"Bir adam müstaid ve kabil olduğu şeyi terk ve ehil olmayan şeye teşebbüs etmek, şeriat-ı hilkate büyük bir itaatsizliktir. Zira şanı odur ki..." Devamıyla izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Bir adam müstaid ve kabil olduğu şeyi terk ve ehil olmayan şeye teşebbüs etmek, şeriat-ı hilkate büyük bir itaatsizliktir. Zira şanı odur ki; istidadı san'atta intişar ve tedahül ve san'atın mekayisine ihtiram ve muhabbet ve nevamisine temessül ve imtisal... elhasıl, fena fi's-san'at olmaktır..."(1)
Yetenekli olduğu alanı bırakıp, yeteneğinin olmadığı alana teşebbüs etmek, Allah’ın koymuş olduğu yaratılış kurallarına aykırıdır. Doğru olanı, yeteneğinin olduğu sanata yönelip, o sanatın hakkını vermek ve o sanat dalında başarıya ulaşmaktır.
Mesela, tıbba kabiliyeti olan bir insan bu alanı bırakıp mimarlığa yönelse, hem tıp ilmi bir yeteneğini kaybetmiş olur hem de mimarlığa yazık olur. Kısaca insan yeteneği nerde ise orda ilerleyip uzmanlaşmalı.
"Vazife-i hilkat bu iken, bu yolsuzlukla san'atın suret-i lâyıkasını tağyir eder ve nevamisini incitir. Ve asıl müstaid olduğu san'ata olan meyliyle; teşebbüs ettiği gayr-ı tabiî san'atın suretini çirkin eder. Zira bilkuvve olan meyil ve bilfiil olan san'atın imtizacsızlığı için bir keşmekeş olur."(2)
İnsanın vazifesi bu iken, yani yeteneği nerde ise orda ilerleyip uzmanlaşması gerekirken, aksini yapıp hem yeteneği olmayan sanatı incitir hem de yeteneği olan sanatı terk etmekle o sanatın kalite ve gelişimine balta vurmuş olur.
Mesela, Newton fizik ilmini bırakıp ressamlığa soyunsa idi, bu durumdan hem fizik ilmi incinirdi hem de ressamlık sanatı incinirdi. Çünkü yetenek ile sanat arasında bir ahenk bir uyum olmazsa, oradan ne verim alınabilir ne de başarı elde edilebilir, hatta iş keşmekeş bir vaziyete girer.
"Bu sırra binaen pek çok adam meylü'l-ağalık ve meylü'l-âmiriyet ve meylü't-tefevvuk ile mütehakkim geçinmek istediğinden, ilmin şanında olan teşvik ve irşad ve nasihat ve lütfu terkedip kendi istibdad ve tefevvukuna vesile-i cebr ve ta'nif eder. İlme hizmete bedel, ilmi istihdam eder."(3)
Ehil olmayanlar sanatı ele alır, o alanda söz sahibi olursa, işte orada ağalık, tahakküm ve üstün gelme meyli (eğilimi) boy gösterir. İlmin ve ilim adamı olmanın şanı ve karakteri insanları doğruya ve güzele teşvik, irşat, nasihat olması gerekirken, aksine baskıcılık, zorbalık ve üstünlük taslama aracına dönüşür. İlme hizmet etmesi gereken bu insanlar ilmi kendi ego ve çıkarları için kullanırlar.
"Buna binaen vezaif, ehil olmayanın ellerine geçti. Bâhusus medaris, bunun ile indirasa yüz tuttu. Buna çare-i yegâne: Daire-i vâhidenin hükmünde olan müderrisleri, dârülfünun gibi çok devaire tebdil ve tertib etmektir. Tâ herkes sevk-i insanîsiyle hakkına gitmekle, hikmet-i ezeliyenin emr-i manevîsini, meyl-i fıtrîsiyle imtisal edip kaide-i taksimü'l-a'male tatbik edilsin."(4)
Maalesef bu gibi nazik ve önemli vazifeler ehil olmayan ellere geçti. Özellikle eğitimde bu daha belirgin bir şekilde görülüyor. Osmanlının gerileme dönemlerinde medreseler öyle bir duruma geldi ki, artık alimlik unvanı babadan oğula geçecek kadar şirazeden çıktı. Bir ülkenin eğitim sistemi çürükse her yeri çürük demektir. Osmanlının yıkılma nedenlerinin başında eğitim çürümesi gelir.
Üstadımız çare olarak önce eğitimin genel yapısını kontrol ve sevk edecek bir dairenin kurulması, sonra iş bölümü ve branşlaşmaya gidilmesi gerektiğini ifade ediyor. Bir insan her alanda uzman olamaz, bir alanı seçip ömrünü, enerjini, gücünü ve emeğini o alana teksif etmesi gerekir.
Dipnotlar:
(1) bk. Muhakemat, Birinci Makale (Unsuru'l-Hakikat), On İkinci Mukaddime.
(2) bk. age.
(3) bk. age.
(4) bk. age.
İlgili ders videosu için tıklayınız:
- Prof. Dr. Şadi Eren, Muhakemat Dersleri (15. Bölüm).
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü