"Çeşit çeşit sarî hastalıklar gibi intişar eden" İstibdat hastalığı hakkında bilgi verir misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"O mâniler ise, ecnebilerde taklit ve cehalet ve taassup ve kıssîslerin riyaseti ve bizdeki mâni ise, istibdad-ı mütenevvi ve ahlâksızlık ve müşevveşiyet-i ahval ve atâleti intaç eden yeistir ki, şems-i İslâmiyetin küsufa yüz tutmasına sebep olmuşlardır."(1)
Yukardaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere, İslam güneşinin önündeki manilerden biri de istibdad-ı mütenevvidir. Yani her çeşit baskılardır. İstibdadın her çeşidi, İslam güneşinin önünde bir engeldir.
İstibdat, kişinin ya da bir zümrenin keyfi emirlerini cebir ve kuvvet kullanarak icra etmesidir. Başka kişi ve zümrelerin fikir ve görüşlerine tahammül göstermeyip değer vermemektir. Bu ister devlet idaresinde olsun, ister başka kurumların idaresinde olsun, ister aile idaresinde olsun hep aynıdır. Üstat mütenevvi derken, bunu kast ediyor ve manayı geniş tutuyor.
Dünyanın her yerinde baskıcı ve dayatmacı rejimler ve toplumlar geri kalmıştır. Geri kalmasının temelinde de bu baskıcı ve dayatmacı zihniyet önemli bir faktördür. İslam, özü itibari ile istibdat ve diktatörlüklere izin vermez. Daha çok hukukun üstünlüğüne ve ortak akla değer verir. Ama maalesef tarihimizde zamanın ve mekanın müsaitsizliği ve insanlığın demokratik değerlere tam ulaşmamış olması gibi sebeplerden dolayı keyfi yönetim şekilleri kültürümüze girmiştir. İslam açıktan bir yönetim biçimini amir olmadığı için, zamanın gerekleri bazı istibdat rejimlerini geleneklerimize sokmuştur. Saltanat ve hanedanlık bunlara misal olarak verilebilir.
Bazı safdiller, geleneklerimize girmiş olan bu istibdat rejimlerini İslam’ın bir parçası, bir emri gibi telakki ediyorlar. Halbuki mentalite olarak İslam, kolektif aklı ve şura mantığını insanlığa telkin ediyor. Ama İslam, açık bir şekilde yönetim biçimini tayin etmediği için, zamanın hakim zihniyeti ve güçleri, zamanın şartları ve bir kısmı da kendi çıkarı doğrultusunda yorumlayıp ona göre yönetmişler.
İstibdat yönetim şekillerinde, yöneten kişi veya zümre nasılsa, yönetim de ona göre şekillenir. Emeviler zamanında Meliklerin hissiyatıyla boyanan halkın durumu karşısında “İnsanlar meliklerinin / yöneticilerinin dini üzeredir.” meşhur olmuştur. Şayet yönetici ahlaklı ve iyi ise, yönetilenler rahat eder ama tersi ise cefa çekerler. Bu yüzden istibdat rejimi sistem olarak garanti bir sistem değildir. Onun için tarihimizde iyi halifeleri ve padişahları örnek gösterip istibdat düzenini savunmak yanlış olur. Zira o sistem içinde Yezit ve Velit gibi makbul olmayanlar da vardır. Onun için istibdat rejimi sistem olarak İslam’ın özü ile bağdaşmaz. Bu gün İslam ülkelerinde, özellikle Arap toplumlarındaki tiranlar (kendini yarı tanrı gibi gören idareci) baskıcı rejimlerin ne denli zararlı ve çirkin bir sistem olduğunu ispat eder.
Baskı rejimlerinde toplumsal gelişme ve kalkınma değil, belli iktidar zümrelerinin gelişme ve kalkınması olur. Baskı rejimden nemalandıkları için baskı ve dayatma unsurlarına da sıkı sıkı sarılırlar, onları muhafazaya çalışırlar. Bu gün Türkiye’de bir kısım elit tabakanın, halkın iradesine ve seçtiği hükümete karşı alaycı ve küçümseyici bakışları bundandır. Bu aristokrat azınlık zümre, ülkenin demokratik ve cumhuriyet sistemi ile yönetilmesine karşıdır. Cumhuriyeti sadece isimde ve resimde savunurlar, ama özde ve içerikte baskıcı ve dayatmacıdırlar. Cumhuriyetin kurulması vaktinde tarihte görülmemiş zulüm ve işkencelerin varlığı ve her on yılda bir, askeri darbenin yapılması buna delildir.
Bu, ülke idaresinde olduğu gibi kurumların idaresinde de aynıdır. Ömür boyu parti başkanı olanlar, otuz kırk yıl dernek ve oda başkanlığı yapanlar, üniversiteleri kendi çiftliği gibi gören rektörler, aile içinde aile efradına söz hakkı tanımayan babalar; bunlar istibdat anlayışının tür ve çeşitleridir.
Bu baskıcı rejimler, kişinin gelişimini engellediği gibi toplumun da gelişimini engeller. Gelişme ve terakki olmayınca, hakikatler inkişaf etmez, hakikatler inkişaf etmeyince de İslam’ın gerçekleri anlaşılmaz.
Batı medeniyetinde büyük ölçüde bu baskıcı rejimler bertaraf edildiğinden, hem devlet ve rejim hem de bireyler kendini her açıdan geliştirmiş ve inkişaf ettirmiştir. Bu olgunluğa ulaştığı için İslam’ı anlamaya başlamıştır. Bu gün Avrupa da İslam’ın hızla yayılmasının altında bunlar vardır. İyi bir eğitim ve ekonomik güç, ancak demokrasilerde olur. Baskıcı ve darbeci ülkelerin geri kalmışlığı buna şahittir.
Dayatmacı, baskıcı, kapalı ve tutucu toplum olmak yerine; demokratik, şeffaf, açık ve hoşgörülü bir toplum olmak, İslam güneşinin doğmasını hızlandırır ve bütün dünyayı aydınlatmasına yardımcı olur ve olacaktır.
(1) bk. Muhakemat.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü