"Zînur Lâtife-i Rabbâniye", "Zîşuur Sırr-ı İnsanî" ne demektir?
- Ruhun kaç anlamda kullanıldığı hakkında bilgi verir misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Evet, fıtraten ebediyeti isteyen ve ebed için halk olunan ve ezelî ve ebedî bir Zat'ın aynası olan ve nihayetsiz derecede nazik ve letafetli bulunan zîşuur bir sırr-ı insani, zînur bir latife-i Rabbâniye, şu kasavetli, ezici ve sıkıntılı, geçici ve zulümatlı ve boğucu olan ahvâl-i dünyeviye içinde, elbette teneffüse pek çok muhtaçtır ve ancak namazın penceresiyle nefes alabilir."(21. Söz)
Bu iki kavram, yani “Zînûr bir Lâtife-i Rabbâniye” ve “Zîşuur bir Sırr-ı İnsanî” Risale-i Nur’un en derin mânâlarına, yani ruhun mahiyeti ve insandaki ilâhî tecellilere temas eden çok latif ve yüksek tabirlerdir. Bu iki tabir aslında ruhun tanımıyla da ilgilidir. Bediüzzaman Hazretleri, ruhu tarif ederken sadece “canlılık veren” bir varlık olarak değil, şuur sahibi, nuranî ve latif bir cevher gibi manalarla tanımlar. Bunların izahına ve vazifelerine göz atmaya çalışalım.
Latife-i rabbaniye”; ruha bağlı olan akıl, kalb, vicdan gibi manevî cihazların her birine denilmektedir. Bedenin organları olduğu gibi, ruhun da latifeleri vardır. Kalp ve ruh için de latife-i Rabbaniye ifadesi kullanılmaktadır. Bunlara latife denilmesi ise latif olmaları, gözle görülmemeleri itibariyledir. Zinur denilmesi ise, bunun nurlu ve maddi cihazlarla görülemeyen şeyleri görüp ışıklandıracak özellikte olduğunu ifade eder.
Bütün duyguların sultanı ince bir latife olan kalptir. Kalp, imanın mahalli, esmâ-i İlâhiyenin tecelligâhı, bütün feyizlerin ma’kesi ve manevî duyguların merkezidir. Eğer kalp, iman, marifet, muhabbet ve fazilet gibi ulvî hakikatlere ayna olursa, diğer duygular da onun ile kıymet kazanır ve nurlanır. Peygamber Efendimiz (sav.) şöyle buyurmaktadır: “Vücutta bir parça vardır ki, o sağlam olursa bütün vücut sağlam olur. O bozuk olduğu zaman bütün vücut harap olur. Dikkat edin, işte o kalptir.”
“Hem senin mahiyetine öyle manevî cihazat ve lâtifeler vermiş ki, bazıları dünyayı yutsa tok olmaz; bazıları bir zerreyi kendinde yerleştiremiyor. Baş bir batman taşı kaldırdığı halde, göz bir saçı kaldıramadığı gibi; o lâtife, bir saç kadar bir sıklete, yani, gaflet ve dalâletten gelen küçük bir hâlete dayanamıyor. Hatta bazen söner ve ölür.” (17. Lem’a)
Bu ifadelerden bu latifelerin bir kısmının çok hassas olduğu anlaşılıyor. Gaflet ve dalaletten gelen haller bu latifeleri yaralıyor, hatta ölümüne bile yol açabiliyor.
Buradaki “zişuur bir sırr-ı insani” tabiri ise, kalbin İlâhî hakikatlere ve has kullara açılan yüksek bir penceresidir, diyebiliriz. Bunu iki şekilde anlamak mümkündür:
Birisi, insanın bütün maddî ve manevî cihazlarının keyfiyetine bakıldığında, kısacık ve geçici olan bu dünya için yaratılmadıkları anlaşılır. Yani insanın o çok geniş latife ve duyguları bu dünyaya sığmazlar; ancak ebedî ve geniş olan ahiret âlemiyle tatmin olurlar.
İkincisi, insandaki ebedî yaşama duygusudur. Bu duygu ahiret âleminin vücuduna delil ve burhandır.
Ruh ise bu dünya ile irtibatını sağlamak için göz, kulak ve akıl gibi bu dünyaya açılan pencerelere muhtaçtır.
Beden terkipken, yani çok farklı maddelerin ve elementlerin intizamlı bir şekilde bir araya gelmesiyle yaratılmışken; ruh basittir, yani terkip değildir, bir şeylerin bir araya gelmesi ile oluşmamıştır. Zaten bu yüzden beden gibi dağılmaya mahkûm değildir. Akıl, kalp ve vicdan birbirinden ayrı şeyler değildir; ruhun farklı yönleridir. Aynı insanın bir yönden baba, bir yönden evlat, bir yönden komutan, bir yönden vali olması gibi düşünülebilir. Her biri ruhun farklı bir sıfatını ifade ediyor.
Üstad ruha “hayatın cevheri” diyor. Beden hayatiyetini ruha borçludur. Böyle bakılırsa hayatın görmek, işitmek, bilmek gibi bütün vasıflarının ruhtan kaynaklandığını kolayca anlarız. Sevme, arzu ve nefret gibi nefse ait duygular hayata, hayat da ruh cevherine bağlıdır. Dolayısıyla nefs ve ruhu ayrı şeylermiş gibi düşünemeyiz. Ayrıca;
“Kalb, bir lâtife-i Rabbaniyedir ki, mazhar-ı hissiyatı vicdan, mâkes-i efkârı dimağdır.”(1)
ifadelerinden de anlaşıldığı gibi bunlar farklı şeyler değiller.
Ruh hayatın madeni olduğu gibi; idrakin de kaynağıdır. İdrak söz konusu olduğunda kalp adını alıyor. Kalp de hissiyatlara mahzar olması yönüyle vicdan; fikirlere merkez olması cihetiyle de dimağ adını alıyor.
Netice-i kelam; Üstadımız ruhun dört havassı dediği meselede şöyle ince izahlarda bulunmaktadır:
"Vicdanın anasır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan “İrade, Zihin, His, Lâtife-i Rabbâniye” her birinin bir gâyâtü’l-gâyâtı vardır.
•İradenin ibadetullahtır.
•Zihnin mârifetullahtır.
•Hissin Muhabbetullahtır.
•Lâtifenin müşehadetullahtır." (Asar-ı Bed'iyye, Şuaat)
Buradaki Latife-i Rabbaniyenin izahı ve tarifi ise genellikle "Sırr" olarak yapılmaktadır. Dolayısıyla "Sırr" Allah'ın isim, sıfat ve şuunatının anlaşılmasına ve müşahede edilmesine vesile olan nurani ve İlahi bir latife hükmündedir.
Ek bilgi için tıklayınız:
- "Lâtife-i Rabbâniye" ne demektir?
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü