"Bu kadar icattan insanın eli kısa olduğu halde,.. 'Beşer İcadı' namını vermek ne kadar büyük bir hatâ olduğunu, zerre kadar şuuru bulunan anlar." Dinsiz insan fiilî dua yapabilir mi?
Değerli Kardeşimiz;
İnsan bir fiili ve ameli tahakkuk ettirme noktasında zayıf ve aciz bir varlıktır, elinden hiçbir şey gelmez. İnsanın tek sermayesi cüz’î iradesidir. İnsan yaratma ve fiilleri gerçekleştirme hususunda mutlak acizlik içindedir ve eli çok kısadır. Bu yönde tasarrufu çok az ve dardır. İnsanın böyle bir mahiyette yaratılmasının hikmeti; Allah’ın isim ve sıfatlarına mazhar ve ma’kes olabilmesi içindir.
İnsan nihayetsiz acizlik hissi ile aciz olmayan sonsuz kudret sahibi bir Zat'ı tanır ve bilir. Nihayetsiz şeylere muhtaç olması ile hiç bir şeye muhtaç olmayan sonsuz gani olan Zat'a zihnen intikal eder.
Fiilî dua; Allah’ın kâinata koymuş olduğu kanunlara ve tertibe uymak ve sebepleri yerine getirmek demektir. Kim kâinata konulmuş olan âdetullah kanunlarına ve tertibe uyarsa, fiilî duayı ifa etmiş olur. Sonsuz hikmet ve adalet sahibi olan Allah da onun karşılığını dünyevî nimetler olarak bizzat verir. Kâfirlerin bu kanunlara riayet edip dünya nimetlerine erişmeleri, fiilî duanın ifa edilmesi için kâfidir; ayrıca bir de iman şuuru ile Allah’a dua etmesi gerekmiyor.
Yani kâfir ne kadar inkâr edip küfür içinde de olsa, sünnetullah kanunlarına ve sebeplere riayet etmekle, yani hal dili ile "Allah’ım, ben kanunlara uymakla dediğini yaptım, sen de vaadini, yani dünya nimetlerini ver" demiş oluyor. Kâfir bunu dili ile söylemese de, hali ile söylemiş oluyor. Saat nasıl şuuru ve haberi olmadığı halde insanlara zamanı bildiriyor ise, kâfir de haberi ve şuuru olmadığı halde hali ve fiili ile dua etmiş oluyor; ama mükâfatını peşinen burada alıyor. Küfrün cezasını ahirette ebedî azaba müstahak olarak görecektir.
Nitekim Avrupa ve kâfirler bu fiilî duayı çok iyi ifa ettikleri için, dünya nimetleri konusunda bizi geçmişler. Birçok keşiflerin onların eli ile olması bu sırdan dolayıdır. Ama hâlihazırdaki İslam devletleri ne fiilî duayı ne de kavlî duayı tam ifa etmedikleri için, hem dünyalarını hem de ukbalarını perişan ediyorlar.
Sünnetullah kanunlarına uymak zaruridir, terki ve başkalarına havalesi kabil değildir. Maalesef Müslümanlar bilhassa son bir asırda Kur’an ve sünnet çizgisinden uzak bir hayat yaşadıkları ve sünnetullah kanunlarına uymadıkları için, hem manen hem de maddeten terakki edemediler. Allah her iki âlemde de saadeti ancak her iki şeriata sarılana veriyor. Bu yüzden, kevnî şeriatı görmeyip sadece İslam şeriatı ile hareket eden ve dünya hayatında zayıf ve fakir düşmüş Müslümanlara bakıp da kabahati İslam dinine fatura etmek cehalet ve hamakattir.
Cenab-ı Hakk’ın emirlerini yerine getiren, sadece ahirete çalışan ancak kevnî şeriatı terk eden bir Müslüman dünyada muvaffak olamayacağı gibi, kevnî şeriata sımsıkı sarılıp da İslam şeriatını terk ederek sadece dünyaya hasr-ı nazar eden biri de ebedî saadeti kaybedip perişan olacaktır.
Allah’ın iki türlü şeriatı vardır. Birisi, Allah’ın kelam sıfatından gelen; vahiy ve peygamberler vasıtası ile insanlığa gönderilen dinlerdir. Dinler, insanların ibadet ve içtimaî hayatlarını tanzim eden ve onlara hakta rehberlik eden semavî emir ve yasaklardır. Bu şeriata uyanlar hem dünya hayatında hem de ahiret hayatında mes’ud ve bahtiyar olurlar.
Evâmir-i şer’iye; Allah’ın peygamberler vasıtasıyla kullarına bildirmiş olduğu emir ve yasaklardır. Namaz, oruç zekât, hac gibi ibadetler Allah’ın emirleri; zina, kumar, içki, cinayet gibi günahlar da O’nun yasak ettiği çirkin fiillerdir.
Diğer şeriat ise, Allah’ın irade ve kudret sıfatından gelen tekvinî şeriattır. Yani adetullah veya sünnetullah dediğimiz kanunlardır. Bunlara “Evâmir-i tekviniye” deniliyor.
Çekirdeğin çatlayıp büyümesi, yıldızların hassas bir şekilde yörünge içinde hareket etmeleri, bütün canlıların hayat şartlarının ve rızıklarının mükemmelen tanzim ve tedbir edilmesi, suyun kaldırma kanunu, yerçekim kuvveti, soğuğun üşütmesi, ateşin yakması, kuvvetin üstünlüğü, çalışmanın servet sahibi etmesi, tembelliğin sefalet ve fakirliğe sebep olması irade sıfatından gelen sünnetullah kanunlarıdır, yani evâmir-i tekviniyedir.
Bu sünnetullah kanunlarına uymayanlar, cezasını peşinen dünyada görür, uyanlar ise mükâfatını peşinen alır. Mesela, bir insan kendini yirmi katlı bir binadan atsa paramparça olur. Allah’ın kudret kanunlarında ceza da mükâfat da peşindir.
Tembelliğin cezası fakirlik ve sefalet; çalışmanın ve gayretin neticesi ise servet ve kuvvettir. Sebatlı ve kararlı olmanın neticesi de galip gelmektir. Bunlar hep tekvinî emirlerdir.
İşte, nasıl ki, kelam sıfatından gelen dinin hükümlerine uymak insanların ve cinlerin vazifesi ise, şu irade sıfatından gelen fıtrî ve tekvinî şeriata uymak da bütün insanların ve cinlerin vazifesidir. Dine uymayanların ekserisi ahiret hayatında ceza çekerler; ama fıtrî şeriata, yani sünnetullah kanunlarına uymayanlar, peşinen cezasını bu dünyada çekerler. Bu mü’min olsun kâfir olsun fark etmez. Kâinattaki adetullah kaidelerine uymayanların peşinen zelil ve hakir olmaları Allah’ın değişmez bir kanunudur.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü