"Sabırsızlık ise Allah’tan şikâyeti tazammun eder. Ve ef’âlini tenkit ve rahmetini ittiham ve hikmetini beğenmemek çıkar." Başına çok büyük musibetler gelenler açısından bu kısmı açar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
"İkincisi: Musibetlere karşı sabırdır ki, tevekkül ve teslimdir. اِنَّ اللهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ - وَاللهُ يُحِبُّ الصَّابِرِينَ şerefine mazhar ediyor. Ve sabırsızlık ise Allah’tan şikâyeti tazammun eder. Ve ef’âlini tenkit ve rahmetini ittiham ve hikmetini beğenmemek çıkar."
"Evet, musibetin darbesine karşı şekvâ suretiyle elbette âciz ve zayıf insan ağlar. Fakat şekvâ Ona olmalı; Ondan olmamalı. Hazret-i Yakup Aleyhisselâmın اِنَّمَاۤ اَشْكُوا بَثِّى وَحُزْنِى اِلَى اللهِ demesi gibi olmalı. Yani, musibeti Allah’a şekvâ etmeli; yoksa Allah’ı insanlara şekvâ eder gibi 'Eyvah! Of!' deyip 'Ben ne ettim ki bu başıma geldi?' diyerek, âciz insanların rikkatini tahrik etmek zarardır, mânâsızdır."(1)
Maruz kaldığımız musibet ve belalar ne kadar ağır ve zor da olsa isyan ve şikâyetin insana ne maddî ne de manevî hiçbir faydası bulunmuyor. Aksine isyan musibeti ikileştiriyor, daha da ziyadeleştiriyor.
İsyan ve şikâyet tıpkı kırık bir el ile düşmana yumruk atmak gibidir; kırık bir el ile ne kadar yumruk atsa kendi canı misliyle acıyacaktır. Halbuki sabretse, kırık kolunu tedavi ettirse, canı daha az acıyacak ve manen de büyük bir sevap kazanacak. Onun için isyan ve şikâyetin ne ruhî bakımdan ne de uhrevî cihetten hiçbir faydası bulunmadığı gibi, çok büyük zararları da vardır. İsyan, derdi birden bine çıkarırken, sabır binden bire indirir.
İnsan aciz ve dayanıksız bir fıtrata sahip olduğu için ağlamak, sızlamak ve şikâyet etmek ister. Bu yüzden insana "Ağlama, sızlama, şikayet etme!." denilemez. Ama ağlama, sızlama ve şikâyetin yüzü ve yönü ayarlanabilir. İşte insan bu noktada mes’uldur. Bunun en güzel misali Hz. Yakub (as)'ın tavrıdır:
"... Ben derdimi de üzüntümü de ancak Allah 'a şikayet ederim.” (Yusuf, 12/86)
Yani: Musibeti Allah'a şikâyet etmeli, yoksa Allah'ı insanlara şikâyet eder gibi, "Eyvah! Of!" deyip, "Ben ne ettim ki, bu başıma geldi?" diyerek, âciz insanların duygularını tahrik etmek zarardır, mânasızdır ve aynı zamanda kulluğa da münafidir.
Musibetlerin verilmesinin hikmeti insanın metanet kazanıp kemale ermesidir. İnsan musibete karşı sabrederse, kemal bulup olgunlaşır. Böylece Allah’ın isim ve sıfatlarına mazhariyet noktasında sağlam bir zemin ve semeredar bir tarla, mütefekkir ve hikmet sahibi bir okuyucu olur. Eğer musibet karşısında isyan edip sürekli şikâyet ederse, o zaman musibetin maksadı tahakkuk etmediği gibi, bir de isyan günahını beline yükler. Yani insan musibet karşısındaki isyanı ve şikâyeti ile hem dünyada hem de ahirette büyük bir zarara uğrar.
"Mülk sahibi mülkünde dilediği gibi tasarruf ediyor." Kuluna hastalıklar ve musibetler veriyor ki, kul aciz olduğunu idrak etsin, dünyanın rahat yeri olmadığını anlasın, dua ve niyazla Rabbine sığınsın, günahları dökülsün, daha ziyade ahiretine çalışsın, kabre tertemiz girsin ve ebedî saadeti kazansın.
(1) bk. Mektubat, Yirmi Üçüncü Mektup.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü