"Eskiden kırk günden tut, ta kırk seneye kadar bir seyrü sülûk ile bazı hakaik-i imaniyeye ancak çıkılabilirdi..." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Kalbin seyrüsülûku tabiri, daha çok tasavvufî bir usul ve terbiye ile kalbin terbiye ve inkişaf ettirilmesine bakar. Seyru süluk tasavvuf büyüklerinin tayin ve tesbit etmiş olduğu birtakım usuller ve yollarla, uzun ve meşakkatli bir zamandan sonra, kalbin tekemmül edip Allah'a teveccüh etmesi ve marifet kazanmasıdır. Yani kalbin velayet mertebelerinde terakki ve teali ederek rıza-yı ilahiyi kazanıp Allah'a yaklaşmasıdır. İşte kırk gün ve kırk yıl tabirleri bu mücadele ve ruhanî seyrin zorluğuna ve meşakkatine bir işarettir.
Velayet ve marifetullahı kazanmak ve zahirden hakikate geçmek, iki tarz ve iki usul ile oluyor. Bunlardan biri akrebiyet diğeri ise kurbiyettir. Akrebiyet ilahi bir feyiz ve ikram nevinden olup, Allah'ın bize yakınlığı itibariyle gerçekleşen bir yakınlık kurmaktır. Bu tarz bir yakınlık kurma, kısa ve meşakkatsizdir. Kurbiyet ise, bizim Allah'tan uzaklığımız itibariyle yakınlık kurmaya çalışmaktır ki, daha uzun ve meşakkatlidir. Bu usul ve terbiye şekillerinin izahını Üstad Hazretleri şöyle tarif ediyor:
"İKİNCİ VECİH: Sahabelerin kurbiyet-i İlahiye noktasındaki makamlarına velayet ayağıyla yetişilmez. Çünkü Cenâb-ı Hak bize akrebdir ve her şeyden daha ziyade yakındır; biz ise ondan nihayetsiz uzağız. Onun kurbiyetini kazanmak iki suretle olur:"
"Birisi: Akrebiyetin inkişafıyladır ki, nübüvvetteki kurbiyet ona bakar ve nübüvvet veraseti ve sohbeti cihetiyle sahabeler o sırra mazhardırlar."
"İkinci suret: Budiyetimiz noktasında kat-ı merâtip edip bir derece kurbiyete müşerref olmaktır ki, ekser seyr ü sülûk-u velayet ona göre ve seyr-i enfüsî ve seyr-i afaki bu suretle cereyan ediyor."
"İşte, birinci suret sırf vehbîdir, kisbî değil. İncizabdır, cezb-i Rahmânîdir ve mahbubiyettir. Yol kısadır, fakat çok metin ve çok yüksektir ve çok halistir ve gölgesizdir. Diğeri kisbîdir, uzundur, gölgelidir. Acaip harikaları çok ise de kıymetçe, kurbiyetçe evvelkisine yetişemez."
"Mesela, nasıl ki dünkü güne bugün yetişmek için iki yol var: Birincisi, zamanın cereyanına tâbi olmayarak, bir kuvvet-i kudsiye ile, fevkazzaman çıkıp, dünü bugün gibi hazır görmektir. İkincisi, bir sene kat-ı mesafe edip, dönüp dolaşıp düne gelmektir. Fakat yine dünü elde tutamıyor; onu bırakıp gidiyor."
"Öyle de zâhirden hakikate geçmek iki suretledir: Biri, doğrudan doğruya hakikatin incizabına kapılıp, tarikat berzahına girmeden, hakikati ayn-ı zâhir içinde bulmaktır. İkincisi, çok merâtipten seyr ü sülûk suretiyle geçmektir. Ehl-i velâyet, çendan fenâ-i nefse muvaffak olurlar, nefs-i emmâreyi öldürürler; yine Sahâbeye yetişemiyorlar. Çünkü Sahâbelerin nefisleri tezkiye ve tathir edildiğinden, nefsin mahiyetindeki cihâzât-ı kesire ile, ubudiyetin envâına ve şükür ve hamdin aksâmına daha ziyade mazhardırlar. Fenâ-i nefisten sonra ubudiyet-i evliya besâtet peydâ eder."(1)
1) bk. Sözler, Yirmi Yedinci Söz'ün Zeyli.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü