Üstad Hazretleri, karşılığını vermeden hiç mi bir şey almamış, hediye kabul etmemiş?
Değerli Kardeşimiz;
Üstad kendisi için koyduğu istiğna kaidesine ekseriyetle uymuştur. Seksen küsur sene yaşamış, milyonlar talebeleri ve dostları olan üstad, elbette bu kaideden dolayı çok zorlanmış ve manevî baskı altında kalmıştır. Kim olduğuna bakmaksızın -hele ki en yakın talebeleri ve akrabalarından bile- bir şey almak istememiştir.
"Beşincisi: Bir iki senedir çok emâreler ve tecrübelerle kat'î kanaatim oldu ki, halkların malını, hususan zenginlerin ve memurların hediyelerini almaya mezun değilim. Bazıları bana dokunuyor; belki dokunduruluyor, yedirilmiyor, bazan bana zararlı bir surete çevriliyor. Demek gayrın malını almamaya mânen bir emirdir ve almaktan bir nehiydir."(Mektubat, İkinci Mektup)
O hediyelerin Üstad Hazretlerine dokunması ise, hastalanmasıdır. Üstad Hazretleri ne zaman birinden bir hediye kabul edip ondan istifade etmişse, şiddetli bir hastalığa tutulmuştur. Demekki, kader ona hediye almamasını bu suretle ihtar ediyor.
Üstad hayatı boyunca hediye almamış, kendisine ikran edilen şeylerin bedelini ödemiş ve istiğna düsturunu bozmamıştır.
İstiğna: Cenab-ı Hakk'tan başka kimsenin minneti altına girmemek demektir. Diğer bir mânası da gönül tokluğu ve elindekini kâfi bulmaktır. İstiğna methe lâyık çok güzel bir haslettir.
İstiğna düsturu hem Üstad Hazretlerinin hem de Nur talebelerinin ehemmiyetli bir kaidesidir. İstiğnanın en mühim sebebi; ilmin ve iman hizmetinin haysiyet ve kıymetini muhafaza etmektir.
"Hem emin olunuz ki, manevi zararım büyük olmasaydı, Nuh Beyin hatırını kırmayacaktım. Şimdiye kadar, Cenâb-ı Hakka şükür, hediyeleri kabul etmeye mecbur olmadım ve şu zamanda ehl-i ilmin bir sebeb-i sukutu olan tamaha girmeye ihtiyar benden selb edildi. Hem eğer sizin hediyenizi kabul etseydim, çok zatların ya kalbi kırılacaktı veyahut elli senelik kaidem bozulacaktı." (Barla Lahikası, 119. Mektup: Said'in Fıkrasıdır)
Evet, Üstad, hediye, eşya, para, mülk hatta bir kap yemek dahi olsa almamıştır. Alsa da mutlaka karşılığını vermiştir.
"Az bir yemek getirdi, arkadaşlarımın hatırları için bir parça yedim. Hiç hatırıma gelmedi ki, o günde o hakikatli mektubu o yemek sahibine okudum, şimdi muhalefet ediyorum. Yemekten sonra hatırıma geldi. Fakat 'Hediye kabul edemiyorum, belki yemek yenilir.' tahmin ettim. Fakat يَقُولُونَ مَالاَ يَفْعَلُونَ altına girdiğimden, öyle bir şiddetli tokat yedim ki, bu dört senede böyle hastalık görmemiştim." (Barla Lahikası, 211. Mektup)
"Hem daimî hizmetinde olan bir arkadaş Rüşdü Efendi, üç okkası beş kuruşa satılan ufak balıklardan güzelce kızartılmış üç tane getirmişti. Bunları Üstadımıza yedirmek için ısrar etti. Hem Rüşdü Efendinin hatırını kırmamak, hem de balıkları sevdiği için yedi. O balık yüzünden beş saat mütemadiyen sancı çekti. Bu sancı başladıktan üç saat sonra, Rüşdü Efendiye dedi ki: 'Hüsrev’deki paramdan balığın fiyatını al; sancı devam ediyor.' dediği hâlde balıkların fiyatını almadığı için, iki saat daha devam ediyor. En nihayet dedi ki: 'Aman parayı al, beni bu sancının verdiği azaptan kurtar.' Rüşdü Efendi balığın fiyatını aldığı dakika, sancı birden bire kesildi." (Barla Lahikası, 236. Mektup)
Bazen öyle olur ki hatır kırmak, belki o zatın kalbini kırmak seviyesine gelince bir defaya mahsus olarak Üstad, en has dostundan ve en rükün talebesinden küçük bir hediye almış olabilir. Tespit ettiğimiz kadarıyla birkaç tane hâdise vardır.
Birinci Misal: Hulusi Yahyagil Ağabey:
"Bana bir hediye gönderdin; gayet ehemmiyetli bir kaidemi bozmak istersin. Ben demiyorum ki: 'Kardeşim ve biraderzadem olan Abdülmecid ve Abdurrahman’dan kabul etmediğim gibi senden de kabul etmem.' Çünkü sen onlardan daha ileri ve ruhuma daha yakın olduğundan, herkesin hediyesi reddedilse, seninki bir defaya mahsus olmak üzere reddedilmez." (Mektubat, İkinci Mektup)
İkinci Misal: Bazen öyle olur ki, maddeten küçük bir hediye, manen bin tane talebenin, belki bir şehrin tüm talebeleri namına olunca böyle bir hatır için bir defaya mahsus olarak kaidenin hatırı kırılabilir.
"Medrese-i Nuriyenin mürşidi, müessisi ve müdebbiri Hacı Hâfız kardeşimizin bu defa üçüncü olarak bir teberrükünü gördük. Ta Barla’da iken tatlı lokmaların kerametli, acip bereketi ve Isparta’da İktisat Risalesini tatlılaştıran iki buçuk okka balın harika bir hadiseye sebebiyet vermesi, bu üçüncü defa da bin mübarek ve masum hatırlarını ve iltifatlarını temsil eden ve parçalanmayan bir hediyeyi göndermiş. Altmış senelik bir kaide-i hayatiyemi o bin hatırın hatırı için o kaidemin hatırını kırdım." (Kastamonu Lahikası, 89. Mektup)
Üçüncü Misal: Üstad'ın maddeten bu küçük hediyeyi, teberrüken bir şehrin nur talebeleri namına almış olduğunu görüyoruz.
"Nazif kardeşimizin hem İstanbul, hem İnebolu Nurcularının namına bayram ve yeni sene teberrükü hesabına gönderdiği maddi üç nevi teberrükü aldım. Onların umumu namına âdetime muhalif olarak kabul ettim. Allah onlardan razı olsun, Âmin. Onların hatırı için kaidemi kırdım." (Emirdağ Lahikası-I, 141. Mektup)
Bununla beraber Üstad'ımız, kendi idaresine bakan bir aileden de bahsediyor. Bu aile (Abdullah Çavuş Ağabeyimizin ailesi) Üstad'ımızın kendi imkânlarıyla aldığı gıda malzemelerini pişirmek suretiyle hizmetlerini görüyor.
"İkincisi: Şu mübarek Ramazan’da, yalnız iki haneden bana yemek geldi; ikisi de beni hasta etti. Anladım ki, başkasının yemeğini yemekten memnûum. Mütebâkisi, bütün Ramazan’da benim idareme bakan mübarek bir hanenin ve sadık bir arkadaşım olan o hane sahibi Abdullah Çavuş’un ihbarı ve şehadetiyle, üç ekmek, bir kıyye pirinç bana kâfi gelmiştir. Hatta o pirinç, on beş gün Ramazan’dan sonra bitmiştir." (Mektubat, On Altıncı Mektup)
İlave bilgi için tıklayınız:
- İlmin izzetini muhafaza etmekle ilgili Risale-i Nur'da geçen yerler hakkında bilgi verir misiniz?
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü