"Cüz-i ihtiyarinin üssü’l-esası olan meyelan, Matüridice bir emr-i itibaridir, abde verilebilir. Fakat Eşari ona mevcut nazarıyla baktığı için, abde vermemiş..." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Cüz-i ihtiyarinin üssü-l esası olan meyelan Maturidi’ce bir emri itibaridir, abde verilebilir. Fakat Eşari ona mevcut nazarıyla baktığı için abde vermemiştir. Fakat o meyelandaki tasarruf Eşari’ce bir emri itibaridir. Öyle ise o meyelan ve o tasarruf bir emri nisbidir. Muhakkak bir vücud-u haricisi yoktur. Emr-i itibari ise illet tamme istemez ki, illet-i tammenin vücudu için lüzum ve zaruret ve vücub ortaya girip ihtiyarı refetsin. Belki o emr-i itibarinin illeti, bir rüchaniyet derecesinde bir vaziyet alsa, o emr-i itibari onsuz sübut bulabilir. Öyle ise onu terk edebilir. Kur'an ona o anda diyebilir ki: 'Şu şerdir, yapma.'"(1)
Malumdur ki bütün fiiller Cenab-ı Hakk’ın yaratması ile meydana gelir. Bizi konuşturan, yürüten, güldüren ve diğer bütün fiillerimizi yaratan Allah’ın kudretidir. Bununla birlikte insan da ihtiyarî fiillerinden sorumludur. İnsanın fiillerinden sorumlu olabilmesi için de onun irade sahibi olması gerekmektedir. Eğer fiillerimiz bizim müdahalemiz olmadan yaratılıyorsa, onlardan mesul olmamız mümkün değildir. Eğer o fiilleri biz icat ediyorsak o zaman da her şeyi Allah’ın yarattığı hakikatini nasıl izah edeceğiz? İşte son derece ince olan bu meselenin anlaşılması cüz-i iradenin mahiyetinin anlaşılmasıyla mümkündür.
Cüz-i ihtiyarinin üssü-l esası olan meyelan Maturidi’ce bir emri itibaridir:
Emr-i itibarilerin hariçte vücutları yoktur, ama mutlak manada yok da değillerdir. Mesela, alt üst, sağ sol, büyük küçük, uzak yakın, az çok hep emri itibaridirler. Bunların hariçte vücutları bulunmamakla birlikte, yoklukları da iddia edilemez. Mesela, bizim sağ ve sol ayaklarımızı yaratan Allah’tır. Ayaklarımız mahluk olmakla beraber, sağ ve sol kavramları mahluk olmayıp emr-i itibaridir. Vücudu olmamakla birlikte, yokluğu da söylenemez.
Aynı şekilde ana babamızı da bizi de yaratan Allah’tır. Bizler de çocuklarımız da Allah’ın mahluku olmakla beraber, babalık ve oğulluk kavramları birer emr-i itibaridir, mahluk değildir. Çünkü bu kavramların harici bir vücudu yoktur.
Ayrıca, gelmek, yüzmek, konuşmak gibi bütün mastarlar emr-i itibaridir. Çünkü bunların da harici vücutları yoktur. Mahluk olan, hasıl-ı bil masdardır. Mesela, “yazı yazmak” masdardır ve emr-i itibaridir. Hariçte vücudu yoktur. Yazılan yazı ise hasıl-ı bil mastardır ve mahluktur. Yazının harici bir vücudu vardır ve bu yazı, Allah’ın yaratmasıyla vücud bulmuştur. “Yazmak” ise, Allah’ın mahluku değildir. Çünkü “yazmak” bir varlık değildir ki mahluk olabilsin. “Yazmak” vücudu olmayan bir emr-i itibaridir.
Emr-i itibariyi şöyle de izah edebiliriz: “Şey” tabirini hariçte vücudu bulunmayanlar için de kullandığımızda eşyayı üçe ayırabiliriz:
1. Hariçte vücudu var olanlar,
2. Hariçte vücudu olmayanlar,
3. Var ve yok arasında olanlar. Yani ne hariçte var olduğuna ne de yokluğuna hüküm edilemeyen şeylerdir. İşte bu gruba girenlere emr-i itibari, emr-i nisbi veya emr-i izafi denilir.
İşte arzu, talep, kesb ve meyelan denilen cüz-i irade, İmam Maturidi’ye göre bir emr-i itibaridir. Hariçte vücudu yoktur. Mesela, içki içen kişi, iradesini o yönde kullandı, Allah Teâlâ da külli iradesiyle onun içki içmesine müsaade edip, kudretiyle bu fiili yarattı. İçme fiilini Allah yarattığı gibi, eğer içki içme meylini de yaratmış olsaydı, o zaman o kişi niçin mesul olacaktı? İşte bu sebepten dolayı İmam Maturidi Hazretleri, cüz-i iradeye “emr-i itibari” diyerek, onu kula vermiştir. Cüz-i iradenin sahibi kuldur. Evet, her şeyi Allah yaratmıştır; ama cüz-i iradenin meyli “şey” değildir. Çünkü Arap lügatında “şey”, mevcut ve var olan eşyadır. Bu meylin ise vücudu yoktur ki ona “şey” denilebilsin. Bu yüzden onu kula vermek mümkündür.
İsterseniz bu meseleyi daha fazla izah etmeden önce, cüz-i iradeyi biraz daha anlayalım:
Kelam âlimleri, insanın bir işe başlamasından önce kendisinde mevcud olan iradesine “külli irade”, bu iradenin herhangi bir zamanda belli bir fiile taalluk etmesine, yani yönelmesine de “cüz-i irade” demişlerdir. Buradaki “külli irade”yi, Allah’ın bir sıfatı olan "irade-i külliye" ile karıştırmamak gerekir. Cüz’i tabirindeki “cüz’i” kelimesi de “muayyen” ve “belirli” manasına gelmektedir. Yoksa “az” manasında değildir. Yani bir insanın kendi iradesini, okumak, yazmak, yürümek gibi fiillerden herhangi birinde kullanabilme durumunda olmasına “külli irade” denilmektedir. Bu işlerden birini yapmaya karar verdiğinde, artık iradesi cüz’ileşmiş ve belli bir işe yönelmiştir, aynı anda başka bir iş yapamaz.
Maturidi itikadında, insanın külli iradesi mahluktur. Allah tarafından yaratılmıştır ve bir vücudu haricisi vardır. Fakat cüz-i iradenin esası olan meyil, mahluk olmayıp; bir emr-i itibaridir. Eğer onun da Allah tarafından yaratıldığı iddia edilirse, ortada imtihana sebep olacak ve insanı mesul kılacak bir şey kalmaz. Ve insanın bütün fiilleri ızdırari (zorla yapılmış) olur.
Fakat Eşari ona mevcud nazarıyla baktığı için abde vermemiştir. Fakat o meyelandaki tasarruf Eşari’ce bir emri itibaridir.
İmam Eşari ise, cüz-i iradeye mevcud nazarıyla bakmıştır. Ona göre, insandaki külli irade gibi, cüz-i irade de Allah tarafından yaratılmıştır; emr-i itibari değildir. Bu görüşün sahipleri, insanın kudretine tesir vermek yerine, bu kudretin yalnız tesire kabiliyeti olduğunu kabul ederler. İnsanın sadece “Kudretim yetse de bu işi yapsam.” gibi bir arzu beslediğini ve bu arzu üzerine Allah’ın o işi insanın kudretinin hiçbir tesiri olmaksızın yarattığını kabul ederler. Bu âlimlere göre insanı mesul kılan şey, bu arzudur.
Hâlbuki Maturidiler, insanın kudretinin ihtiyari fiillerde tesiri olduğuna inanmaktadırlar.
"Cüz-i irade" için Eşariler: “İnsanın bir işi yapıp yapmama yollarından birine meyli ve iştiyakıdır.” derken, Maturidiler: “İnsandaki külli iradenin, bir işi yapıp yapmama yollarından birine taallukudur.” derler. Eşariler “meyil ve iştiyak” tabirlerini; Maturidiler ise “taalluk” tabirini kullanırlar.
Merhum Elmalı Hamdi de cüz-i iradenin mahluk olmadığını, eğer mahluk olsaydı, insanın fiillerinde mesul olacak bir durumun söz konusu olamayacağını ve neticede, fiillerini ızdırari (mecburen) olarak yapan insana cennet vaadinin veya cehennem tehdidinin manasız olacağını izah ederek şöyle demiştir:
“Talep (cüz-i irade) bir mevcud değil, mevcutlar (varlıklar) mabeyninde (arasında) bir nisbetten ve bir izafetten ibarettir. İrade-i külliye denilen kuvve-i iradiye mahluktur. Fakat irade-i cüz’iye ve talep ve ihtiyarla kesb dediğimiz karar verme gayr-i mahluktur ve bizim bir nisbetimizdir.”
Eşarilerin büyük imamlarından olan Kadı Ebubekir Bakıllani ve Üstad Ebu İshak İsferani, bu konuda İmam Eşari’den ayrılmakta ve Maturidilerin görüşünü kabullenmektedirler. Ebubekir Bakıllani, insan kudretinin fiilin vasfına; ilahi kudretin ise fiilin aslına taalluk ettiğini ifade etmektedir.
Buna göre, mesela yazı yazma fiilini yaratan Allah’tır. Fakat yazının faydalı veya zararlı olma vasfını seçen insanın iradesidir. Yine konuşmayı yaratan Allah’tır, ama bu konuşmanın vasfını seçen insandır. İnsan gıybeti seçmişse Allah onu yaratır, Kur'an tilavetini seçmişse onu yaratır. Buradaki mesuliyet insanındır. Zira vasfı belirleyen ve bu vasıfların birine karar veren odur.
Ebu İshak İsferani ise, hem insanın kudretinin hem de ilahi kudretin fiilin aslına taalluk ettiğini kabul etmiştir. Ebu İshak İsferani Hazretlerine göre, insanın kudretinin tesiri fiili yaratmaya kâfi gelmediğinden, o fiil Cenab-ı Hakk’ın kudretiyle vücut bulmaktadır.
Buraya kadar olan izahtan anlaşıldı ki:
İmam Maturidi’ye göre cüz’i ihtiyari, İmam Eşari’ye göre ise o cüz-i ihtiyardaki tasarruf bir emr-i itibaridir. Emr-i itibari ise illet-i tamme (varlığa çıkmak için bir sebep) istemez. Çünkü hariçte vücudu yoktur. Harici vücudu olmayanın da illet-i tammeye ihtiyacı yoktur.
Mesela, yangının illet-i tammesi yanacak madde, yakacak madde ve havadır. Bu üçü bir araya gelince yangının olmaması mümkün değildir. Böyle bir durumda ateş mesul olmaz. Çünkü onun artık “yakmamak” gibi bir tercihi yoktur. Eğer cüz-i ihtiyari, yangın gibi illet-i tamme isteseydi ve o illet-i tamme geldiğinde karar verme selahiyeti yok olup, netice kendiliğinden meydana gelseydi insanın suçu olmazdı. Ama cüz-i ihtiyari bir emr-i nisbidir. Emr-i nisbinin illet-i tammesi ise sadece rüchaniyettir, yani bir tarafı seçmektir.
Mesela, birine tokat atmak fiilinde, tokat atan, atılan tokat ve tokatı yiyen mahluktur ve Allah tarafından yaratılmıştır. Lakin “tokat atmak” mahluk olmayıp, bir emr-i itibaridir. O tokadı atmaya karar verdiğinizde, yani “tokat atmak” rüchaniyet kesb ettiğinde fiil meydana gelir. Bu fiil eğer şer ve günah ise, Kur'an o kişiye o anda der ki: “Yapma!..”
Emr-i itibari olan bu meyil, illet-i tamme istemediği için dilerse o fiilinden vazgeçebilir. Eğer illet-i tamme isteseydi, iradesi elinden alınmış ve o fiili mecburen yapıyor olurdu.
1) bk. Sözler, Yirmi Altıncı Söz, İkinci Mebhas.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Yazının sonunda tokat atmak mahluk(mevcut) olmayıp itibari emidir deniyor.Burada tokat atmak derken,bizim kesbimize binaen Allah'ın yaratmış olduğu tokat atma fiiliniz kast edilmiyor değil mi?Çünkü bu mahluktur.
Emri itibari, yapılan davranış değilde,
O davarınışın mastarı ? yani olayın direk kendisi... arapçadaki mefulun mutlak gibidir dersek olur mu?
Birde emri itibarinin mahluk olmaması harici vücudundan mı ? yoksa ilmi bir vücudu var mıdır?
Selametle kalın
BİR EMR-İ İTİBARİ OLAN MEYELAN VEYA ONDAN TASARRUF EDEN ARZU, NEYE NİSPET EDİLEREK EMR-İ İTİBARİ OLUYOR... Emr-i itibari-nispi" bir kedi bir deveye göre küçük ama bir fareye göre büyüktür" bu büyüklük ve küçüklük bir emr-i itibaridir. peki bizde var olan meyelan maturidi hazretlerine göre emr-i itibaridir peki bir emr-i itibari olan meyelan hangi emr-i sabite nispet ediliyorda emr-i itibari oluyor.
İrade ya da tasarruf önünde hazır olan seçeneklere göre nispi oluyor. Yani iradeyi geçerli hale getiren şey iradenin önüne gelen imkan ve seçeneklerdir. İmkan ve seçenekler olmasa irade işlemez ve geçersiz hale gelir.
Mesela camiye gitmek, meyhaneye gitmek iki seçenektir bu iki seçenek insan iradesi önüne çıktığı anda insan iradesi meydana çıkar bu iki seçenekten birisi olmasa diğerine gitme mecburiyeti olacağı için tasarruf yok olur. Demek iradenin tasarruf edebilmesi için seçeneklerin hazır edilmesi gerekiyor ki bunları hazır etmekte Allah’ın yaratmasına bakar.
İnsanın bir şeye meyledebilmesi meyledeceği şeyin olmasına bağlıdır bu durumda meyil meyil edilen şeye bağlı olduğu için nispi ve itibari oluyor.
Allah razı olsun çok güzel açıklamışsınız.