’’Ben bir gizli hazine idim, bilinmeye muhabbet ettim, kainatı yarattım’’ mealindeki kudsi hadisi nasıl anlamalıyız? Bu kudsi hadisi Rabbimizin Samed ismi ile de ilişkilendirerek açıklar mısınız?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Samed, her şeyin kendine muhtaç olup, kendisi hiç kimseye ve hiç bir şeye muhtaç olmayan Allah demektir. Allah’ın güzel isimlerindendir.

Samed ismi ışığında bu kudsi hadise baktığımız zaman; "Bilinmeye ve kendimi teşhir etmeye muhabbet ettim." ifadesi ise, Allah’ın kudsi şuunatına bir gönderme ve bir işarettir. Yani Allah’ın kendi güzelliklerini kainat ve varlık vasıtası ile teşhir ve ilan etmesi bir gereksinim ve ihtiyaçtan dolayı değil, Zat-ı Akdesine münasip ve ulvi olan şuunatının bir tecellisidir.

Şuunat-ı İlahiye: Şuunat, şe’nin çoğulu. Şe’n için Türkçemizde tam bir karşılık bulamıyoruz. En yakın mânâ olarak “şan, hal, tavır, kabiliyet” deniliyor.

Hâlık (yaratıcı) Allah’ın bir ismidir. Hâlıkıyet ise şe’nidir. Yâni, yaratıcı olmak Allah’ın şânındandır. Bu hâlıkıyetini icra etmek diledi mi bu dilemeyi, yâni bu iradeyi, ilim, kudret gibi sıfatlar takib ediyor ve halk (yaratma) fiili icra ediliyor. Böylece yaratılan o mahlûkta Hâlık ismi tecelli ediyor.

Rab da Cenâb-ı Hakk’ın bir başka ismi. Rab, yâni terbiye edici. Rububiyet (terbiye edici olmak) ise Allah’ın bir şe’ni.

Bütün İlâhî isimler böylece düşünüldüğünde her birinin şuunât-ı ilâhiyyeden bir şe’n’e dayandığı anlaşılır.

Sevmek, lezzet almak, hoşlanmak insan için birer şe’n.dir. Allah da mahlûkatını sever ama, bizim bir eserimizi sevmemiz gibi değil. İşte bu İlâhî muhabbeti, mahlûkatın sevgilerinden ayırmak için “mukaddes” kelimesi kullanılır.

Allah da kulunun ibadetinden memnun olur. Ama, bu memnuniyet bir padişahın kendisine itaat eden bir askerinden memnuniyeti cinsinden değildir. İşte bunu zihinlere yerleştirmek için “memnuniyet-i mukaddese” tabiri kullanılıyor. Bunlar da şuunat-ı İlahiyedendirler. Allah’ın bütün mahlûkatının ihtiyaçlarını görmekte bir lezzet-i mukaddesesi vardır. Ama bu lezzet, bizim bir fakiri giydirmekten yahut doyurmaktan aldığımız lezzet gibi değildir.

“Her bir faaliyette bir lezzet nev’i vardır.” hakikatından hareket ederek kâinata nazar ettiğimizde, Cenâb-ı Hakk’ın herbir fiilini icra etmekte, her bir ismini tecelli ettirmekte bir lezzet-i mukaddesesi olduğu aklımıza görünür. Bu lezzetin keyfiyetini ise akıl idrak edemez. Zira, akıl ancak mahlûkat sahasında düşünebilir.

Şuunattaki bu yüksek ve ulvi keyfiyetler asla ve kata bir insanın ihtiyaç ve düşkünlüğü gibi bir halet değildir. Allah’ın muhabbeti, lezzeti, memnuniyeti, tebessümü, öfke ve gadabı Samet ve İlahlık vasfına münasip hallerdir, bizim mana-yı örfümüzdeki gibi bir ihtiyaçtan hasıl olan haller değildirler.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 4.858
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...