"Belki o mahbublarda, sebeb-i muhabbetiniz olan hüsün ve ihsan, fazl ve kemal, o Mahbub-u Baki’nin cilve-i cemal-i bakisinden çok perdelerden geçip gayet zayıf bir gölgenin gölgesidir.” İzah eder misiniz? Gölge esma ise; gölgenin gölgesi nedir?
Değerli Kardeşimiz;
İnsanların sevilmesine ve sayılmasına vesile olan bütün güzellikler, mükemmellikler ve ihsanlar, Cenab-ı Hakk'ın ezeli, ebedi ve zati olan güzelliklerin, mükemmelliklerin ve ihsanların gölgelerinin gölgeleridir. Yani Allah'ın zatının gölgesi hükmündeki isimlerinin yansıması ve gölgeleri hükmündedir.
Denizin yüzündeki bir su kabarcığında da Güneş'in ışığı kendini gösterir. Ancak bu ışık, Güneş ışığına nisbet edildiğinde zayıf bir gölge, hatta bir aynadan yansımışsa gölgenin gölgesi gibi kalır.
Gölge ifadesi, bir şeyin yansımasından hasıl olan bir görüntüdür. Varlık mertebesi itibariyle de çok aşağı ve çok zayıf olma manasında kullanılmaktadır.
Gölge zattan haber verir, ama zatın kemalini göstermekte çok zayıf kalır. Mesela, bir meyve Rezzâk isminin bir gölgesi, hatta gölgenin gölgesidir. Yani "Rezzâk isminin hüsnü ve kemali yanında meyvenin güzelliği ve mükemmelliği gölge gibi zayıf kalır" demektir.
Gölgenin gölgesi ifadesini şöyle izah ediyorlar. Bir varlık, yaratılmadan önce de Allah’ın ilminde mevcuttu. İlimdeki bu varlığa mahiyet deniliyor. Muhyiddin Arabî hazretleri bu mahiyetleri âyan-ı sabite olarak adlandırır. İşte bir şeyin mesela bir meyvenin İlâhî ilimdeki hali yani mahiyeti Rezzâk isminin bir gölgesidir. O meyve yaratıldığında hakikat olur ve yediğimiz bu meyve Rezzâk isminin gölgesinin gölgesi olmuş olur. Yani bu meyve, İlâhî ilimdeki halinden haber veren bir gölge gibidir, İlâhî ilimdeki mahiyeti ise Rezzâk isminden haber veren ayrı bir gölgedir.
"Çok perdelerden geçme" meselesi de Risale’de şöyle ifade edilmektedir:
"O kemalin ziyası şuun ve sıfât ve esma ve ef’al ve âsâr perdelerinden geçtiği hâlde, şu kâinatta yine bu kadar hüsnü ve cemali ve kemali göstermiş.”
"Zira mukarrerdir ki, masnudaki feyz-i kemal, Sâniin zıll-i tecellîsiden muktebestir. Demek, kâinatta ne kadar hüsn-ü cemal, kemal varsa, umumundan lâyühad derecede yüksek tabakada evsaf-ı cemaliye ve kemaliyeyle Sâni-i Zülcelâl muttasıftır. Zira, ihsan servetin, icad vücudun, icab vücubun, tahsin hüsnün, tenvir nurun fer'i ve delili olduğu gibi; bütün kâinattaki bütün kemal ve cemal, Sâni-i Zülcelâlin kemal ve cemaline bir zıll-ı zalildir ve burhanıdır." (Mesnevî-i Nuriye, Nokta)
Eşya isimlerin yanında gölge gibi kalır, isimler de sıfatın yanında gölge gibidir, sıfatlar da şuunatların yanında gölge hükmündedir, şuunat da Zat-ı Akdese nisbet edildiği zaman gölge mesabesinde kalır.
"Yirmi İkinci Söz'de izah edilen şu temsile bak ki: Nasıl mükemmel, muntazam, san'atlı, saray gibi bir eser, bilbedâhe, muntazam bir fiile delalet eder. Yani, bir bina, bir dülgerliğe delâlet eder. Ve mükemmel, muntazam bir fiil, bizzarure, mükemmel bir fâile ve mahir bir ustaya, bir dülgere delalet eder. Ve mükemmel usta ve dülger ünvanları, bilbedahe, mükemmel bir sıfata, yani san'at melekesine delalet eder. Ve mükemmel sıfat ve o mükemmel meleke-i san'at, bilbedâhe, mükemmel bir istidadın vücuduna delalet eder. Ve mükemmel bir istidat ise, âli bir ruh ve yüksek bir zatın vücuduna delalet eder."
"İşte, bütün âlemdeki âsâr-ı sanat ve bütün mahlûkat, her biri birer eser-i mükemmel olduğundan, her biri bir fiile ve fiil ise isme; isim ise vasfa ve vasıf ise şe'ne ve şe'n ise zâta şehadet ettikleri için, masnuat adedince, bir tek Sâni-i Zülcelâlin vücub-u vücuduna şehadet ve ehadiyetine işaret ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla, silsile-i mahlûkat kadar kuvvetli bir tarzda bir mirac-ı marifettir. Hiçbir cihette içine şüphe girmeyen müteselsil bir burhan-ı hakikattir." (Sözler, Otuz Üçüncü Söz, On Sekizinci Pencere)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü