"Akıl ve nakil teâruz ettikleri vakitte, akıl asıl itibar ve nakil tevil olunur. Fakat o akıl, akıl olsa gerektir." İzahı nasıldır? Bunun mukaddemenin başında zikredilmesi Birinci Mukaddeme’de özellikle bizi nereye yönlendiriyor?
Değerli Kardeşimiz;
Gerçek manada selim bir akılla sahih bir nass birbirine ters düşmez. Ama bazı ayet ve hadislerin müteşabih oldukları malumdur. Bunların selim akıl sahibi âlimlerce tevili gerekir. Söz gelimi, bazı ayetler "Rahmanın arşa istivası"nı ifade eder.
Bunu zahirine göre anlamak, beraberinde bir takım yanlışları getirebildiğinden "Bununla Allah'ın âlemdeki tasarrufu anlatılmaktadır. Nasıl ki bir padişah tahtına oturur, ülkeyi idare eder, öyle de Allah dahi arştan âlemi idare eder." denilir.
"Takarrur etmiş usuldendir: Akıl ve nakil teâruz ettikleri vakitte, akıl asıl itibar ve nakil tevil olunur. Fakat o akıl, akıl olsa gerektir."(1)
Nakil denilince, ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler anlaşılır. Tearuz; “karşılıklı muaraza etmek, birbirine ters düşmek, çelişmek” demektir.
Akıl, Allah’ın bir mahlûkudur, her mahluk gibi o da sınırlıdır, acizdir. Bu aciz ve sınırlı mahlûkun, bütün İlahi hükümlerde hakem kabul edilmesi, insanı sapık anlayışlara, yanlış görüşlere, bâtıl felsefelere götürür.
Gerçeği böylece tespit ettikten sonra, bu kaidenin nerede ve nasıl kullanılabileceğine bakmağa çalışalım: Akılla naklin tearuz etmesi halinde, nakli tevile yetkili olan akıl, söz konusu meselede mütehassıs olan, sözü ve reyi geçerli bir akıldır. İşte "Fakat o akıl, akıl olsa gerektir." hükmü buna bakar.
Konu âyet ise, tevile yetkili şahıs, sahasında söz sahibi bir tefsir âlimidir.
Âyet fıkhî bir hüküm ihtiva ediyorsa, söz hakkı, fıkıh âlimlerine, müçtehitlere ait olur. Bahse konu olan bir hadis-i şerif ise, bu defa vazife, hadis ilminin mütehassıslarına düşer. Yoksa, ilimden nasipsiz, sadece kendi hevesini ve nefsini ölçü tutan insanların aklı, bu konuda söz hakkına sahip olamaz.
Naklin birinci şubesi olan âyet-i kerimelerden bir misâl verelim.
Fetih suresinin onuncu âyetinde, “Allah’ın eli, onların ellerinin üzerindedir.” buyrulur.
Akıl, bütün madde ve mânâ âlemlerinin yaratıcısı olan Allah’ın, el sahibi olmaktan münezzeh olduğuna hükmeder. Nakilde ise elden söz edilmektedir. İşte burada akıl ile nakil tearuz etmişlerdir. Bu durumda, akıl esas alınarak naklin tevili cihetine gidilecektir.
Tefsir âlimleri bu gibi müteşabih âyetlerin tevili konusunda iki guruba ayrılmışlardır. Mütekaddimîn denilen önceki müfessirler (Selef), bu gibi âyetleri tevil etmemiş, “Bununla ne murat edildiğini en iyi bilen Allah’tır.” diyerek susmayı tercih etmişlerdir.
Müteahhirîn üleması ise (Halef), soruda geçen kaideden hareketle, bu gibi âyetlerin tevili yoluna gitmişler ve “el” den maksadın “kudret” olduğunu ifade etmişlerdir. Bu bir tevildir ve bu tevili yapmaya da tefsir âlimleri yetkilidir.
Bir başka misâl: “Onun kürsisi, bütün gökleri ve yeri kuşatmıştır.” (Bakara, 2/255)
Cenâb-ı Hak hakında maddî bir kürsi ve taht düşünülemeyeceği için, bu âyette geçen “kürsi” kelimesi, “Allah’ın saltanat ve kudreti”, “İlâhî azamet ve kibriyanın bir tasviri” olarak tevil edilmiştir.
Şunu da ifade etmek isteriz: Aklın bu gibi meselelerde bir tevilde bulunması, onun için ayrı bir şeref, ayrı bir ibadettir.
Cenâb-ı Hak dileseydi bütün hükümleri tevile gerek kalmayacak şekilde vaz’ ederdi ve akla fazla bir iş düşmezdi. İlâhî hikmet ve rahmet akla da bir şeref hissesi ayırmış ve az sayıdaki bir kısım âyet-i kerimelerde ve hadis-i şeriflerde insan aklını tevil etmeye ve içtihat yapmaya sevk etmiştir.
İslâm âlimleri meseleyi böyle değerlendirmişlerdir. Yoksa, söz konusu kaideyi, kişinin aklına uygun düşmeyen dinî hükümlerin değiştirilmesine yahut reddedilmesine açık kabul etmek, elbette doğru değildir. Akıl yegâne esas ve yanılmaz ölçü kabul edildiğinde, hakikat farklı renklere bürünür, değişik şekillere girer. Ve sonunda, ortada hakikat diye bir şey kalmaz.
Akıl, Allah’ın bir mahlûkudur. Bu aciz ve sınırlı mahlûkun, bütün İlahi hükümlerde hakem kabul edilmesi, insanı sapık anlayışlara, yanlış görüşlere, bâtıl felsefelere götürür. Nakil, yani âyet ve hadisler bu semavat ülkesinin boş olmadığını, birbirinden farklı cinslere ayrılmış sonsuz meleklerle dolu olduğunu ders verir. Akıl bunu idrak edemediğinde, akılla nakil tearuz etmiş olur. Bu durumda, aklı esas kabul edip melekleri tevile kalkmak ve bir iman rüknü üzerinde ileri geri konuşmak insanı küfür ve dalâlete götürebilir.
Sorunun ikinci kısmına gelince;
"Takarrur etmiş usuldendir: Akıl ve nakil teâruz ettikleri vakitte, akıl asıl itibar ve nakil tevil olunur. Fakat o akıl, akıl olsa gerektir."
Bu prensip bütün Muhakematı ilgilendiren genel bir prensiptir. Yani bu prensip Muhakemat'ta işlenecek olan konulara nasıl yaklaşılacağına işaret ediyor.
"Takarrur etmiş usuldendir.” ifadesi bu bakış açısının Ehl-i sünnetin mühim bir prensibi olduğuna işaret ediyor ki, Ehl-i sünnet dairesinde aklı içtihat makamına çıkan bir müçtehidin müteşabih ayet ve hadislere olan bakışını tanzim ediyor. Aklıselim bir müçtehit müteşabih ayet ve hadisleri tevil ve tabir edebilir. Üstad Hazretleri bu metodu Risale-i Nur'da yapmıştır.
Bu cümlede ifade edilen akıl ya insanlığın ortak aklını temsil eden fen ilimleridir ya da Ümmet alimlerinin kolektif aklının yansıması olan ve istikameti temsil eden icmadır. Şayet ayet ve hadislerin zahirinde ya da mütaşabih üslubunda doğruluğu sabit olmuş fen veya ümmetin ortak aklı olan icma ile uyuşmayan bir husus ortaya çıkarsa, o zaman ayet ve hadisler fen ve icmaya göre yorumlanır.
Lakin yorumlayacak aklın içtihat derecesine çıkmış bir akıl olması gerekir. Yani İmam-ı Azam, İmam-ı Şafi, İmam-ı Gazali, Said Nursi gibi akıllar olmak gerekir. Yoksa her önüne gelen içtihada ve izaha heveslenerek tevile kalkışamaz. Muhakemat'ta bunun örnekleri çoktur, sevr ve hud hadisinde olduğu gibi...
(1) bk. Muahkemat, Birinci Makale, Birinci Mukaddeme.
İlgili ders videosu için tıklayınız:
Prof. Dr. Şadi Eren, Muhakemat Dersleri (2.Bölüm)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Mutezilenin akıllarına yatmayan nakilleri yorumlamalarını bu doğrultuda açıklarmısınız??... haşa vahyi akla muhtaç görüyorlar... halbuki ehl-i sünnetçe akıl vahye muhtaçtır..
akılmızı vahyin izinde gezdirmemiz lazım, üstad ibn-i sina, farabi gibi dehaların bu hakikati anlamadıklarından haktan uzaklaştıklarını beyan eder...akıl hakkın nuru ile aydınlandığı zaman önümüzü aydınlatan bir ışıktır...
bu doğrultuda akıl ile nakil tenâkuz ettiğinde aklın esas alınmasını açıklarmısınız...
Akıl yanlış bir şey düşündüğünde haddini bildiren nakildir
Burada soz konusu olan akil-nakil catismasi ve aklin esas alinip naklin tevil edilmesi sadece itikadi konularda midir yoksa fikhi konular da dahil midir?
Fıkhi konularda akıl ile nakil çatışmaz nakil akla kapı aralar akılda o aralıktan girip içtihat ederek bir ihtiyaca cevap verir. Tabi burada ki akıl içtihat seviyesine ulaşmış müçtehit aklıdır İmam-ı Azam gibi. Sarih ve farz olan konularda akıl nakle tabidir namaz, oruç, zekat, hac gibi farz olan ibadetlerde akıl söz sahibi değildir.
"Akıl ve nakil teâruz ettikleri vakitte” ifadesi itikadi ve mecazi konularla ilgilidir. “Dünya öküz ve balık üstündedir.” Deccalin tek gözü vardır hadislerinde olduğu gibi.