"Vücudum ve her zîhayatın vücudu, zâhirî vücuttan gitse, zîruh ise hem ruhunu, hem mânâsını, hem hakikatını, hem misalini,.." Devamıyla izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Aynen öyle de bu vücudum ve her zîhayatın vücudu, zâhirî vücuttan gitse, zîruh ise hem ruhunu, hem mânâsını, hem hakikatını, hem misalini, hem mahiyet-i şahsiyesinin dünyevî neticelerini ve uhrevî semerelerini, hem hüviyet ve suretini hâfızalarda ve elvâh-ı mahfuzada ve sermedî manzaraların film şeritlerinde ve ilm-i ezelînin meşherlerinde ve kendini temsil eden ve beka veren fıtrî tesbihatını defter-i a'mâlinde ve esmâ-i İlâhiyenin cilvelerine ve mukteziyatlarına fıtrî mukabelelerini ve vücudî aynadarlıklarını daire-i esmâda ve daha bunlar gibi zâhirî vücudundan daha kıymettar müteaddit mânevî vücutlarını kendi yerinde bırakır, sonra gider; ilmelyakîn sûretinde bildim."(1)

İnsanın mazisi bir yokluk kuyusu değil ki, yaşadığı şeyler o kuyuda kaybolup ebedî bir şekilde ayrılıp gitsin. İnsanın hayatı boyunca sarf ettiği bütün sözleri, işlediği bütün amelleri, zikir ve fikirleri, korku ve muhabbetleri kısaca her şeyi melekler tarafından yazılıp muhafaza ediliyor.

Bu kamera ve kaydedicilerin en büyüğü Allah’ın ezelî ilminin bir tecellisi olan kader levhalarıdır. Yani her halimiz kader kamerasında bütün ahvali ile kayda alınıyor.

İkinci büyük kamera âlem-i misaldir. Misal âlemi, cennet ehline gösterilmek üzere, bütün kâinatın bütün ahvalini muhafaza ediyor.

Üçüncü kamera ise insanın kendi kamerası olan hafızasıdır. Evet, insanın her ameli hafızasında kaydediliyor.

Demek insan maddî bedenini bıraksa bile, birçok kayıtlarla baki ve sermedi vücutları ve varlıkları kazanıyor. Fani vücudu terk etmeye bedel, binlerce ebedî vücudu kazanıyor. Zaten kısa bir süreliğine kaybettiği fani bedenine mukabil, haşirde ebedî cennete münasip, daimî bir bedene mazhar olacaktır.

Dünya bir tarla veya sonsuzluk âlemine mahsulat yetiştiren bir tezgâh gibidir. Dünyadaki hiçbir netice ve mahsûlat heba ve ziyan edilmez. Hepsi ahiret âleminde kullanılmak üzere arşivleniyorlar ve muhafaza ediliyor.

Vücud-u mutlak varken, fena-yı mutlak muhal ve imkânsızdır. Hiçbir şey zâyi olmuyor, yokluğa gitmiyor.

Aldığımız her nefes, konuştuğumuz her cümle, atfettiğimiz her nazar, aklımızdan geçen her fikir, kalbimizin teveccüh ettiği her sevgi, hâsılı ömrümüzün her anı ya cennet yahut cehennem meyvesi verecek bir fidan gibidir. Ya “Cennete layık bir kıymet” alıyoruz ya da Allah muhafaza cehenneme ehil olacak bir vaziyete” düşüyoruz.

Dünya hayatında ekilen tohumlar, asıl meyvelerini âhirette verecek ve mahşer meydanında birbirinden ayrılacaklar. Tarlanın mahsulü başka bir yerde sergilendiği gibi, insanların amelleri de âhirette sergilenecektir. Cennete layık meyveler bir tarafa, cehenneme layık olanlar da ayrı bir tarafa çekilecekler. Cennet bütün hayırların, güzelliklerin, kemallerin, hidayetlerin, nurların sergilendiği bir saadet diyarı olarak kendini gösterecek, cehennem ise bunların zıtları olan şerli neticelerle kaynaşacaktır.

(1) bk. Şualar, Dördüncü Şua, Dördüncü Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...