhabbetlerine karşı borçlarımı eda eden o risalelere ciddî sahip çıkmak, tam muhafaza etmek ve ehline yetiştirmeye vasıta olmak öyle bir hediyedir ki, dünyevî hediyelerin binlerine mukabildir. Hem emin olunuz ki, manevî zararım büyük olmasaydı, Nuh Beyin hatırını kırmayacaktım. Şimdiye kadar, Cenâb-ı Hakka şükür, hediyeleri kabul etmeye mecbur olmadım ve şu zamanda ehl-i ilmin bir sebeb-i sukutu olan tamaha girmeye ihtiyar benden selb edildi. Hem eğer sizin hediyenizi kabul etseydim, çok zâtların ya kalbi kırılacaktı veyahut elli senelik kaidem bozulacaktı."
"Orada ve civarınızda bulunan eski talebelerim ve kardeşlerime birer birer selâm ve dua ediyorum ve onların dualarını istiyorum."(2)
Hediye almamasının nedenini Bediüzzaman Hazretleri kendisi, İkinci Mektup adlı risalede şöyle açıklamaktadır:
"... Eski Said minnet almazdı. Minnetin altına girmektense ölümü tercih ederdi. Çok zahmet ve meşakkat çektiği halde kaidesini bozmadı. Eski Said'in, senin bu biçare kardeşine irsiyet kalan şu hasleti ise, tezehhüd ve sun'î bir istiğnâ değil, belki dört beş ciddî esbaba istinat eder."
"Birincisi: Ehl-i dalâlet, ehl-i ilmi, ilmi vasıta-i cer etmekle itham ediyorlar, "İlmi ve dini kendilerine medar-ı maişet yapıyorlar." deyip insafsızcasına onlara hücum ediyorlar. Bunları fiilen tekzip lâzımdır."
"İkincisi: Neşr-i hak için enbiyaya ittibâ etmekle mükellefiz. Kur'ân-ı Hakîmde, hakkı neşredenler "Benim mükâfâtımı vermek ancak Allah'a aittir." Yunus Sûresi, 10:72; Hûd Sûresi, 11:29; Sebe' Sûresi, 34:47. diyerek insanlardan istiğnâ göstermişler. Sûre-i Yâsin'de "Doğru yolda olan ve sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere tâbi olun." Yâsin Sûresi, 36:21. cümlesi, meselemiz hakkında çok mânidardır."
"Üçüncüsü: Birinci Sözde beyan edildiği gibi, Allah namına vermek, Allah namına almak lâzımdır. Halbuki, ekseriya ya veren gafildir; kendi namına verir, zımnî bir minnet eder. Ya alan gafildir; Mün'im-i Hakikîye ait şükrü, senâyı zâhirî esbaba verir, hata eder."
"Dördüncüsü: Tevekkül, kanaat ve iktisat öyle bir hazine ve bir servettir ki, hiçbir şeyle değişilmez. İnsanlardan ahz-ı mal edip o tükenmez hazine ve defineleri kapatmak istemem. Rezzâk-ı Zülcelâle yüz binler şükrediyorum ki, küçüklüğümden beri beni minnet ve zillet altına girmeye mecbur etmemiş. Onun keremine istinaden, bakiye-i ömrümü de o kaideyle geçirmesini rahmetinden niyaz ediyorum."
"Beşincisi: Bir iki senedir çok emâreler ve tecrübelerle kat'î kanaatim oldu ki, halkların malını, hususan zenginlerin ve memurların hediyelerini almaya mezun değilim. Bazıları bana dokunuyor; belki dokunduruluyor, yedirilmiyor, bazan bana zararlı bir surete çevriliyor. Demek gayrın malını almamaya mânen bir emirdir ve almaktan bir nehiydir."
"Hem bende bir tevahhuş var. Herkesi her vakit kabul edemiyorum. Halkın hediyesini kabul etmek, onların hatırını sayıp istemediğim vakitte onları kabul etmek lâzım geliyor. O da hoşuma gitmiyor. Hem tasannu ve temellükten beni kurtaran bir parça kuru ekmek yemek ve yüz yamalı bir libas giymek, bana daha hoş geliyor. Gayrın en âlâ baklavasını yemek, en murassâ libasını giymek ve onların hatırını saymaya mecbur olmak, bana nâhoş geliyor."
"Altıncısı: Ve istiğnâ sebebinin en mühimi, mezhebimizce en muteber olan İbn-i Hâcer diyor ki: 'Salâhat niyetiyle sana verilen birşey sâlih olmazsan kabul etmek haramdır.' "
"İşte, şu zamanın insanları, hırs ve tama' yüzünden, küçük bir hediyesini pek pahalı satıyorlar. Benim gibi günahkâr bir biçareyi, sâlih veya velî tasavvur ederek, sonra bir ekmek veriyorlar. Eğer -hâşâ- ben kendimi sâlih bilsem, o alâmet-i gururdur, salâhatin ademine delildir. Eğer kendimi sâlih bilmezsem, o malı kabul etmek caiz değildir. Hem âhirete müteveccih a'mâle mukabil sadaka ve hediyeyi almak, âhiretin bâki meyvelerini dünyada fâni bir surette yemek demektir."(3)
Yukarıda sıralanan gerekçelerden de anlaşılacağı gibi, bazı özel durumlarda hediye almamak normal, hatta elzem bile olabiliyor. Bu özel durumlar bir istisna olmasından, genel kaide ve hükümlere bir zarar vermez. Hediyeleşmek bir sünnettir, dolayısı ile genel bir kaidedir. Üstad'ın bu kaidesi ise istisnai ve özel bir durumdur.
Dipnotlar:
(1) bk. Levamiü'l-Ukul Şerhi, I/173.
(2) bk. Barla Lahikası, (113. Mektup)
(3) bk. Mektubat, İkinci Mektup.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü