"Bu Alman mağlûbiyetiyle neticelenen bu harpte Osmanlı Devletinin mağlubiyetinin hikmeti nedir?" Sualinin cevabını icmalen verir misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Burada Birinci Dünya Savaşı'ndaki mağlubiyetimizin kader canibindeki bir cihetine dikkat çekilmektedir. Başta Mekke ve Medine başta olmak üzere, Orta Doğu'nun büyük bir kısmını elinde bulunduran Osmanlı Devleti yıkılmış ve yine başta Mekke ile Medine olmak üzere birçok mühim toprakları da kaybetmiştir.

Osmanlı Devletinin yıkılmasından sonra, mirası üzerine Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Ancak bu yeni rejim, Osmanlının aksine, şeair-i İslamiye'yi tahrip etmeyi bir gaye haline getirmiştir. Nitekim Anadolu'da, cami, ezan, Kur'an eğitimi, ibadethanelere yönelik yapılan menfi faaliyetler tarihçe bilinmektedir.

İşte eğer, Osmanlı mağlup olmasaydı, Mekke ve Medine de Osmanlı'dan kopmayacak ve yeni kurulan rejimin himayesine verilecekti. Böylece Anadolu'da uygulanan ve mukaddesata dönük olan menfi faaliyetler bu iki mukaddes beldeye de tatbik edilecekti. Bu sebepten bu iki mukaddes beldenin sahibi olan Allah, Osmanlı'nın mağlubiyetine müsaade etmiştir, denilmektedir.

Üstadımız; Birinci Cihan harbine Osmanlı devletinin girmesini istemiyor, tarafsız kalmasını arzu ediyordu. Zaten yıpranmış, yorgun ve hasta bir devletin yapabileceği başka bir şey de yoktu. Ancak kendini muhafaza edip koruması icap ediyordu.

Cennet mekân Abdulhamid Han da aynı kanaatteydi. Maalesef bu düşünceler zuhur etmedi. Cihan harbine iştirak ettik. Yirmi yıl sonra İkinci Cihan harbine de iştirak etseydik; millet olarak belki de tamamen helak olacaktık.

Kader-i ilahi bizi İkinci Cihan harbine sokmadı ve İslam âlemi de bu harpten uzak kaldı. Maddî kılıçlar ve muharebeler İslam âleminin gündeminden düştü, bu defa siyaset ve diplomasi mücadelesi başladı.

İşte İkinci Cihan harbinde tarafsız kalınarak; Mısır ve Hindistan gibi devletlerin siyaseten kurtulmasına vesile olan; o siyasî deha ve diplomasi sahipleri; İngilizlere taraftarlık göstererek, büyük bir hata ile İslam âleminin sömürgede kalmalarına göz yumdular. Eğer İngilizlere taraftarlık olmasa idi; şeklen bizden ayrılan İslam âlemi, yine bizimle ittihada ve ittifaka girebilirdi. Maalesef bu yanlış taraftarlık, İslam âlemini hem bizden küstürdü, hem de sömürgelerin hâkimiyetini bir derece devam ettirdi. O zamanın malum idarecileri siyaset ve askeriyede deha oldukları halde; İslam âleminin ittihadını göz ardı edip; deha ve siyasetlerine yakışmayan bir davranış sergilediler.

İşte kader hikmet noktasında; bu yanlış taraftarlığın istikbalde İslam âlemi açısından mühim bir faidesini ortaya çıkardı. O da; bizim Türkiye’de uyguladığımız rejimin ve hatalı tatbikatın İslam âlemine de uygulanması ve tatbiki meselesi idi. Bu ise gayretullaha dokunacağından; başımıza daha büyük bir felaket gelecekti.

İşte deha sahiplerinin akıl almaz hataları arkasında; kaderin bizleri zulümden ve zulmü tamimden kurtarma hikmeti saklı idi. Bu konu böylece tahakkuk etmiş oldu.

"Yirmi sene evvel tabedilen Sünuhat risalesinde, hakikatli bir rüyada, âlem-i İslam'ın mukadderatını meşveret eden ruhani bir meclis tarafından bu asrın hesabına Eski Said'den sordukları suale karşı verdiği cevabın bir parçası şimdilik tezahür etmiştir. O zaman, o manevi meclis demiş ki: 'Bu Alman mağlubiyetiyle neticelenen bu harpte Osmanlı Devletinin mağlubiyetinin hikmeti nedir?' Cevaben Eski Said demiş ki: 'Eğer galip olsaydık, medeniyet hatırı için çok mukaddesatı feda edecektik. Nasıl ki yedi sene sonra edildi. Ve medeniyet namıyla âlem-i İslam, hususan Haremeyn-i Şerifeyn gibi mevâki-i mübarekeye, Anadolu'da tatbik edilen rejim kolaylıkla, cebren teşmil ve tatbik edilecekti. inayet-i İlahiyeyle onların muhafazası için kader mağlubiyetimize fetva verdi.' "

"Aynen bu cevaptan yirmi sene sonra, yine gecede, 'Bîtaraf kalıp, giden mülkünü geri almakla beraber, Mısır ve Hind'i de kurtararak, bizimle ittihata getirmek, siyaset-i âlemce en büyük muzafferiyet kazanmak varken, şüpheli, dağdağalı, faydasız bir düşmana (İngiliz) taraftarlık göstermekle muzaaf bir surette ve zararlı bir yolu tercih etmek, böyle zeki, belki dâhi insanların nazarında saklı kalmasının hikmeti nedir?' diye sual benden oldu. Gelen cevap, manevi cânipten geldi. Bana denildi ki: 'Sen, yirmi sene evvel manevi suale verdiğin cevap, senin bu sualine aynı cevaptır. Yani, eğer galip tarafı iltizam edilseydi, yine mimsiz medeniyet namına galibâne mümanaat görmeyecek bir tarzda, bu rejimi âlem-i İslama, mevki-i mübarekeye teşmil ve tatbik edilecekti. Üç yüz elli milyon İslam'ın selameti için bu zahir yanlışı görmediler, kör gibi hareket ettiler.' " (1)

Birinci Dünya Savaşı'nda şayet Osmanlı Almanya ile beraber harpten galip çıksa idi, Avrupa’nın o bozuk fikriyatı daha hızlı ve daha şiddetli bir şekilde bize hükmedecekti. Mağlubiyet Osmanlı halkını biraz daha o fikre karşı yumdu, yani küstürdü. Malum mağlup olan bir milletin galip tarafın fikriyatını benimsemesi biraz daha zordur.

İkinci Dünya Savaşı'nda da benzer bir durum ortaya çıkmıştır. Şayet Türkiye başlangıçta İkinci Dünya Savaşı'nın galibi olan Almanya’nın yanında yer alsa idi, belki İngilizlere kaptırdığı eski topraklarını yani Mısır ve Arap dünyasını geri alabilirdi. Nitekim bu savaşın sonuna kadar Almanlar galibane gitmiş, nerede ise Rusya’yı bile işgal edecek vaziyete gelmiştir. Üstad Hazretlerinin "galip tarafı iltizam edilseydi" ifadesinden bu manayı anlayabiliriz.

İkinci Dünya Savaşı'nda Türkiye zımnen İngilizlere taraftar olmuştur, dolayısı ile bu ifade Birinci değil, İkinci Dünya Savaşı'na bakıyor.

(1) bk. Kastamonu Lâhikası, (13. Mektup).

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 18.568
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

yuvam

Üstad Kastamonu Lahikası’nda, “Osmanlı yenilseydi, Mekke ve Medine’de heykeller dikilecekti.”, diyor mu? Bununla ne kastedilmiştir?

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editor (editor)

Her şeyden evvel, Risalelerdeki ifadeler: "O mübarek mekanlar elimizde kalsaydı, heykeller dikilirdi" şeklinde değildir.

Kastamonu Lahikası'nda geçen cümlelerin aslı şöyledir:

"Eğer galip olsaydık, medeniyet hatırı için çok mukaddesatı feda edecektik. Nasıl ki yedi sene sonra edildi. Ve medeniyet namıyla âlem-i İslam, hususan Haremeyn-i Şerifeyn gibi mevâki-i mübarekeye, Anadolu'da tatbik edilen rejim kolaylıkla, cebren teşmil ve tatbik edilecekti. İnayet-i İlahiyeyle onların muhafazası için kader mağlubiyetimize fetva verdi."(1)

Yukarıda da ifade edildiği gibi, yalnız heykel ve resimler mes'elesi değildir; rejim meselesidir. Camilerin kapatılması, Kur'an'ın yasaklanması, din adına her türlü bilginin yasaklanması, alimin sarığından kadının örtüsüne kadar, şapkanın mecburi edilmesine, direnenlerin asılmasını da dikkate alırsanız, nice insanların hayatlarının söz konusu olması gibi bir çok sebebi sayabiliriz. Kâbe'nin kapatılmasını, hac ibadetinin yasaklanmasını ve hatta Ayasofya gibi, Kâbe'nin başka amaçlarla kullanılma ihtimalini de hesaba kattığımızda, daha ehven olan şimdilerin sahip çıkmasına Allah müsaade etmiştir, denilebilir.

Nasıl ki, her canlı doğar, büyür ve en sonunda ölüyor ise, devletler de doğar büyür ve en sonunda ölürler. Osmanlının yıkılması da mukadderdi. Yıkılmasa bile, değişerek başka bir şekle girmesi kaçınılmazdı. Nitekim Osmanlının son iki yüz yılındaki değişim ve dönüşüm de bu tezi kuvvetlendiriyor.

İttihat ve terakki partisi Osmanlının son dönemlerinde hakim bir parti idi ki, bu zihniyet yeni rejimi kuranları yetiştirmiştir. Şayet Osmanlı devam etmiş olsa idi, yeni rejimi kuran zihniyet başka bir şekil ve metot ile aynı fikriyatlarını tesis edeceklerdi. Bu da Üstad Hazretlerinin tespitini doğruluyor.

(1) bk. Kastamonu Lahikası, 13. Mektup.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
yuvam

Hımmm...Allah razı olsun. Güzel ve mukni edici bir cevaptı. Zaten bende hatırladığım kadarıyla demiştim. Demek ki eksik ve dar hatırlamışım. Cevap cup diye yerine oturdu. Ama affınıza sığınıyorum. Hala tatmin olmadığım bir nokta var. Bugün ciddede ingilizlerin kullandığı plajlar var. Yani suudi arabistanda tam bir ingiliz ve amerikan hakimiyeti var. Dediğiniz maslahatlar açısından doğru. Ama bu açıdan baktığımızda yani ekonomik yönden arapların ekonomisine petrollerine cidde sahillerine ağırlıkla onlar hakim. Kullanması,işletilmesi vesaire. Bu konuda ne dersiniz?

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editor (editor)

Dünya imtihan dünyasıdır. Ayetin ifadesi ile: "Allah hiç kimseye zulm etmez. İnsanlar kendilerine zulüm ederler." Fert olarak başımıza gelen her musibetin ya bir yanlışımızın karşılığı veya sevap kazanmak için geldiği gibi, toplumsal musibetler de bu iki hikmete binaen gelmektedir. Ancak bu hikmetler, zalimin zulmunu meşru kılmaz. Zalim, ya Dünya'da veya Ahiret'te  cezasını çekeceği gibi, mazlum açısından da keffaret olur. 
Mikropları insana musallat ederek insanı hasta edip, günahlardan temizleyen Allah, mikrop gibi insanları da Müslümanlara musallat ederek, hem Müslümanların kendilerine gelmelerine ve hem de Ahiret noktasında sevap kazanmalarına sebep kılar...

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
ceyhun
Suud yönetimi ehl-i sünnet düşmanı Vahhabi mezhebinin yayılması için uğraşırken Bediüzzaman'ın Vahabilere sempati ile baktığını iddia etmenize inanamıyorum. (Yazdığınız cevaptan bu anlaşılıyor.) Oysa Saddam Huseyin ehl-i sunnete çok daha uygun hareket ediyormuş ; hatta İmam-ı Azam'ın türbesinin bulunduğu camiiyi kaç kere kendisi bizzat temizlemiş. Başına gelenleri görüyorsunuz. Türk'e ihanet edeni Allah affetmez ; Bediüzzaman da hoş görmez. Başka bir yorumu kabul edemem. Kusura bakmayın.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editor (editor)

Bediüzzaman, kaderin müsaade ettiği bir konu üzerinde, malum yorumu yapmıştır. Bu yoruma itiraz eden,  başka bir yorum yapmak durumundadır. Çünkü ortada bir gerçek var. Sizin yaklaşımınız, hem gerçeğe ve hem de kadere itiraz mahiyetindedir. Çünkü ifadeleriniz: "Kutsal yerler, vahhabilerin eline geçmemeliydi, Saddam veya başkası daha layıktı" gibi bir anlam içermektedir. Halbuki Allah, vahhabilerin eline vermiştir. Haşa, Allah vehhabilerden yana mıdır?
İşte burada bir hikmet aramak durumundayız. Bediüzzaman ise kendine göre bir hikmet tespit etmiş ve ifade etmiştir. 

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
k.toprak

sayın ceyhun arkadaşım özür dilerim yorumunuzda bir milliyetçilik sezdim nasıl Allah türke ihanet edeni sevmez ?hem türke ihanet eden birkaç kendini bilmez idi bunu nasıl tüm arap alemine teşmil edelim?

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
k.toprak

Ağabeyim cevap için teşekkür ederim.  Yalnış malumat edinmiş olabilirim.  Belirttiğiniz gibi ortadoğunun büyük bir bölümü bazı hikmete binaen osmanlının elinden çıkmış fakat ingilizlerin himayesine altına alınmış bu olaya ehveni şer diyebilirmiyiz ?

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editor (editor)

Yukarıda ifade edilen hikmetler, daha ziyade Mekke ve Medine için geçerlidir. Her musibetin kader boyutu vardır. Kader madem müsaade etmiştir. Öyle ise mutlaka bildiğimiz veya bilmediğimiz bir çok hikkmetleri vardır.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
k.toprak
Ağabeyim verdiğiniz cevaplar için Allah razı olsun konunun hemen devamında Nasıl ki yedi sene sonra edildi. diye cümleler geçmekte bu sorunun cevabını sizin verdiğiniz cevabın içerisinde bulabilirmiyim
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
yuvam
Sevgili Hocalarım; 1-Bizler müslümanlar olarak, her bir yenilgiye her bir ihmale her bir hataya bir hikmet bulmak zorundamıyız? Bu tarz bir yaklaşım, bizi tembelliğe atalete zillete ve esarete sürüklemez mi? Yenilgilerimizde ihmal ve hatadan başka ne olabilir? Ayağımıza takılanlar ya ekmediklerimizdir,ya da biçmediklerimizdir öyle değil mi? Pekiyi kafirler neden hikmet aramıyorlar da hep başarılı oluyorlar.Dünyada dünyanın kuralları geçerli değil mi? Allah çalışana vermez mi? En iyi çalışan en güzel çalışan kapasitesini maksimize eden kazanmazmı? Hatta daha da ileri giderek şunu söyleyim ki, bir mislüman kapasitesini yeterince kullanmadığı için Allah katında mesul olmaz mı? Tembellik beceriksizlik, miskinlik,uyuşukluk,pasiflik,yeterince çalışmamak ... bütün bunlar islam Fıkhına göre bir günah değil midir? Kutsal Yerler osmanlının elinden çıktı.Bunda askeri siyasi ve daha bir çok acıdan zaaflarımız neydi eksiklerimiz neydi bunları gözden geçirmemiz gerekmezmiydi? Kaderin bütün hikmetleri müslümanların yenilgisi üzerinemi tahakkuk eder? Ayrıca bizler kaderimizi bilmiyoruz.Kader meçhul.Yaşandıkça biliyor.Kaderin hikmetlerini kim okuyor? Böyle bir durumumuz var mı? Ayrıca bir şeyin kaderde olması bizi sorumluluktan kurtarır mı? Kul kasip Allah halık değilmiydi? O zaman kutsal yerleri elimizden kaptırdığımız için sorumlu değilmiyiz? Kafirlerden daha üstün GÜÇ VE DONANIM hazırlamadığımız için sorumlu değilmiyiz? Tembelliğimiz ve yetersizliğimiz ve kapasitesizliğimiz kaderin hikmetleriyle meşru kılınabilir mi? Şurası çok önemli ki: hani kader risalesinde geçiyordu: tüfek atmasaydı adamın ölüp ölmeyeceği ehli sünnetce meçhul.O zaman nerden biliyoruz ki, mübarek beldeler bizim elimize geçseydi bahsettiğiniz şekilde olacaktı? Eğer sonradan yapılan icraatlar baz alınarak bu kanaate varılıyorsa o zaman bu kaderi bir yorum değildir.Bilinen bir şeyden kıyasla yorum yapmaktır.Yani tecrübeyle elde edilen bir bilgi diyebiliriz.Kaderin bir hikmeti deyince sanki Allahın muradını bilmek gibi anlaşılıyor.Muradı ilahiyi ise bilmiyoruz.Bu kadercilik anlayışımız yüzünden yani kaderin algılanma biçimi yüzünden geri kaldık diye düşünüyorum.Hekimoğlu ismail Beyin kitaplarından birinde okuduğum bir hikayeyle noktalamak isterim: Fatih istanbul'u kuşatmış.Toplarla dövüyor.Bizans halkı Ayasofya Kilisesine sığınmış.Papaz konuşma yapıyor: istemezmisiniz dünya osmanlıların cennet bizim olsun diyor? Oradan sivri akıllı biri diyor ki: Ama papaz efendi dünyada bize yer bırakmayan osmanlılar cennette bize yer bırakırmı? Yine Ali Efendimiz Şöyle buyuruyor: Cenneti dünyada yaşamayan ahirette ummasın. Sevgili hocalarım.Lütfen bu konularda çok geniş ve kafalardaki tüm soruları çözecek şekilde bir makale yazmanızı diliyorum.Dünya ahiret dengesiyle ilgili olarak.Selam ve muhabbetle kalınız.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editor (editor)

Değerli kardeşim; bir makale kadar uzun ve geniş olan sualinize, makale tarzında cevap istiyorsunuz. Adeta her bir cümleyi sual makamında kullanarak makalenizi  ikmal etmişsiniz.
Bizler de, aynen sizler gibi düşünüyoruz. Farklı bir şey söylemek hakikate, hikmete ve fıtrata muhalif olur.
Sualinizdeki cümlelerin soru ekleri kaldırılır, cevap makamında yazılır ise; çok güzel makale tarzında bir cevap ortaya çıkar. Yani sorunuz, EVET ile sonuçlandırılarak yazılsa, tam bir cevabi makale olur. Bu hususta sizleri takdir ve tebrik ediyoruz. Çünkü cevabı, muhtevasında bulunduran uzun, geniş ve ihatalı bir soru sormuşsunuz.
Ancak bir iki noktada tavsiyelerimiz olabilir.
1. Cenab-ı Hak kainatta tembel, durağan, hareketsiz, çalışmayan ve faal olmayan hiçbir şey yaratmamıştır. Bunun aksi olan her şeye de fiziki olarak ceza verir. Mesela; demiri paslandırır ve suyu bulandırır.
Fıtrattaki bu fiziki kanun, Kur'an-ı Kerim'e de kaide olarak intikal etmiştir. Allah (cc) “İnsan için çalışmasından başka bir şey yoktur.” emreder. Resul-ü Kibriya (a.s.v.) ise “Allah çalışanı sever ve onun yanındadır.” buyurur.
Bu açıdan; fiziken, kainatın özü ve özeti olan ve aynı zamanda Kur'an’ın muhatabı olan insanın; maddi ve manevi olarak çalışmaması ve tembellik göstermesi, hem yaratılışa muhalefet, hem de Kur'an’a itiraz anlamına gelir ki, hiçbir cihette savunulması mümkün olamaz.
Bu şekilde yanlış muamele ve anlayış, hem dünyada hem de ukbada  cezalandırılır. Dünyadaki cezası sefalet, yıkım ve perişanlıktır. Ukbada ise hesaba çekilme ve azaptır.
2. Olayların, bir kadere bakan yönü vardır, bir de insana bakan yönü vardır. İnsana bakan cihet; muvaffakiyetin, insanla ilgili ve ona vazife olarak terettüp eden, bütün şartlarının ve sebeplerinin eksiksiz bir şekilde oluşturulmasıdır. İnsanlar bu noktada sorumludur. Mesuliyeti kadere havale edemez.
Kadere bakan cihet ise; neticedir. Yani muvaffak etmek veya mağlup etmek Allah’ın takdiri iledir. Burada ilahi takdir, kahir ekseriyetle çalışmayı ve gayreti esas alır, ona göre takdir edilir. 
Mesela; çocuk isteyen bir insan, evlenmenin şartlarına riayet etme mecburiyetindedir. Kendisine düşeni yapar sorumluluğundan kurtulur. Takdir ve tensibi kadere bırakır. 
Bir komutan savaşta, başarının bütün sebeplerine riayet eder ve kendisine düşeni eksiksiz olarak yapar. Bu onun vazifesidir. Muvaffakiyet  ve mağlubiyet Allah’ın takdirine kalmıştır. Eğer mağlubiyet ve başarısızlık, bize terettüp eden şeylerin ihmalinden geliyor ise, hatalıyız ve cezamızı çekeriz. Eğer irademizin dışındaki başka sebeplerden dolayı mağlubiyet söz konusu ise, bunda mesul olmayız. 
Mesela imtihana giren derecelik bir öğrencinin, psikolojisinin bozulup sıraları şaşırarak, yanlış işaretlemesi onu mesul etmez.
3. İşin hikmet boyutu ise şudur: Bazı kaide ve kurallar vardır. Mesela: “İnsanlar zalimdir, kader adildir. Allah’ın narı da hoştur, nuru da hoştur. Kadere iman eden kederden kurtulur. Allah hikmetsiz ve abes bir iş yapmaz.”
Bu kaideler muvacehesinde meselelere bakmak; tembel olmak, düşkün olmak, çalışmayı reddetmek  ve hele hele bunlarda bir de hikmet aramak anlamına kesinlikle gelmez.
Olayların maddi boyutları olduğu gibi, manevi boyutları da vardır.
Mesela; insan gayretullaha dokunacak bir suç işlemiştir. Bir müddet sonra, alakası olmayan başka bir suçtan dolayı cezalandırılır. Burada, alakası olmayan ceza zulüm olmuştur. Fakat her şeyi bilen Allah (cc), gizli kalan suçtan dolayı müeyyide koymuştur ve ilahi adaletle cezalandırmıştır.
İnsanların mağlubiyetlerinde ve muvaffak olamadıkları işlerde; kendi eksikliğini kabul edip, mesuliyet altına girer ve cezasını çeker. Ancak, tekrar gayrete gelip, başarıyı yakalaması için de, kader tarafına bakarak, hikmet noktasından harekete geçer. Yenilir, ancak tekrar kalkmanın planlarını yapar.
Başımıza gelen büyük olay ve hadisatın tazyikinden ve ağır musibetinden kurtulabilmek ve ızdırabını dindirebilmek için,  meseleyi kaderle paylaşmak insanı manen rahatlatıyor. Adeta maddeten ve fiilen çöken insan, manen hayat emareleri gösterebiliyor.
Atmacanın  serçeye musallat olması, serçenin manevra kabiliyetini geliştirdiği gibi; Cenab-ı Hak, hikmet icabı bazen ehlidalaleti muvaffak ederek; ehliimanın uyanmasını, harekete geçmesini ve gelişmesini temin eder.
Bizler, külli olay ve hadiselere; kendi açımızdan cüz-i bir nazarla bakıyoruz. Bu bakışa göre de hükümler veriyoruz. Ancak Cenab-ı Hak külli bir nazarla, alemi sevk ve idare ediyor.
İşte bu külli takdirler, bizim cüzi anlayışlarımızla ve bakışlarımızla çelişebilir. Bu noktada sabrederek, işin sonunu seyretmemiz icap eder. Acele hükümler bizlere hatalar yaptırabilir. 
Mesela; beş saatlik bir filime, beş dakika ortadan seyreden bir insanın, filmin bütünlüğü açısından yorumlar yapmaya kalksa, ne kadar hata yapacağı malumdur. Bizler olay ve hadiselere, saniyelik bakışlarla, kanaatler izhar edemeyiz.
Değerli kardeşim; bu konu bir kitap konusudur. Şimdilik bununla iktifa edebilirseniz memnun oluruz. Unutmayınız ki, sorumluluğumuz ve vazifemiz içerisindeki bütün olay, mesele ve hadiselerde, bizlerin mutlaka kendimize terettüp edeni yapma mecburiyetimiz vardır. Bunu hiçbir şekilde göz ardı edip, sorumlulukları kadere ve hikmete havale ederek kurtulma şansımız ve lüksümüz yoktur. Hikmete ve kadere havale, ancak  yukarıdaki meseleler muvacehesinde olabilir.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
uyar1976
ALLAH RAZI OLSUN ALLAHU TEALA İLMİNİZİ VE İLMİMİZİ ARTIRIP RIZASINA NAİL OLAN KULLARINDAN EYLESİN
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Ahmet034
Selamün aleyküm, müsade ederseniz, Saidi Nursi Hazretlerinin sözünü baska bir yönde yorumlamak istiyorum. Osmanlinin maglub olmasinin hikmeti, biz müslüman türklerin basta avrupa ve amerika, batiya acilip islami bu diyarlarada kurumus topragin sulanmasi ve hayat bulmasi gibi, hayat bulmalari icin olmustur. Eyvallah HU
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
yazici.fati
Kader bahsinde olay olmuş ise başka türlü farzedemezsin diyor Kastamonu lahikasında ise "Bu Alman mağlubiyetiyle neticelenen bu harbde, Osmanlı Devleti'nin mağlubiyetinin hikmeti nedir?" diye sorulunca üstad hazretleri “Eğer galib olsaydık, medeniyet hatırı için çok mukaddesatı feda edecektik”. diyor peki ehli sünnet olarak bunu nasıl bilebiliyoruz izahını yapabilir misiniz?
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editor (Muaz)

“Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, kendisine tarafımızdan bir ilim (ledün ilmi) öğretmiştik.” Kehf, 65

Vehbi bir ilim olan Ledün ilmi Kur’an’daki ayetten adını almış ve Hz. Hızır’a ait olan özel bir gayb ve sır bilgisidir. Ve bu ilmi velayet makamına çıkan veli zatlar Hazreti Hızır (as)’dan ders alıyorlar ki bu makama makam-ı Hızır deniliyor.

İlm-i ledün hadiselerin iç yüzünü görebilme, hadiselerin arkasındaki İlahi hikmetleri okuyabilme makamıdır.

Yani insanların bilmediği ve sadece Allah’ın seçtiği kullarına bahşettiği bir sır ve gayb bilgisidir. Üstadımızın bu ilme mazhar olduğu ise aşikardır. Risale-i Nurun bir çok yerinde hadiselerin iç yüzü ve kaderi boyutu nazara verilir. Sahabenin kendi içlerindeki savaşların hikmeti izah edilirken, Kerbela açıklanırken hep işin kaderi ve ledüniyet boyutu nazara verilir.

Birinci ve ikinci dünya savaşları hakkında yapılan izahlarda da işin iç yüzü ve kaderi boyutu nazara veriliyor. Bu sebeple Üstadımızın bu izahına ilmi keramet nazarı ile bakmak gerekiyor.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...