Başımıza gelen bütün musibetler, geçmişte işlediğimiz günah ve hataların karşılığı mıdır?
Değerli Kardeşimiz;
İnsanın başına gelen sıkıntı ve musibetleri, sadece işlenen günahlar ve isyanlara bağlamak doğru olmaz. Allah, günahlara bulaşmayan, dinine bağlı, ehl-i takva insanlara da tecrübe etmek ve manevî derecelerini arttırmak için musibet ve sıkıntı verebilir ve veriyor da.
Üstat hazretleri, musibet hakkında “rububiyet-i İlâhîyenin icraatından” ifadesini kullanır. Yâni, insan bedeni gece ve gündüzün her birinden ayrı faydalar edindiği gibi, insan ruhu da hem sıhhatten, hem de hastalıktan istifade edebilir. Birincisi şükür sevabı, ikincisi sabır sevabı kazandırır.
Belâların en büyüğünün peygamberlere, sonra evliyalara geldiğini haber veren hadis-i şerif, bu büyük ve ağır imtihanı sabır ve rıza ile kazanmakla manen çok yücelere çıkan o mutlu zevatı bizim de örnek almamızı teşvik eder. Sünnete uymanın bir yönü de musibetler karşısında Allah Resulünün (asm.) gösterdiği sabır ve teslimiyeti bizim de, kendi çapımızda ve elimizden geldiği kadar taklit etmeye çalışmamızdır.
İnsan Allah’ın mülküdür. Mülk sahibi de mülkünde istediği tasarruf eder ve ediyor. Bu bakımdan, Allah’ın kullarındaki tasarrufunda bir haksızlık ve zulüm olması imkânsızdır. Üstad Hazretleri bu hususa şu şekilde işaret ediyor:
"BİRİNCİ VECİH: Cenâb-ı Hak, insana giydirdiği vücut libasını san'atına mazhar ediyor. İnsanı bir model yapmış; o vücut libasını o model üstünde keser, biçer, tebdil eder, tağyir eder, muhtelif esmâsının cilvesini gösterir. Şâfî ismi hastalığı istediği gibi, Rezzak ismi de açlığı iktiza ediyor, ve hâkezâ...”Mülkün mâliki, mülkünde dilediği gibi tasarruf eder.”(1)
"Mülk sahibi mülkünde dilediği gibi tasarruf ediyor." Kuluna hastalıklar ve musibetler veriyor ki, kul aciz olduğunu idrak etsin, dünyanın rahat yeri olmadığını anlasın, dua ve niyazla Rabbine sığınsın, günahları dökülsün, daha ziyade ahiretine çalışsın, kabre tertemiz girsin ve ebedî saadeti kazansın.
İnsanının vücudu Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellî ettiği bir model ve mahaldir. Allah’ın isim ve sıfatlarının manaları ve hükümleri bir birlerinden başka ve farklı oldukları için, tecellileri de farklı olarak insan vücudunda tezahür edecektir.
Meselâ Allah’ın Şafi isminin tecellî etmesi için, insanın hastalanması ve şifa bulması lazımdır. Hastalıklar olmasaydı Şafi ismi tecellî etmezdi. Mümit ismi de vakti gelince vücudun ölmesini ister ve öldürür. Musavvir ismi, insan vücudunda tasvir hakikati ile tebarüz etmek ister ve her aza ve organa bir şekil bahşeder.
Bütün bu isimler tecellî ederken, insan vücudu sürekli hareketlere maruz kalır. Yani zahmet ve sıkıntıya girer. Ama Allah bu sıkıntı ve zahmetin karşılığını insana varlık, hayat, ruh, insaniyet, İslamiyet, iman gibi nimetleri vererek zaten ödemiştir. Yani insan, bir çeşit modellik ve mankenlik ücretini peşinen aldığı için, bu hareket ve sıkıntılardan şikâyet etmeye hakkı yoktur. Tıpkı terzinin ücret karşılığında tuttuğu model üzerinde elbise provası yaparken, onu kaldırıp oturtarak verdiği zahmet gibidir. Modellik yapanın, terziye “Neden beni oturtup kaldırmak ile zahmet veriyorsun?” demeye hakkı yoktur. Zira modelin görevi, terzinin ustalığına prova olmaktır.
İnsan bu dünyaya lezzet almak ve keyif sürmek için değil, ibadet ve kulluk için gönderilmiştir. İbadet ve kulluk da iki türlüdür. Birisi müsbet, diğeri ise menfidir.
Müsbet ibadet Allah’ın kitabında bildirdiği emir ve yasakların bütünüdür.
Menfi ibadet ise, insanın hayat yolculuğunda karşılaşmış olduğu musibet ve sıkıntılardır. İnsan bu musibet ve sıkıntıları sabır ve tevekkül ile karşılar ise, büyük bir sevap kazanır, her dakikası ibadet hükmüne geçer. Zaten insanın dünyaya geliş gayesi de ibadet ve kulluk olmasından, bu musibet ve hastalıklar, insan için tam bir fırsat oluyor.
Bu menfi ibadetlere riya ve gösteriş girmediği için, halis bir ibadet oluyor. Hâlbuki müsbet ibadetlerde riya ve gösteriş tehlikesi sürekli vardır.
Musibetler insan için hem tekâmül vasıtası hem de sevap kaynağıdır.
Şunu da ifade edelim ki, gerek ferdin ve gerekse toplumun başına gelen bela ve musibetlerin birçok sebebi vardır. Ahlaksızlığın, sefahatin, içki ve kumarın çoğalması, ölçü ve tartıda hile yapılması, kul hakkına riâyet edilmemesi, zulüm ve hakısızlığın artması, ana- babaya asi olunması, ibadetlerin terk edilmesi gibi sebepler bela ve musibetlerin gelmesine vesiledir.
İnsanın bu fani dünyada her arzu ettiği şeye nail olması, devamlı afiyet içinde hayat sürmesi mümkün değildir. Dünyada sürekli bir bahar olmadığı gibi, kâinatın en mükemmel meyvesi olan insanın da hep baharı yaşaması mümkün değildir. Dünyada tipi, fırtına, boran ve kış olduğu gibi, insanın da fırtınası ve kışı vardır. Hastalıklar, musibetler ve ihtiyarlık birer fırtınadır. İnsan havanın hep sakin olmayacağını bilirse, fırtınalara hazırlıklı olur. Bedeninin hep sıhhat üzere kalmayacağını unutmazsa, hastalıklara karşı sabırlı olur.
Hastalıklara ve musibetlere sabretmek ibadettir ve kulluğun esasıdır. Musibetler, kulun günahlarını döker, acizliğini idrak ettirir, daha ziyade dua ve niyazda bulunmasına vesile olur.
Sabretmek şartıyla, musibetler; insan ruhunun terakkisine, kalbin fani dünyadan baki âleme yönelmesine, insanın acz ve fakrını hissederek Rabbine daha fazla dua ve iltica etmesine yardım ederler. Ayrıca, günahlara kefaret olmakla bir kısım cezaların ahirete kalmamasına vesile olurlar. Bunlar musibetlerin nurlarıdır.
(1) bk. Lem'alar, İkinci Lem'a.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü