"Ben şu vazife-i kudsiyede bilmeyerek istihdam olunurdum; siz bilerek hizmet ediyorsunuz, bahtiyarsınız." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"İşte şöyle bir derste bulunduğunuz için Cenab-ı Hakka şükretmelisiniz. Ben de Cenab-ı Hakka yüz binler şükür ediyorum ki, o kuvvetli omuzlarınız yüküm altına girdiği için zayıf omuzum ağırlıktan kurtulup ruhum rahat etti. İstirahat bulan ruhum size takdirkârane ve minnettârâne bakıyor. Ve mes'uliyetten kurtulan kalbim de muvaffakiyetinize dua ediyor. Ve icrâ-yı vazife için çok düşünmekten kurtulan aklım da sizi tebrik ediyor. Ben şu vazife-i kudsiyede bilmeyerek istihdam olunurdum; siz bilerek hizmet ediyorsunuz, bahtiyarsınız. İnşaallah, niyet-i hâliseniz, benim müşevveş niyetimi dahi tashih edecektir. Şimdi başka birkaç noktayı size beyan ediyorum."(1)
Üstad Hazretlerinin bu ifadeleri tam bir mahviyet ve samimiyettir. Yani bu ifadeleri ile hasenatı Allah’tan, seyyiatı kendinden bilmek olan Kur’an düsturunu tam manası ile nefsinde yaşamakta olduğunu gösteriyor.
İnsan bir ameli gerçekleştirme noktasında gayet zayıf ve çok aciz bir varlıktır, elinden hiçbir şey gelmez. İnsanın tek sermayesi cüz’î iradesidir; bu irade de yaratma ve fiilleri gerçekleştirme hususunda mutlak acizlik içindedir. Bu yönde tasarrufu çok az ve dardır. İnsanın böyle bir mahiyette yaratılmasının hikmeti, Allah’ın isim ve sıfatlarına mazhar ve mâkes olabilmesi içindir. İnsan nihayetsiz acizlik hissi ile sonsuz kudret sahibi olan Cenab-ı Hakk'ı tanır ve bilir. Nihayetsiz şeylere muhtaç olması ile hiçbir şeye muhtaç olmayan, her şeyin hazinesi yanında olan nihayetsiz zengin olan Zat'a intikal eder.
İnsan fiile mahal olmak, dua ve istemek noktasında ise, kâinatı ihata edecek kadar geniş bir istidatta yaratılmıştır. İnsandaki nihayetsiz acizlik ve zayıflık damarı, insanı nihayetsiz kudret ve zenginliğe bağlar. Ve o ihtiyaç ve istemek duygusu ile o ihtiyaç ve istemesine mukabele edecek Zat'a intikal eder.
İşte insan Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellilerine ayna ve mahal olmak noktasında, kâinat kadar geniş, mahlûkatın umumu kadar mücehhezdir. İnsan ekmeğe muhtaç olduğu gibi, onun soframıza gelmesine vesile olan güneşe ve yıldızlara da muhtaçtır. Yani insan bütün kâinata muhtaç olarak yaratılmıştır. Bunun sebebi ise, insan her şeyde Allah’ın varlığını ve birliğini hissedip, O’nu bulsun, O’nu tanısın ve O’na arz-ı ubudiyet etsin.
Üstad Hazretleri, her anında ve her amelinde mutlak bir mahviyet ile Allah’a ayna ve mazhar olduğunu gösteriyor. Nimetleri kendinden değil, Allah’tan biliyor. Risale-i Nurlar ve iman hizmeti açısından Üstad Hazretleri kendini hiç ender hiç olarak görüp, bu iki büyük nimeti tamamen Allah’a vererek kulluğun zirvesine çıkıyor. Halbuki bizler, bu iman hizmetinde şuurlu yani bir parça enaniyetimizle hizmet ediyoruz ve tam bir mahviyet gösteremiyoruz.
(1) bk. Barla Lâhikası, (210. Mektup)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Hemen öncesinde ;
İman-ı tahkikîyi taşıyan bir mü’min, çok mü’minlere bir nokta-i istinad olur ki, şuursuz olarak avâm-ı mü’minîn o iman-ı tahkikî sahibinin kuvvet-i imanına istinad ederek kuvve-i mâneviyeleri kırılmaz; dalâletlere karşı dayanırlar..
Diyor burayı nasıl anlamalıyız.?
Allah razı olsun