Bediüzzaman, Kur’an hakkında “cehl-i mürekkebin menşei olan adiyat perdelerini keskin beyanatıyla yırtmak” diye bir tabir kullanıyor, açıklar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
Adiyat kelimesi, âdet olarak yapılan şeyler, içinde sürekli yaşadığımız ve gördüğümüz hadiseler için kullanılır. Bunların her biri birer kudret mu'cizesi olduğu halde, devamlı görüldüklerinden insanlarca adiyattan sayılırlar. Perdeli bir yere baktığımızda içerisini görmediğimiz gibi, âdiyat perdeleriyle âleme baktığımızda da ondaki kudret elini, ilâhî tasarrufları göremeyiz.
Adiyat perdeleri, cehl-i mürekkebin menşeidir. Cehl-i mürekkeb, bilmediğini bilmemek ve yanlış bilgisini ilim sanmaktır. Cehalet, ilmin zıddı olup, bilmeme halini ifade eder. İki şekilde görülür:
1. Cehl-i basit,
2. Cehl-i mürekkep.
Cehl-i basit, bilmemektir; cehl-i mürekkeb ise, bilmediğini de bilmemektir. Birincisinin tedavisi kolay, ikincisinin tedavisi hayli zordur. Çünkü böyleleri hem bilmiyorlar, hem de bilmediklerini bilmiyorlar. Cehaleti bir hastalığa benzetirsek, cehl-i mürekkeb, kendini sağlıklı zannetme hâlidir.
Gece ve gündüzün peş peşe gelmesi, mevsimlerin birbirini kovalaması, yağmurun yağması, rüzgârın esmesi, yeni yeni canlıların dünyaya gönderilmesi gibi hâdiseler, insanlarca âdiyattan kabul edilirler.
Mesela, anne-baba vasıtasıyla dünyaya gelen yeni yavrular genelde sağlam ve azaları tam olarak gelirler. Bunların böyle devamlılığı, pek çok insanı ülfet hastalığına müptela eder. Bunlar, ancak iki başlı veya üçayaklı bir yavru görünce hayret ederler. Hâlbuki asıl hayret edilmesi gereken, bu yavruların sağlam ve bütün organları tam olarak dünyaya gelmeleridir.
Kur’an-ı Kerîm, iç içe olduğumuz fakat alışkanlık perdesiyle, çoğu zaman, yeterince düşünemediğimiz hârika hâdiseleri sürekli olarak nazara vermekle âdiyat perdelerini yırtar, bizi tevhide ulaştırır. Mesela:
“İnsan hangi şeyden yaratıldığına baksın...” (Tarık, 86/5)
“Onlar devenin nasıl yaratıldığına, semanın nasıl yükseltildiğine, yerin nasıl bir satıh yapıldığına, dağların nasıl dikildiklerine bakmıyorlar mı?” (Gaşiye, 88/17-19)
Varlık âlemine ve onda cereyan eden hadiselere bu gibi ayetler açısından bakan bir mü’min, bu hâdiselerin içerisindeki ilahi icraatı görür, imanını canlı tutar. Çevresine ülfetle ve sathi nazarla bakmaktan kurtulur; kâinat kitabının sayfalarını ibretle mütalaa eder.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü