"Cüz-ü ihtiyarînin icada kabiliyeti yok. Bir emr-i itibarî hükmünde olan kisbden başka, insanın elinde bir şey bulunmuyor..." Bu cümleyi izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Eğer denilse: Madem cüz-i ihtiyarînin icada kabiliyeti yok. Bir emr-i itibarî hükmünde olan kesbden başka insanın elinde bir şey bulunmuyor. Nasıl oluyor ki Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’da, Hâlık-ı semavat ve arza karşı, insana âsi ve düşman vaziyeti verilmiş. Hâlık-ı arz ve semavat, ondan azim şikayetler ediyor. O âsi insana karşı abd-i mümine yardım için kendini ve melaikesini tahşid ediyor. Ona azim bir ehemmiyet veriyor."(1)
Yaratmak ve bir şeyi vücuda getirmek, sadece Cenab-ı Hakk'ın takdir ve tasarrufunda olan bir meseledir. Kâinatta hiçbir varlığa bir şeyi vücuda getirmek ve onun devamını temin etmek gibi bir salahiyet verilmemiştir.
İnsan, en mükerrem bir varlık olarak yaratılmış, bütün mahlûkatın üzerine halife seçilmiş, tasarruf ve salahiyetle donatılmışır. Buna rağmen ilmi ve iradesi çok cüz’i, iktidarı kıl kadar, kuvveti çok mahduttur. Sadece kisb dediğimiz iradenin meylinden başka hiçbir tesiri yoktur.
Burada "emr-i itibari olan kesb" ifadesinin izah edilmesi icap eder ki, kader mevzuu daha net anlaşılabilsin. İnsanın, imtihana tabi tutulabilmesi, neticeyi lehine ve aleyhine tecellî ettirebilmesi için, onun kendi hür iradesiyle kullanabileceği bir salahiyete sahip olması gerekir. Biz buna "kesb veya emr-i itibari" diyoruz.
İnsan hür iradesiyle herhangi bir şeyi tercih edebilir, takdir edebilir ve ona itibar edebilir. Daha sonraki bütün merhaleler, silsileler Allah’ın takdir, irade ve kudreti ile yaratılır. İnsan iradesini veya meylini hayra kullanırsa, Cenab-ı Hak o hayrı yaratır; şerre kullanırsa, şerri yaratır,
İşte insanın elinde olan ilk meyil ve itibar kula aittir. Bunu istediği gibi kullanabilir.
Maturudi mezhebi meyalana, Eşari mezhebi de meyalandaki tasarrufa "emr-i itibari" demişler. Şurası kesin ki "emr-i itibari" denilen şey mevcut ve mahlûk sınıfına girmiyorlar. Dolayısı ile meyalan ya da meyalandaki tasarruf insana verilebilir.
Şayet meyalan ya da meyalandaki tasarruf mevcut ve mahluk olmuş olsa idi, bunu insana vermek şirk olurdu. Çünkü her mevcut ve mahlukun istisnasız yaratıcısı Allah’tır. İnsan ise yaratmaktan acizdir.
Pekâlâ, bu "emr-i itibari" denilen şey mevcut ve mahluk değilse, o zaman “Madum mu?” sorusu akla geliyor. Kelam âlimleri "madum da değildir" diyor. Yani "emr-i itibari" denilen şeyler mevcut ile madum arasında bir şeydir denilmiştir. Mevcut olsa Allah’a ait bir fiil olur, buradan cebir çıkar, madum yani yok denilse, o zaman olmayan bir şeyin tercihte ve iradede bulunması mümkün olmaz. "Öyle ise irade denilen şey mevcut ile madum arasında nisbi ve itibari bir emirdir." denilmiştir ki, bu hâli ile insana verilmesinde bir sakınca bulunmuyor.
Mesela, sol ve sağ, alt ve üst, iyi ve kötü, küçük ve büyük, metre, derece, kilo gibi her şey emr-i itibariye girer. Yani bunların hakikatte varlığı yoktur ve mevcut değillerdir. Hepsi itibarla ortaya çıkmış ve kabullenilmiş şeylerdir.
Demir mevcuttur, varlığı vardır, ama "kilo" diye bir şey mevcut değildir; bu emr-i itibaridir. Yani birileri şu ağırlığa "kilo" diyelim demiş ve böyle kabullenılmıştir. Eğer başka bir ağırlığa kilo denilseydi veya itibar edilseydi, bu defa o ağırlık kilo olarak kabullenilirdi.
Sağ diye bir şey yoktur. Sağ, sola itibarla vardır. Sol kalktı mı sağ mefhumu da gider. Mesela, koyun tavşana göre büyüktür, deveye göre küçüktür. Büyüklük ve küçüklük mukayeseye ve itibara göredir. Bu emr-i itibarilerin hakikatte vücutları yoktur. Yani ağaç gibi, yıldız gibi, su gibi veya demir gibi veyahut herhangi bir mücessem varlık gibi mevcudiyetleri yoktur. Ancak inkârları da mümkün değildir. Zira bunlar olmasa tartılar, farklılıklar, dereceler ve sosyal hayattaki birçok işler ve izahlar yapılamaz.
İşte insan halk etme özelliğine haiz olamadığından dolayı, bu emr-i itibarilerin icada kabiliyetleri olmaması lazımdır. Zira vücutları olsa, bunlar insanlara isnat edilemezler, o saha Allah’a aittir.
Eğer bu emr-i itibari tamamen yok olsa, bu defa da insan neyle imtihana girecek. Elinde imtihana girebilecek ve ona bir şeyler yaptırma hususiyetinde bir mahiyet ve keyfiyet lazımdır.
Demek ki varlığı ve yokluğu ispat edilemeyen, insanın kabullenebileceği ve onu istediği gibi kullanabileceği bir şey olmalı ki, insan imtihana medar olabilsin ve imtihanın neticelerine razı olarak katlanabilsin. İşte biz buna meyil, irade-i cüz’iye veya emr-i itibari diyoruz.
1) bk. Sözler, Yirmi Altıncı Söz.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü