Allah için, bir işin bir işe mani olmaması ile O'nun her şeye yakın, her şeyin O'ndan uzak olmasını nasıl anlayabiliriz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Allah’ın mahiyeti hiçbir mahiyete benzemez. Allah kâinat cinsinden değildir; maddeden mücerret ve mahiyeti müberradır. Böyle olunca kâinat içindeki hiçbir kayıt ve engel, Allah’a tesir edip O'nu kayıt altına alamaz.

Nasıl rütbesi eşit ve aynı sınıftan olan askerler, birbirlerine vaziyet verip, birbirlerine tesir edemezler. Ama onların rütbe ve sınıfından farklı ve bir üstte olan subay, rahatlıkla onlara vaziyet verip, onları emri doğrultusunda hareket ettirebilir. Buradaki subayın o askerleri istediği gibi şekillendirmesi ve bir zorlukla karşılaşmaması, mahiyet farklılığına bir misaldir.

Mesela; güneş, maddî ve kâinat cinsinden olmasından dolayı, maddi kayıt ve engellerin tesiri altındadır, bu yüzden, kendi gibi maddî olan şeylere tesir edip tasarruf edemez. Tıpkı aynı sınıfta ve aynı rütbede olan askerlerin birbirlerine tesir edemeyip tasarrufta bulunamamaları gibi.

Kur’an’ın en mühim esaslarından olan tenzih, Allah’ın mekân ve zaman kaydından münezzeh ve mukaddes olduğuna işaret eder. Mekân ve zaman kaydı içinde olan bir şey, sadece olduğu yer ve mekân içinde hapis olmuştur. Hâlbuki o kayıtlı olduğu zaman ve mekânın dışında, milyarlarca mekânlar vardır, o zaman o şey milyarlarca mekânda yoktur. Öyle ise nasıl olur da olmadığı bir yerde, tasarruf ve tedbirde bulunabilir?..

Mesela; güneş şu an kendi yerindedir, kendi yerinin dışında milyarlarca yerler var, o halde güneş ısısı, harareti ve ışığı ile o milyarlarca yerde hazır ve nazır olmadığı için, o yerlere rabblık edemez, ulûhiyet davasında bulunamaz.

Allah ise; mekân ve zamandan münezzeh ve mücerret olmasından, hiçbir zaman ve mekân içinde değildir; sonsuz kudretiyle, nihayetsiz ilmiyle ve mutlak iradesiyle her yerde ve her varlığın yanında hazır ve nazırdır. O’nun teveccühünde ve tasarrufunda bir bölünme, bir parçalanma, bir inhisar söz konusu olamaz. -Hâşâ- Eğer Allah bir mekân içinde olsa idi, nihayetsiz işleri görmesini mümkün olmazdı.

Ayrıca ruhun beden üzerindeki tasarruf ve tedbiri, Allah’ın kâinat üzerindeki tasarrufunun ve tedbirinin anlaşılmasında bariz bir misaldir. Üstad Hazretleri bu temsil ile Allah’ın tek ve yekta olmasına mukabil, milyarlarca fiil ve icraatları aynı anda, hiç şaşırmadan ve birbirine karıştırmadan nasıl yaptığını akla yaklaştırmak için, ruh ve beden ilişkisini bize gösteriyor.

Ruh; insan bedeni üzerinde tam bir tasarruf sahibidir. Bedenin bütün aza ve hücrelerinin tedbir ve idaresi, ruhun elindedir. Ruh milyonlarca hücre ve azaları tedbir ederken hiç şaşırmıyor, zorluk çekmiyor ve bir işi bir işe mani olmuyor. Bütün bedenin azalarını birbirinin yardımına ve imdadına gönderiyor. Ruh tek ve yekta olmasına rağmen, bedenin her yerinde aynı anda hazır ve nazır olabilir. Bir aza ile alakadar olurken, diğerlerini de ihmal etmez. Bir aza ya da hücre, ruhu kendi ile meşgul edip diğerlerinden alıkoyamaz. Ruhun, bedenin ayak tırnaklarını tedbir etmesi ile baştaki saçları idare etmesi arasında bir fark yoktur.

İşte mahlûk olan ruh, böyle harika bir şekilde beden üzerinde tedbir ve tasarruf edebiliyor. Allah’ın basit bir mahlûku böyle olursa, mekândan ve maddeden münezzeh olan, bütün sıfatları ezelî ve ebedî olan Allah, bütün kâinatı ve bütün âlemleri çok kolay bir şekilde tedbir ve idare etmektedir. Bir iş bir işe mani değildir.

"Bir baharı halk etmek, bir çiçek kadar Ona kolaydır. Cenneti halk etmek, bir bahar kadar Ona rahattır." (20. Mektup)

Yirmi Dokuzuncu Söz’de “İşte, kudret-i İlâhiye, zâtiyedir; öyle ise, acz tahallül edemez..” diye başlayan bir hakikat dersinde bu konu en güzel şekilde işlenmiştir.

Şualarda geçen şu kaideyi de hatırlayalım: Bir şey zâtî olsa, onun zıddı o zâta ârız olamaz.”

Allah’ın kudreti zâtındandır; onun için bu kudretin zıddı olan acz o kudete giremez. Bir baharı yaratmakla bir çiçeği yaratmak arasında az bir fark olsa kudrete acz girmiş olur, bu ise muhaldir.

Bizim için on kilo ile on beş kiloyu kaldırmak arasında fark oluyor. Zira bizim kudretimiz zâtımızdan değil. Biz Allah’ın ihsan ettiği bir güçle işlerimizi görüyoruz. Ve bizim her şeyimiz sınırlı olduğu gibi, kuvvetimiz de sınırlı. Allah’ın kudreti ise sonsuz. Sonsuz için az ile çok, büyükle küçük, çiçekle bahar, baharla cennet fark etmez; hepsi aynı kolaylıkla icad edilir.

Ve yine Allah’ın kudreti muhit, yani her şeyi ihata etmiş. O muhit kudret için azla çoğun hiçbir farkı yoktur. Mesela, hava bütün yeryüzünü ihata ettiği için bir kişinin nefes almasıyla bütün insanların nefes alması arasında hava için bir kolaylık veya güçlük düşünülmez. Güneş için de bir kişiyi aydınlatmakla milyonları aydınlatmak arasında fark olmaz. Allah’ın bu aciz ve cansız varlıkları, O’nun ihsanıyla böyle küllî işleri külfetsiz yaparlarsa, elbette bütün mevcudatın Halık’ı olan Allah bütün varlık âlemini bir tek zerre gibi kolaylıkla sevk ve idare edebilir.

İkinci Sorunun Cevabı:

"Evet, nasıl güneş kayıtsız nuru, maddesiz aksi vasıtasıyla, sana senin gözbebeğinden daha yakın olduğu halde, sen mukayyet olduğun için ondan gayet uzaksın. Ona yanaşmak için çok kayıtlardan tecerrüd etmek, çok merâtib-i külliyeden geçmek lâzım gelir. Adeta, mânen yer kadar büyüyüp, kamer kadar yükselip, sonra doğrudan doğruya güneşin mertebe-i asliyesine bir derece yanaşabilir ve perdesiz görüşebilirsin. Öyle de, Celîl-i Zülcemâl, Cemîl-i Zülkemâl sana gayet yakındır; sen Ondan gayet uzaksın. Kalbin kuvveti, aklın ulviyeti varsa, temsildeki noktaları hakikate tatbike çalış."(1)

Allah zatı ile değil, isim ve sıfatları ile her yerde hazır ve nazırdır. Allah’ın zatı ile her yerde hazır ve nazır olması, Allah’a zaman ve mekân isnat etmek olur ki bu da şirktir. Allah’ın zatı, zaman ve mekândan münezzehtir. Allah, zaman ve mekânın yanında, içinde, dışında gibi mefhumlar, O’na zaman ve mekân ittisal etme veya onlara benzetme olacağı için caiz değildir.

On Altıncı Söz'deki bu güneş örneği, bu hakikati akla yaklaştırmak için verilmiştir. Güneş zatı itibarı ile bizden çok uzak olmasına rağmen, ısı ve ışığı ile göz bebeğimizin içine kadar giriyor. Allah da aynı şekilde zatı itibari ile mahlûkattan nihayetsiz uzak ve münezzeh iken, isim ve sıfatları ile bize şah damarımızdan daha yakındır demektir. Bu mana itibari ile Allah kâinatta zatı ile değil, isim ve sıfatları ile iş görüyor. Ama isim ve sıfatların arkasında ve menbaı olarak yine mübarek Zat-ı Akdesi vardır.

“Çünki senin ondan bu’dun varsa da onun senden bu’du yoktur.”

Bu’d, uzaklık; kurb ise yakınlık demektir. Cenâb-ı Hak, maddeden ve mekândan münezzeh olduğundan, O’nun mahlûkata yakınlığı ve mahlûkatın O’ndan uzaklığı mesafe olarak değildir.

Bizim O’ndan uzaklığımız iki şekilde anlaşılabilir.

Birisi; biz O’nun kemalini idrakten çok uzağız. Sadece İlâhî sıfatlardan bir örnek verecek olursak; Allah’ın kudreti sonsuzdur; biz sınırlı kudretimizle O’nun kudretinin sonsuzluğunu anlamaktan çok uzağız.

Diğer mana: Bizim varlığımız “mümkin”, Allah’ın varlığı ise “vacip”. Mümkinin mahiyeti Vacibin mahiyetinden çok uzaktır; hiçbir cihetle benzerlikleri, yakınlıkları yoktur.

Okuduğunuz bir kitaba sinek konsa, o sinek zahirde kitabın içindedir, ama hakikatte kitaptaki manaları anlamaktan çok uzaktır. İnsan da kâinat kitabının arz sayfası üzerinde küçük bir canlı gibidir. İlim, hikmet, kudret, azamet gibi nice muhteşem manalarla dolu olan bu kitabı yazan Cenâb-ı Hakk’ın zatını idrak edemez. Ama Cenâb-ı Hak bize bizden yakındır. Bizi bildiği ve yarattığı gibi, bizde tasarruf etmekte ve bütün ihtiyacımızı görmektedir. Zahirimiz de O’nun elinde; batınımız da. Saçımız zahir, kanımız batın kabul edilirse, saçımızı uzatan da O, kanımızı temizleyen de.

(1) bk. Sözler, On Altıncı Söz.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Okunma sayısı : 5.940
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...