"Birinci suret sırf vehbidir, kesbi değil; incizabdır, cezb-i rahmanidir ve mahbubiyyettir. Yol kısadır, fakat çok metin ve çok yüksektir ve çok halistir ve gölgesizdir..." Açıklar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
Burada, velayet-i Kübra mesleği tasavvuf mesleğinin velayet yolları ile mukayese ediliyor. Üstad Hazretleri bu iki temel mesleği akrebiyet ve kurbiyet olarak vasıflandırıyor. Akrebiyet, sahabe mesleği; kurbiyet ise tasavvuf mesleğini temsil ediyor.
"İşte, birinci suret sırf vehbîdir, kisbî değil. İncizabdır, cezb-i Rahmânîdir ve mahbubiyettir. Yol kısadır, fakat çok metin ve çok yüksektir ve çok hâlistir ve gölgesizdir. Diğeri kisbîdir, uzundur, gölgelidir. Acaib harikaları çok ise de kıymetçe, kurbiyetçe evvelkisine yetişemez."
"Mesela, nasıl ki dünkü güne bugün yetişmek için iki yol var: Birincisi, zamanın cereyanına tabi olmayarak, bir kuvvet-i kudsiye ile fevkazzaman çıkıp, dünü bugün gibi hazır görmektir.
"İkincisi, bir sene kat-ı mesafe edip, dönüp dolaşıp düne gelmektir. Fakat yine dünü elde tutamıyor; onu bırakıp gidiyor."
"Öyle de zâhirden hakikate geçmek iki suretledir: Biri, doğrudan doğruya hakikatin incizabına kapılıp, tarikat berzahına girmeden, hakikati ayn-ı zâhir içinde bulmaktır. İkincisi, çok merâtibten seyr ü sülûk suretiyle geçmektir."
"Ehl-i velâyet, çendan fenâ-i nefse muvaffak olurlar, nefs-i emmareyi öldürürler; yine sahabeye yetişemiyorlar. Çünkü aahabelerin nefisleri tezkiye ve tathir edildiğinden, nefsin mahiyetindeki cihâzât-ı kesire ile ubudiyetin envâına ve şükür ve hamdin aksamına daha ziyade mazhardırlar. Fenâ-i nefisten sonra ubudiyet-i evliya besâtetpeydâ eder."(1)
Seyru süluk, tasavvuf büyüklerinin tespit etmiş olduğu birtakım usuller ve yollarla uzun ve meşakkatli bir zaman ve müddetten sonra nefsin terbiye edilmesi, kalbin Allah’a teveccüh edip kurbiyet kesb etmesi ve marifet kazanmasıdır. Bu meslek, temsilde zamanın uzunca dolaşıp düne ulaşması ile tasvir ediliyor. Tarikat ve tasavvuf berzahı ile hakikatlere ulaşmak, hem uzun hem meşakkatli hem de risklidir. Bu kurbiyet mesleğidir.
Akrebiyet mesleği ise, zamanın üstüne çıkıp düne geçmek şeklinde tasvir ediliyor ki, burada asıl nazara verilen husus vehbîliktir. Yani kul burada mutlak bir teslimiyet ve tevekkül manası ile kesbini işin içine karıştırmadığı için, Allah mükâfat olarak hakikatleri zahmetsiz ve meşakkatsiz olarak bu kula ihsan ediyor. Hâlbuki kurbiyet mesleğinde kesb ve insanın benliği işe müdahildir, bu da yolu uzatıp meşakkatli hale getiriyor.
Akrebiyet, Allah’ın kula olan yakınlığını ihsan etmesi iken, kurbiyet kulun kendi gayreti ve kesbi ile Allah’a yaklaşmasıdır.
Güneş ısı ve ışığı ile bizim göz bebeğimize kadar girmiştir, biz bunu hissedip bu noktadan Güneşe baksak, güneşi hakiki manada tanıyabiliriz. İşte akrebiyet, yani sahabe mesleği Allah’ın isim ve sıfatlarının üzerimizdeki tecellilerini görüp marifet kazanma yoludur. Kurbiyet mesleği ise, riyazet ve nefsi ıslah etmek gibi uzun ve meşakkatli usuller ile Allah’a yaklaşmaktır. Akrebiyette acz ve fakr hükmeder, vehbî bir marifettir. Kurbiyette ise gayret ve riyazet hükmeder, kesbî bir marifet kazanma yoludur.
"Nur-u azam olan risalet ise, akrebiyet-i İlahiyenin inkişafı sırrına bakar."
Peygamberler bir hakikati anlamak ve idrak etmekte zamana ve çalışmaya mecbur değillerdir. Zira peygamberlerin mesleği vehbîdir, yani Allah’ın (c.c) ihsanıdır. Allah kulunu, bir anda en yüksek makama çıkarır. Peygamber Efendimizin (asm) miracı, vehbilik ve akrebiyet-i İlahi’nin bir tezahürüdür..
1) bk. Sözler, Yirmi Yedinci Söz Zeyli.Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Buradaki dünü bugün gibi hazır görmeyi izah eder misiniz? Bunun üstadımızın kalp ve ruhun hayat derecesiyle yani bu hayat dairelerinin zaman noktasındaki genişliğiyle alakalı olabilir mi?
İnsan iki temel esastan oluşur birisi ruh diğeri beden.
Beden maddidir, cismidir ve zamanın kaydı altındadır ve bunların kural ve kaidelerine tabidir. Mesela bedenin bir yılı yaşaması ancak zamanın kaydı ve kuralı ile mümkün olabilir. Bir sene kat’-ı mesafe edip, dönüp dolaşıp düne gelmektir. Fakat yine dünü elde tutamıyor; onu bırakıp gidiyor. Yani beden hiçbir zaman dünkü güne bugün yetişemez yetişmesi de teknik açıdan mümkün değildir. Çünkü beden zamanın içinde zamanın kaydı altında ve maddi ve kesif bir yapıya sahiptir.
İnsanı insan yapan ve insanın aslını teşkil eden cevher ise ruhtur. Ruh esas itibariyle madde, cisim ve zamanın kayıtlarından azade ve özgürdür zamanın döngüsüne ve kurallarına bağlı ve bağımlı değildir. Ruh bir anda bir milyon işi görecek bir anda hem dünde hem yarında hem anda olabilecek bir nuraniyete ve özelliğe sahiptir. Bir iş diğerine engel teşkil etmez zaman ruhu ana hapsedip geçmiş ve geleceği daraltamaz.
Ruh ile beden birbirinin aleyhine çalışan iki zıt kutuptur. Birisi geliştikçe diğeri zayıflar birisi zayıfladıkça diğeri gelişir. Hayatında beden, madde, maddecilik hükümran olan bir adamın ruhu söner ve hayatına madde ve zaman kayıtları hakim olur. Böyle bir adam istediği kadar uğraşsada zaman ve mekanın kayıtlarından kurtulamaz.
Ama bir insan iman, ibadet ve güzel ahlak ile ruhunu güçlendirip nefsini terbiye etmiş ise beden ruhun tesirine girmiş ve nurani ve ruhani bir hayatın zaferi ve galibiyeti içinde yaşıyor demektir. Bu durumda ki bir adam zaman ve mekanın kayıtlarından azade olup bir çok harika ve güzelliklere sahip olmuş demektir. Bu nuraniyette olan bir adam dünkü güne seneyi dolaşarak değil üstünden atlayarak geçebilir. Fizik yasaları ruhu kayıt altına alamaz.
Ruhaniyet derecesine ulaşmış bir adam zamanın geçmiş ve geleceğini hazır an gibi görür ve gezer. Bast-ı zaman tayy-ı mekan bu derecede olan velilerin sıklıkla mazhar oldukları birer kerametlerdir. Peygamber Efendimizin miracı avam insanların bir iki dakikalık rüyada bir iki günlük bazen bir iki yıllık işleri görmeleri bunun ispatı niteliğindedir.
Akrebiyet mesleğinde kesbin,cüzi ihtiyarın hiç medhali yokmudur izah edrmisiniz
Elbette vehbi olarak Allah'ın lutfettiği şeylerin mukaddemesi de, kesbidir. Yani Allahın lütfuna mazhar olabilmek için kesbi olarak çok çalışmak gerekir. Üstadımızın bazı eserleri vehbi ilim türünden olsa bile, aynı dersleri ona lütfetmesinin arkasında kesbi olarak bu ilmi taşıyabilecek özelliklere sahip olmak lazımdır.
Allah bir taştan hatta gaybdan da meyve yaratabilir. Lakin buna ehil olabilecek özelliklere sahip ağaçlara lütfetmesi gibi, Üstadımız da "ben bir üzüm çubuğu hükmündeyim" diyerek, üzümü meydana getirebilecek çekirdek Allah'tandır. Ama o istidat çekirdeğini ağaç yapmak için mücahede lazımdı. O mücahedeyi irademle ve kesbimle yaptım. Böylece benim yapamayacağım üzüm hükmündeki bu mükemmel eserleri de Allah bana lütfetti diyor.
Aynı şekilde insanın ayna yapması kesbidir. Ama o aynanın güneşi içerisinde barındırması ve karanlığı aydınlatması vehbidir. Zira aynanın mahiyetinde ve dükkanında o ışık vaki değildir.
Aynı şekilde Peygamberler (a.s.m), vazifeli büyük zatlar, kesbi olarak üzerlerine düşeni hakkıyla yapmışlar. Ondan sonra ilahi ihsana mazhar olabilecek makama erişince, vehbi ilim ve şuhudlar arkasından gelmeye başlar.