"Çünkü çok emarelerle anlamışız ki, bu ulum-u imaniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz." cümlesini izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Çünkü çok emârelerle anlamışız ki, bu ulûm-u imaniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz. Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir hisle, şerh ve izah haricinde bir şey yazsa, soğuk bir muaraza veya nakıs bir taklitçilik hükmüne geçer. Çünkü çok delillerle ve emârelerle tahakkuk etmiş ki, Risale-i Nur eczaları Kur’ân’ın tereşşuhâtıdır; bizler, taksimü’l-a’mâl kaidesiyle, herbirimiz bir vazife deruhte edip o âb-ı hayat tereşşuhâtını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz." (Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, Altıncı Risale.)

Üstad Hazretleri bu ifadeleri ile Risale-i Nur'un iman ve itikada dair konularda bu asrın söz sahibi ve merci olduğuna işaret ediyor.

Nasıl amele dair konularda İmam-ı Âzam, İmam-ı Şafiî (ra) gibi müçtehidler selahiyet ve söz sahibi ise, Risale-i Nurlar da bu zamanda iman, itikad ve ilm-i kelam hususunda hüküm ve selahiyet sahibidir. Bu sebeple iman ve itikada dair mes’elelerde Risale-i Nur'un dışında nur aramak, mumu güneşe tercih etmek demektir. Dolayısı ile Risale-i Nur'a vakıf bir Nur talebesi de iman sahasında söz sahibi mühim bir âlimdir.

Üstad Hazretlerinin beyanına göre Risale-i Nur talebesinin üç vazifesi vardır:

Birinci vazife sözlerin şerhidir. Şerh, açmak, daha kolay anlaşılması için izah etmek, mübhem ve müşkül bir makaleyi açıklamak demektir. O hâlde "Risale-i Nurları şerh etmek" demek, anlaşılması müşkül bölümleri açıklamak ve izah etmek demektir. Bu, Üstad'ımızın talebelerine yüklediği bir vazifedir.

İkinci vazife sözlerin izahlarıdır. İzah, açıklamak ve bir şeyi daha anlaşılır hâlde söylemek veya yazmaktır. Bu vazifeyi de Üstad'ımız Hazretleri talebelerine mezkûr ifadesiyle yüklemiştir.

Üçüncü vazife ise tanzimdir. Tanzim, düzenlemek, tertip etmek, sıralamak demektir. Risaleleri tanzimden maksat ise, ayrı ayrı yerlerde izah edilen aynı bahisleri bir yerde toplamaktır.

Risale-i Nur dairesinde bulunan herkes bir tarağın dişleri gibi eşit değildir ve olamaz da. Nur talebelerinin içinde âlim ve ilim ehli insanlar da bulunacaktır. Haliyle onların Risale-i Nur'dan istifadesi daha ziyade ve daha derin olacaktır. İşte Üstad Hazretleri bu vasıfta olanlara şerh ve izah sahası bırakıyor ki, diğer Nur talebelerine hizmet ve yardımları dokunsun. Hem de o ilimlerinin bir imtiyazı olsun. Bu incelikleri anlamayan bazı meşreb mutaassıbları şerh ve izah kelimelerinin mânasını tanzim’e irca ediyorlar ki, bu tam bir tekellüflü te’vildir, diye düşünüyoruz.

Risale-i Nur mesleği, tahkik mesleğidir. Bu bakımdan söylenen bir metin veya cümle fikir süzgecinden geçirilmeli, mantık ile muhakeme edilmeli, hikmet gözlüğü ile tartılıp tahlil edilmeli ve o kelamın hangi makamda ve ne maksatla söylenmiş olduğuna bakılmalıdır. Sadece sathî bir bakışla asıl nazara verilmek istenen mâna anlaşılmaz, hakikat perdelenir ve yanlış anlamalara sebebiyet verilir.

Mesleğimizin esası mütalaa, müzakere, müdavele-i efkâr ve tahkiktir. Üstad'ımız Risale-i Nurları için “fakat gazete gibi okumayınız.” buyuruyor. Öyle ise risalelerin sathî ve tebeî bir nazarla okunmaması, dikkatle, teenni ile ve ciddiyetle okunması, birlikte mütalaa ve müzakere edilmesi lazımdır. Bunda çok faydalar vardır. Malumdur ki, çok hızlı akan suda balık tutulmaz.

Bugün memleketimizin her köşesinde ve dünyanın birçok yerinde insanlar bir araya gelip Risale-i Nur okuyorlar. Kendi aralarında mütalaa ve müzakere yapıyorlar, bu da küçük çapta bir şerh ve izahtır. Risalelerde geçen bir cümleyi ya da bir kelimeyi okuyan ya da dinleyenlerden bazıları anlamayabiliyor. O kelime veya o cümleyi zihinlere yaklaştırmak adına söylenenler ve verilen misaller birer izahtır. Mütalaa ve müzakere yapmak daha geniş bir izah tarzıdır. Derslerde verilen misaller hakikatleri anlama ve idrake uygun hale getirme adına birer fener ve birer dürbün mesabesindedir.

"Evet, Risalet-ün Nur, size mükemmel bir mehaz olabilir. Ve ondan erkân-ı imaniyenin her birisine, mesela Kur’an’ın Kelâmullah olduğuna ve i’cazî nüktelerine dair müteferrik risalelerdeki parçalar toplansa veya haşre dair ayrı ayrı bürhanlar cem’edilse ve hakeza... mükemmel bir izah ve bir haşiye ve bir şerh olabilir."

"Zannederim ki, hakaik-i âliye-i imaniyeyi tamamıyla Risale-i Nur ihata etmiş, başka yerlerde aramaya lüzum yok. Yalnız bazan izah ve tafsile muhtaç kalmış. Onun için vazifem bitmiş gibi bana geliyor. Sizin vazifeniz devam ediyor. Ve inşâallah vazifeniz şerh ve izahla ve tekmil ve tahşiye ile ve neşr ve talim ile, belki Yirmi Beşinci ve Otuz İkinci mektubları te’lif ile ve Dokuzuncu Şua’nın Dokuz Makamını tekmil ile ve Risale-i Nur'u tanzim ve tertib ve tefsir ve tashih ile devam edecek. Risale-i Nur’un samimî, hâlis şakirdlerinin heyet-i mecmuasının kuvvet-i ihlasından ve tesanüdünden süzülen ve tezahür eden bir şahs-ı manevi, baki ve muktedir bir kuvvet-i zahrdır, bir rehberdir.” (Kastamonu Lahikası, 35. Mektup)

Üstadımız bu ifadelerinde şerh ve izahın yapılabileceğini, hatta bunun bir Nur talebesinin mühim bir vazifesi olduğuna dikkat çekiyor ve onlara bir mes’uliyet yüklüyor.

Elbette ki Nur talebeleri içerisinde Kur’an dersinde daha ileride olanlar, mütalaa ve müzakerede daha ziyade derinlik kazananlar vardır. Bu derslerde ileri olanlar, mütalaa ve müzakere ile yeni olan kardeşlerin ve talebelerin tekmiline çalışıyor ve onlara yardımcı oluyorlar.

Üstad Hazretleri şöyle buyuruyor:

“Şu risale, bir meclis-i nuranîdir ki, Kur’an’ın şu münevver, mübarek şakirdleri, içinde birbiriyle manen müzakere ve müdavele-i efkâr ediyorlar. Ve yüksek bir medrese salonudur ki, Kur’an’ın şakirdleri onda her biri aldığı dersi arkadaşlarına söylüyor. Ve Kur’an-ı Mu’ciz’ül Beyan'ın hazine-i kudsiyesinin sandukçaları olan risalelerin satıcı ve dellâllarına muhteşem ve müzeyyen bir dükkân ve bir menzildir. Her biri aldığı kıymetdar mücevheratı birbirine ve müşterilerine orada gösteriyor.” (Barla Lahikası, 67. Mektup)

Şerh ve izahın olup olmamasından ziyade, şerhin mahiyetini konuşmak lazımdır. Çünkü şerh ve izah vukufiyet, istidat ve kabiliyet ister. Bu eserleri şerh ve izah etmek herkesin haddi değildir.

Risale-i Nurlar ucu bucağı, haddi, pâyanı ve derinliği görünmeyen bir marifet ve hakikat deryasıdır. Elbette ki, her okuyucu bu deryanın derinliklerine dalamaz ve orada yüzemez. Bazıları onun sahilinde dolaşıp dururken, gavvas olanlar o deryanın derinliklerine dalar, çeşit çeşit mücevheratlar, pırlantalar ve zümrütler çıkartır. Evet, herkes denizden kabı kadar su alır. Denizlerde ve deryalarda sayısız mahlûkat var. Orada hamsi balığı da su içer, balina da. İğne kadar bir balık ta yüzer, balina balığı da.

Bu eserleri dikkatle okumayanlar, onda gizli olan derin mânaları anlayamaz, onun zerafet ve letafetini hissedemezler. İdrak ve anlama ayrı bir nimet ve İlahî bir lütuftur. Şerh ve izah kalb ve ruhumuzu mest etmeli ve tefekkürümüzü genişletmelidir. Risalelerdeki hakikatleri tam olarak anlamamış olan kimseler şerh ve izah yapmamalıdırlar. Aksi halde yapılacak şerh ve izahlar, faydadan ziyade zarar verir. Evet, şerh ve izahta makam ve maksadı dikkate almayan bir te’vil, kelamı gayesinden saptırır, hikmet ve hakikate ters düşer, fikrî muvazeneyi bozar.

Bugün pek çok yerde, pek çok insan ders ve sohbet yapıyor, eserleri şerh ve izah ediyor. Şerh ve izah yapılırken asıl dikkat çekilmesi gereken mâna saptırılmamalı, ihlasla, samimiyetle, zerafet ve mahviyet içerisinde yapılmalıdır.

"Çok emareler"den maksad, materyalist felsefenin dünyanın yarısını ateist yapması ve komünizm gibi cereyanların semavî dinleri yeryüzünden silmeye çalışmasıdır. Böyle dehşetli bir dinsizliğe karşı Risale-i Nur gibi esaslı ve sarsılmaz bir iman hareketi gerekiyor. Ki milyonlarca insanın imanını kurtarsın, hem de âlem-i İslam’a sarsılmaz bir kale olsun.

"Fetva vazifesiyle tavzif edilmek", imana dair hususları tam halledip dinsizlik cereyanına karşı meydan okumasıdır. Zaten fetva ehlince ve ilimde rusûhiyet ve vukûfiyet kesbedenler tarafından verilir. Bu paragrafta fetva imanî konularda ehil ve mütehassıs olma mânasında kullanılıyor.

Risale-i Nurlar Kur’an-ı Azimüşşan’dan nebean eden büyük bir hazine olduğu için, ondaki imanî ve Kur’anî meseleler, asrın idrakine uygun olarak mükemmel bir şekilde izah edilmiş ve Kur’an hakikatlarına büyük bir ayna olmuştur.

Risale-i Nur imanın altı rüknünü öyle kat’î delil ve bürhanlarla izah ve ispat etmiş ki, en azılı dinsiz bile bu deliller karşısında ilzam olmaya mahkûm kalır ve kalmıştır. Risale-i Nur'a vakıf olan birisi de istidadına göre imanî mevzularda ehl-i ihtisastır.

“Tesadüf, şirk ve tabiat”tan teşekkül eden fesad şebekesinin âlem-i İslâmdan nefiy ve ihracına, Risale-i Nur’ca verilen karar infaz edilmiştir.” (Mesnevi-i Nuriye)

İlmî kongrelerde bir nazariye ortaya atılıyor, sonra ispatlanıyor ve kanun şeklini alıyor. Ama bu karar, falan köye otuz sene sonra ulaşabiliyor.

İşte Risale-i Nur’daki tevhid bahislerinin yazılmasıyla şirkin kökü kesilmiştir. Tabiat Risalesi’nin yazıldığı gün, tabiatperestlik fikri mağlup olmuştur. Her varlığın sonsuz bir ilim, irade ve hikmetle yaratıldığının ispat edilmesiyle tesadüfün işi bitmiştir.

Üstad Hazrtelerinin koyduğu mühim bir kayıt var, “âlem-i İslâm” kaydı. Yani artık İslam âleminde bu ifsad hareketi kök salamaz, taraftar bulamaz, hükmünü icra edemez. İslâm ülkelerinde, bu fesad şebekesinin bir kolu olarak faaliyet gösteren kişiler, bu ifsatlarına yine devam edecekler, ama bunu topluma mal edemeyeceklerdir, nitekim edemediler de.

Kendilerini bir şeylerle kandırmak ve avutmak isteyen itikadsız toplumlarda bu ve benzeri düşüncelerin kabul görmesi ayrı meseledir. Bunlarda, bir fikri ölçüp biçerek kabul etmek değil, nefislerinin hoşuna giden yanlış bir inanca sarılmak ve öylece düşünmeden yaşamak söz konusudur.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

drerkan
- El-Ezher akaid-kelam kürsüsü başkanı: "İslam dünyasının iki yüz yıldır Batı'nın fikri esaretinde olmasının nedeni; kelam ilminde tecdid yapamamasıdır. Bu asırda Bediüzzaman Said Nursi bu tecdidi başarmıştır."
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
hamditas
Risale-i Nur dairesinde bulunan herkes bir tarağın dişleri gibi eşit değildir ve eşit olamaz. demişsiniz ama üstad ben sizin bir ders arkadaşınızım, bu hizmetin aciz bir talebesiyim demiyor mu. ayrıca nur talebelerinin içinde alim ve ilim ehli insanlar olacak, onlar şerh, izah ve tanzim edecek demişsiniz ama nur talebeleri içinde herkes istifadesinin derecesi doğrultusunda bu vazifeleri yapabilir
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Lazgin

Bu üç vazifeyi birden Allah'ın inayetiyle yapıyorsunuz. Allah sizden razı olsun

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yükleniyor...