Yirmi Dördüncü Mektup, İkinci Makam'ın Birinci, İkinci ve Beşinci işaretlerini ve aralarındaki farkları kısaca açar mısınız?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Yirmi Dördüncü Mektup'ta Üstad'ımız birçok felsefecinin içine girip çıkamadığı, kâinatta bir sır olarak cereyan eden ölümler, ademler, zevaller, firaklar, musibetler ve meşakkatlerin sebeplerini, gaye ve hikmetlerini mükemmel bir şekilde izah etmiştir.

Yani yukarıda sayılan ve mahlukatın başından geçen ağır ve ciddi hadiselerle; Cenab-ı Hakk'ın merhamet, hikmet ve muhabbetinin nasıl muvafakat arz ettiğini aynı mektupta ispat etmektedir.

Bu mektub iki makam üzere telif edilmiştir: Birinci Makam’da musibet ve hadiselere müsaade eden sebepler, muktaziler ve niçinler izah edilmektedir.

İkinci Makam’da ise; bu faaliyet ve musibetlerin neticesindeki gayeler, hikmetler, maslahatlar, meyveler ve faideler anlatılmaktadır. Ayrıca ikinci makamın birinci mebhasında mezkûr vaziyetlerdeki şuunat-ı ilahiye temsillerle nazara verilmektedir.

Sualimizde ise; öğrenilmek istenen ikinci makamın ikinci mebhasındaki birinci, ikinci ve beşinci işaretlerdeki izahlardır.

Evvela İkinci Mebhas; mahlukatın maruz kaldığı musibetler, ölümler, meşakkatler ve fâniliklerin neticelerini, hikmetlerini, gayelerini, faidelerini ve semerelerini ihtiva etmektedir.

Bunlardan Birinci İşaret’te yaratılan mahlukatın ölümle, zevalle ve vücuttan gitmekle; sadece suretlerini kaybettikleri, zahiren görünmedikleri fakat onların ifade ettikleri manaların muhafaza edildiği ve ebedî olduğu izah ediliyor. Meselamatbaada bir kitap için harflere bir vaziyet ve tanzim verilir. Sonra o kitap neşredilir. Neşredilen kitap mana ve muhtevasını görenlerin ve okuyanların hafızalarında ve kalplerinde binlerce numunelerini bırakır. Manasını muhatapların âleminde yerleştirdikten sonra maksat hasıl olmuştur. Matbaadaki harflerin tanziminin gayesi tahakkuk ettiğinden, o harfler artık bozulur, değiştirilir. Çünkü sıra başka kitapların basımına gelmiştir. İşte mahlukat veya masnuat yaratılıp vücud sahasına çıkarılıp, vazifelerini bitirip manalarını âlem-i gaybın defterlerinde ve suretlerini misal âleminin sahifelerinde milyonlarca adet tahakkuk ettirdikten sonra ölür, fâni olur ve kaybolur. İşte bu kaybolan kısım surettir, hüviyettir ve zahirdir.

İkinci İşaret'te ise; kaybolan, zeval bulan mahlukat kendi hususiyetlerini ve hayat hikâyelerini bir nevi teminat hükmünde olan tohumcuklarında, nutfelerinde ve yumurtalarında bırakarak giderler. Hem kendi esaslarını ve nesillerini bu şekilde sonsuza dek sağlam ve muhkem bir tarzda korurlar, hem de zişuurun mütalaasına vesile olduklarından, o zişuurların marifet ve malumatları içerisinde manevî varlıklarını devamlı olarak muhafaza ederler.

Dolayısıyla görünüşte ve suretteki kısa bir zamanda vücutlarını kaybederler, fakat tohumlarında ve zîşuurların ilminde devamlı olarak muhafaza edilirler.

Beşinci İşaret'te ise; mahlukatın fena, zeval, ölüm ve meşakkatlerle hayat serüvenlerinin değişmesi Cenab-ı Hakk'ın birçok esmasının tecelliyatının ve tezahüratının yerleri, zamanları ve medarları olduğundan; şuunat-ı ilahiye dediğimiz Zat-ı İlahiyenin memnuniyeti, lezzeti ve ferahı söz konusudur.

Yani bu tebeddülat ve tahavvülat mahlukatın en ince, nazik ve sırlı bir gayesi olan; Cenab-ı Hakk'ın onlardan ferah-ı münezzehi, lezzet-i mukaddesesi ve memnuniyeti kudsisi ihtiyaç manasıında değil, ancak irade ve takdir cihetinde tahakkuk etmesidir. Bu da bir çeşit gayedir.

Yani bütün tahavvülat, tebeddülat ve bütün farklılıklar mahlukatın, Allah-ı Zülcelal'in bu hadisattan memnuniyetinin, mukaddes lezzetinin ve kudsî iftiharının sebebi ve vesilesi olduğundan, bu hakikatler de onların, beşer aklının ve idrakinin ihata edemediği, uluhiyete yakışır tarzda gayeleri, semereleri ve neticeleridir.

Hülasa olarak; Birinci İşaret'te fenaya giden mahlukatın suretlerinin ve mahiyetlerinin âlem-i gaybda ve levh-i mahfuzda muhafazası; İkinci İşaret'te; nesillerinin sulblerinde devam etmesi ve zişuurların ilminde korunması; Beşinci İşaret’te ise; fenanın ve zevalin, Cenab-ı Hakk'ın şuunatına medar ve vesile olması manasında, üç adet farklı gaye, semere ve neticelerin tahakkuk etmesidir. İşaretlerin tamamına da kısaca değinelim:

1. "Bir mevcut, vücuttan gittikten sonra, zahiren kendisi ademe, fenâya gider; fakat ifade ettiği manalar bâki kalır, mahfuz olur. Hüviyet-i misaliyesi ve sureti ve mahiyeti dahi âlem-i misalde ve âlem-i misalin nümuneleri olan elvâh-ı mahfuzada ve elvâh-ı mahfuzanın nümuneleri olan kuvve-i hafızalarda kalır. Demek, bir vücud-u surî kaybeder, yüzer vücud-u manevi ve ilmî kazanır..." (Mektubat, Yirmi Dördüncü Mektup, İkinci Makam)

Bir şey fâni ve maddi vücudunu kaybetse bile manası bakidir, varlığını başka bir âlemde devam ettiriyor. Mesela elma türünün manası ve ruhu, elmalar zevale gitse bile, ardından gelen başka elmalar vasıtası ile bekasını devam ettiriyor. Maddî ve fâni olan diğer yüzü ise başka varlık şeklinde devam ediyor. Levh-i mahfuz ve kuvve-i hafıza gibi.

2. "Her bir şey, cüz'î olsun, küllî olsun, vücuttan gittikten sonra hususan zîhayat olsa çok hakaik-i gaybiye netice vermekle beraber, âlem-i misalin defterlerinde olan levh-i misalî üstünde etvâr-ı hayatı adedince suretleri bırakıp, o suretlerden mânidar olan ve mukadderât-ı hayatiye denilen sergüzeşt-i hayatiyeleri yazılır ve ruhaniyata bir mütalâagâh olur."

Misal âlemi bütün kâinatın bütün ahvalini alıp tezgâhında muhafaza ediyor, ta ki bu manzaralar cennette sahiplerine gösterilsin. Bu da mevcudatın varlığını devam ettiren bir durumdur.

3. "Dünya bir tezgâh ve bir mezraadır; âhiret pazarına münasip olan mahsulatı yetiştirir. Çok Sözlerde ispat etmişiz: Nasıl ki cin ve insin amelleri âhiret pazarına gönderiliyor. Öyle de dünyanın sair mevcudatı dahi, ahiret hesabına çok vazifeler görüyorlar ve çok mahsulat yetiştiriyorlar. Belki küre-i arz onlar için geziyor. Belki denilebilir ki, onun içindir. Bu sefine-i Rabbâniye, yirmi dört bin senelik bir mesafeyi bir senede geçip meydan-ı haşrin etrafında dönüyor."

Dünya bir tarla veya sonsuzluk âlemine mahsulat yetiştiren bir tezgâh gibidir. Dünyadaki hiçbir netice ve mahsulat heba ve ziyan edilmez. Hepsi ahiret âleminde kullanılmak üzere arşivleniyorlar ve muhafaza ediliyor.

4. "Mevcudat, etvâr-ı hayatıyla, müteaddit envâ-ı tesbihat-ı Rabbâniyeyi yapıyor. Hem esmâ-i İlâhiyenin iktiza ve istilzam ettikleri halatı gösteriyor ki: Mesela Rahîm ismi şefkat etmek ister, Rezzak ismi rızık vermek iktiza eder, Latif ismi lutfetmek istilzam eder. Ve hakeza, bütün esmanın birer birer muktezası vardır. İşte, her bir zîhayat, hayatıyla ve vücuduyla o esmanın muktezasını göstermekle beraber, cihazatı adedince Sâni-i Hakîme tesbihat yapıyorlar."

Bütün eşya her hali ve her tavrı ile Allah’ı isimleri ile beraber zikredip tesbih ediyor. Elbette üzerinde Allah’ın isimlerini gösterip ilan eden bu eşya, isimler gibi bekaya mazhar olmaları iktiza eder. Bâki isimlerin tecellisi de bâki olmak gerekir. Zira bu isimler kendi mana ve hükümlerini gösteren bu tecelli sahalarının yok olup zail olmasına müsaade etmez.

5. "Mevcudat, hususan zîhayat olanlar, vücud-u surîden gittikten sonra, baki çok şeyleri bırakırlar, öyle giderler..."

Mevcudat maddi cesedini bıraksa bile birçok kayıtlarla bâki ve sermedi vücutları ve varlıkları kazanıyor. Bir vücudu terk etmeye bedel binlerce vücudu kazanıyor. Öyle ise fena ve fânilik çok sınırlı ve nisbî bir mefhumdur. Üstelik insanın bedeni haşirde aynı ile tekrar iade edilecektir. Sair cansız mahlukat ise yukarıda izah edildiği gibi varlıklarına devam edecekler. Vücud-u daimî varken, fena-yı mutlak muhal ve imkânsızdır.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...