"Her kemal ve cemal sahibi, fıtraten cemal ve kemalini görmek ve göstermek istemesi sırrınca, o muhtelif esma dahi, daimî ve sermedi oldukları için, daimî bir surette Zat-ı Akdes hesabına tezahür isterler." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"İşte, her kemal ve cemal sahibi, fıtraten cemal ve kemâlini görmek ve göstermek istemesi sırrınca, o muhtelif esma dahi, daimî ve sermedi oldukları için, daimî bir surette Zat-ı Akdes hesabına tezahür isterler."
"Yani nakışlarını görmek isterler."
"Yani kendi nakışlarının ayinelerinde cilve-i cemallerini ve in’ikâs-ı kemallerini görmek ve göstermek isterler."
"Yani, kâinat kitab-ı kebîrini ve mevcudatın muhtelif mektubatını ânen feânen tazelendirmek, yani yeniden yeniye manidar yazmak, yani bir tek sahifede ayrı ayrı binler mektubatı yazmak ve her bir mektubu Z at-ı Mukaddes ve Müsemma-yı Akdesin nazar-ı şuhuduna izhar etmekle beraber, bütün zişuurun nazar-ı mütalaasına göstermek ve okutturmak iktiza ederler." (Mektubat, Yirmi Dördüncü Mektup, Birinci Makam.)
Allah’ın Zat’ı, Kur’an'ın ifadesiyle “Ğaniyyü’n-ani’l-âlemîn” dir; kendi yarattığı ve terbiye ettiği âlemlere muhtaç olmaktan münezzehtir.
Bu konuda pek çok ayet-i kerime mevcuttur. Bunlardan sadece ikisini numune olarak, takdim ediyoruz:
“Kim cihad ederse, kendi nefsi için cihad etmiş olur. Çünkü Allah, âlemlerden müstağnidir.” (Ankebut, 29/6)
“Eğer inkâr ederseniz, şüphe yok ki, Allah’ın size ihtiyacı yoktur. Bununla beraber, kulları hesabına, küfre razı olmaz.” (Zümer, 39/7)
Cenab-ı Hakk'ın isimleri ve sıfatları bu noktada biraz farklılık arz eder. Onlar da “tecelliye muhtaç değillerdir, ama tecelli etmek isterler.” İstemekle ihtiyacı karıştırmamak gerekir.
Üstad Hazretleri, “Rezzak ismi rızık vermek ister, Şâfi ismi hastalıkların vücudunu ister…” buyurur. Yani "Rezzak” isminin mahiyetinde muhtaçların rızıklandırılmasını istemek vardır. Aksi hâlde bu isim tecelli etmeyecektir.
Bu konuya şu hadis-i kudsinin ışığında bakabiliriz:
“Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek istedim (bilinmeye muhabbet ettim) de mahlukatı yarattım.” (Acluni, Keşfü'l-Hafa, II, 132)
Bu mana en ileri derecesiyle insanda kendini gösterir: Allah, hayat vermekle bize “Hayy (hayat sahibi) ve Muhyi (hayat verici)" olduğunu bildirmiş, biz de Allah’ı böylece tanıma imkânına kavuşmuşuz.
Bize verdiği cüz’î kudretle onun sonsuz kudretini, cüz’î irademizle onun küllî iradesini, …, bilmiş, Rabbimizi bu sıfatlarıyla tanımış oluruz.
İnsan, bu âlemde hem Allah’ın en mükemmel eseri hem de kâinat sergisinin yine en mükemmel seyircisidir. Bu sergide teşhir edilen eserlerin her biri ayrı bir mucize olduğu gibi, onları seyir, takdir ve tahsin edecek bir varlık yaratması da Allah’ın yine en büyük bir mucizesidir.
Netice itibariyle, Allah’ın bilinmek istemesi rahmetindendir ve o mukaddes sıfatlarının ve güzel isimlerinin tecelli etmek istemelerinin bir neticesidir. Bunu ihtiyaç olarak değerlendirmek hatadır.
Allah’ın hem zatı hem sıfatları hem de isimleri, sonsuz kemaldedir. Bu mükemmellik ve güzellikler ise, seyredilmeyi, temaşa edilmeyi isterler. Bu güzelliklerin seyredilmesi ise iki türlü olur; birisi bizzat kendisinin seyretmesi, diğeri ise bir başkasının bakışı ve nazarı ile seyretmesidir.
Cenâb-ı Hak maddeden münezzeh olduğundan onun cemal ve kemali manevidir. Zat’ının güzelliği, esmasının güzellikleri, sıfatlarının nihayetsizliği, rahmetinin eşsizliği, iradesinin küllî, kudretinin mutlak olması gibi bütün kemal ve cemaller hep manevidir.
İlim, sanat ve fen konusunda çok ileri seviyede olan o sultan, kendi yaptığı eserin bütün inceliklerini bilir, onlarda ne gibi sanatlar sergilediğine vakıftır. Kendi eserlerini böylece müşahede eder. Bir başkası ise bu inceliklerden habersiz olarak, sadece o eserlerin görünen güzelliklerine, haşmetine, tenasübüne bakarak hayran olur. Bizim Süleymaniye Camiini seyredip hayran kalmamızla, bir mimarın seyri arasında çok fark vardır; onun nazarı daha dakiktir, sanat inceliklerini bizden çok daha iyi bilir ve görür.
Aynen bu misal gibi, Allah’ın nihayetsiz ilim ve hikmetiyle, namütenahi kudret ve iradesiyle yarattığı bu kâinat ve içindeki mevcudatı bizim seyretmemiz çok üstünkörü, çok sathîdir. Mesela, biz bir insana bakarken sadece organlarının şeklini ve onları kaplayan derisini görürüz. Kulağın ötesinde çalışan işitme tezgâhlarını, kafatasında yer alan beyni ve sinir sistemini, duyu merkezlerini, bütün organlarının ve hücrelerinin çalışmalarını, ruhla bedenin alakasını ve böyle daha nice mucizeleri göremeyiz. Bir doktor bunları bize göre daha derin manada bilse bile, o da mesela, beyin tezgâhının çalışmasını sürekli seyredip daima hayret edecek değildir. Milyarlarca insanın beyin tezgâhlarının çalışmasını sadece beyin ameliyatı yapan birkaç doktor, kısa bir süre içerisinde ve bir derece seyredebilirler. Hâlbuki bu faaliyetler mutlaka seyirci isterler.
Üstad'ın ifadesiyle,
"Evet, hüsün elbette bir âşık ister; taam ise, aç olana verilir. Hâlbuki ins ve cin, şu nihayetsiz vazifeye, şu haşmetli nezarete ve şu vüs'atli ubudiyete karşı milyondan birisini ancak yapabilir. Demek bu nihayetsiz ve mütenevvi vezaife ve ibadata, nihayetsiz melaike enva'ı ve ruhaniyat ecnası lazımdır." (Sözler, On Beşinci Söz)
Melekler gibi, ruhanilerin de hakiki manada temaşa edemeyecekleri nice ince sanatlar insanda sergilenmektedir. İşte bütün bunlar Allah’ın nihayetsiz ilim ve hikmeti ile ortaya çıktıkları gibi, onları hakiki manada seyreden de yine Allah’tır.
“Ezel-Ebed Sultanı olan Sâni'-i Zülcelal, nihayetsiz kemalatını ve nihayetsiz cemalini görmek ve göstermek istemiştir ki: Şu âlem sarayını öyle bir tarzda yapmıştır ki; her bir mevcud, pekçok dillerle onun kemalatını zikreder. Pek çok işaretlerle cemalini gösterir. Esma-i hüsnasının her bir isminde ne kadar gizli manevi defineler ve her bir ünvan-ı mukaddesesinde ne kadar mahfî letaif bulunduğunu, şu kâinat bütün mevcudatıyla gösterir. ...” (bk. age., 31. Söz, Üçüncü Esas)
Allah, ezelden ebede kadar kendi güzellik ve mükemmelliğini zaten seyredip, bundan kendi zatına yakışır bir şekilde bir lezzet-i mukaddese almaktadır. Mütebessim bir çiçeğe baktığında insan nasıl bir keyif ve lezzet alıyorsa, sonsuz kemal ve cemale bakmanın verdiği keyif ve lezzet-i mukaddese nasıl olur, bir parça kıyas edilebilir.
Bunun yanında Allah, bir de başka nazarlarla, kendi cemal ve kemalini temaşa etmek istemiş, kâinatı ve şuurlu varlıkları yaratmıştır.
Bu yüzden Allah kâinatı sürekli bir faaliyet içindedir ve seyirciler sürekli değişmektedir. Böylece hem seyircilerin dikkati çekiliyor hem de sırada bekleyen diğer misafirlere ve esere yer açılıyor.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Allah bizi cdnnette yaratibilir ordada kemal ve cemalini görebilirdik haşa o halde neden dünyada yarattı imtihana tabi tuttu cennette göstermedi hikmeti nedir
İmtihan, irade, tercih, terakki, tekemmül, mücadele, mücahede, mertebe, kıyas, nispi değerler, tecelli, tezahür etme vesaire gibi daha bilemediğimiz bir çok ince ve derin hakikatler bu dünya hayatının inşa edilmesine sebep olup insanın imtihan edilmesine vesile olmuştur.
Cennet hayatında bu kavramlar tezahür etmez mesela cennette hastalık olmayacağı için Şafi isminin nispi cemal ve kemalini bilmemiz mümkün değildir. Bu sebeple İlahi isimler cemal ve kemalinin bütün kısım ve inceliklerini tecelli ve tezahür ettirmek için dünya hayatını gerekli kılmış denilebilir.
Daha bizim idrakinden aciz kaldığımız çok ince sır ve hikmetler dünya hayatını gerekli kılıp inşasına neden olmuştur. İnsan çok zalim ve cahil olduğu için her şeyi kendi nefsi ve çıkarı doğrultusunda değerlendiriyor. Oysa cemal ve kemal isim ve sıfatların hüküm ve tecellileri çok geniş çok büyük ve sınırsızdır insanın heva ve çıkarı ile kısıtlı ve sınırlı değildir.
Cennet sebep değil sonuçtur sebebin kendi içinde sonuçtan bağımsız binlerce ince hikmet ve ölçüleri olabilir ve bizim bunu ihata etmemiz mümkün değildir. Yani dünya hayatının kurulma gerekçesinin sayısız sebepleri vardır bunlardan en önemlisi ve birisi murad-ı İlahidir ve Onun muradı gerekçeyle değil dileme ile olur.
56. Ben cinleri ve insanları, başka değil, sırf bana kulluk etsinler diye yarattım.
57. Onlardan bir rızık istemiyorum, beni doyurmalarını da istiyor değilim.
58. Şüphesiz rızkı veren, sarsılmaz gücün sahibi olan yalnızca Allah’tır. Zariyat süresi
Başka değil diyor ya 56. Ayette ama üstad her kemalini ve Cemalini göstermek için yaramıştır diye ama başka değil diyor ayette bu çelişki değil midir