"Dertlenmek" ne demektir?
- Her zaman duyarız, davanın derdiyle dertlenmek, ümmet ile dertlenmek, insanların imanı ile dertlenmek gibi kelimeleri.
- Peki bu dertlenmek nedir, nasıl olur?
- Dertlenmek, insanın sürekli sıkıntılar içinde olması, sürekli düşünceli bir halde olması mıdır?
- Dertli insan mutsuz mu olur ?
- Dertli insan az uyur az yer az mı güler?
- Mutlu insan dertsiz insan mıdır?
Değerli Kardeşimiz;
"Dertlenmek" sahiplenmek masındadır. İnsan sahiplendiği şey için de ne gerekirse yapar. Buna bir yönüyle "himmet" de denebilir. Yani "Sen ne için varsın ve ne için yaşıyorsun?" sorusuna verdiğin cevaba göre, kıymetin ve değerin ortaya çıkar.
İnsan, himmetini yüksek tutmakla ve ulvî maksatlara yönlendirmekle inkişaf ve terakki edebilir. Bediüzzaman Hazretleri Hutbe-i Şamiye adlı risalesinde şöyle buyurur:
“Bir adamın kıymeti himmeti nisbetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir. Kimin himmeti yalnız nefsi ise, o insan değil. Çünki insanın fıtratı medenîdir.”(1)
Görüldüğü gibi, himmet sıfatı, insanlığın ve medenî olmanın şartı sayılmıştır. Peygamber Efendimiz (a.s.m) bütün insanlık ve varlık âlemi için dertlenmiş, Allah O'na o himmete göre büyük bir makam vermiştir. Sahabilerin kıymeti dertlendikleri davadan gelir. Evliyaların ve mücahitlerin kıymeti de derecelerine göre değişmektedir.
“Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor, içinde evladım yanıyor. İmanım tutuşmuş yanıyor...” diyen Bediüzzaman Hazretleri, âhir zaman fitnesinin bütün mukaddes kıymetleri tahribe başladığı dönemde, her hamiyet sahibi bir endişeye kapılmış ve bu fitneye karşı kendi çapında bir şeyler yapmak istemiştir. Bazıları, istikbalde Kur’ân’ı anlayacak kimse kalmayacak endişesiyle himmetini tefsir sahasında teksif etmiş ve kıymetli tefsirler yazmışlardır. Bir kısmı ise hadis-i şerifler üzerinde yoğun bir faaliyet göstermiştir.
Üstad Hazretleri ise, ekilen menfî tohumlara bakarak, istikbalde farzlarını bile terk edecek, hatta iman hakikatlerinde şüphe ve inkâra düşecek bir neslin geleceğinden korkmuş, bunu dert edinmiş ve her derdin dermanını veren Cenâb-ı Hak da ona Nur Risalelerinin yazılmasını ilham ve ihsan etmiştir.
Nitekim bu konuda kendisi bizzat şöyle buyurmaktadır: “Dert benimdir, devâ Kur'ân'ındır.” (Mektubât, Yirmi Sekizinci Mektup)
Bir ihsan-ı İlâhî olarak, bu büyük vazife Üstad Hazretlerine verilmiştir.
Evet, imansızlık yangınını söndürmek isteyen Bediüzzaman’a her taraftan hücum edilmekte idi. Kendi ifadesiyle: “Elleri bağlı, zaif ve hasta bir tek adama ordular taarruz ettiği” halde, O, bu gayesinden dönmemiş, davasından zerre kadar taviz vermemiş, eğilmemiş, yılmamış ve yıkılmamıştır. 0, izzet-i imaniyesinden aldığı kuvvetle gizli zındıka komitelerini tarumar etmiş ve bütün planlarını akim bırakmıştır.
Bediüzzaman, asrın ızdıraplarını kalbinin derinliklerinde hissederek yaşadı.“Alem-i İslam’a indirilen darbelerin en evvel kalbime indirildiğini hissediyorum” diyerek, bütün İslam alemine hatta tüm insanlığa kanat açmış; önüne geçilmez bir feveranla şahlanmış ve kükremiştir.
“Bana ıztırab veren, dedi, yalnız İslâm’ın mâruz kaldığı tehlikelerdir. Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi; onun için mukavemet kolaydı. Şimdi tehlike içeriden geliyor. Kurt, gövdenin içine girdi. Şimdi, mukavemet güçleşti. Korkarım ki cemiyetin bünyesi buna dayanamaz.. çünkü düşmanı sezmez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder. Cemiyetin basiret gözü böyle körleşirse, îman kalesi tehlikededir. İşte benim ıztırabım, yegâne ıztırabım budur. Yoksa şahsımın mâruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeğe bile vaktim yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkate mâruz kalsam da îman kalesinin istikbali selâmette olsa!” (Tarihçe-i Hayat)
Bir insan sadece kendini düşünüyorsa, o insanın kıymeti sadece bedeni kadardır. Bir insanın himmeti ve derdi ailesi ise, değeri ona göredir. Burada dikkat edilirse "dertlenmek" kelimesi, "üzülmek" manasında değil, sahiplenmek ve benimsemek manasındadır. Elbette sahiplendiğin şeyler için üzülmek de var, sevinmek de.
"Dava için dertlenmek" de demek mutsuz ve üzüntülü bir şekilde bir kenarda atıl bir vaziyette beklemek manasına gelmiyor. Dertlenmek demek, elimizden geldiği kadar davamıza katkı sağlamak, onun için bir şeyler yapmak, bir gaye ve aksiyon içinde olmak demektir.
İnsan, gücünün yettiği kadar sorumludur. Gücünün yetmediği yerde dua ve niyaz eder. Böyle davranan birisinin mutsuz olması düşünülemez ve derdi de İlahi ve rahmani bir dert olur.
Yani davası için endişelenen ve dertlenen birisinin üzüntü, psikolojik rahatsızlık manasında bir mutsuzluk değildir. Kur'anda geçen,
اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ
"Bilesiniz ki Allah dostlarına asla korku yoktur; onlar üzüntü de çekmeyecekler." (Yunus, 10/62)
Ayetinde geçen hüzün, dava sahipleri için yoktur. Sıkıntı, meşakkat ve yorulma ayrıdır, hüzün ve tasa ayrıdır.
Ayrıca insan bu dünyaya sadece yemek, içmek, eğlenmek ve keyif sürmek için değil, iman ve ubudiyet için, ahirete yatırım yapıp ebedî saadete nail olmak için gelmiştir. Bu dünya hayatı iniş çıkışlarla dolu ve kararsız bir dünyadır. Gerçek bir mümin bu dünya hayatında meşakkat ve sıkıntılara sabreder. Davası için sürekli bir mücadele ve aksiyon içinde olur.
Bu noktada Zübeyir Gündüzalp Ağabeyimizin arşivinden çıkan ehemmiyetli gördüğümüz bir mektubunu açıklama sadedinde burada sunmak istiyoruz:
"Aziz Muhterem Kardeşim…
Mademki İslâm’ın her derdine razı olduğunu bildiriyorsun, bu müjdenle bize aşk ve şevk veriyorsun, o halde iyi dinle:
Vazifen: Dikenler arasından güller toplayacaksın. Ayağın çıplaktır, batacak; elin açıktır, ısıracak. Buna sevineceksin!
Firavunlar kucağında büyüyen çocuk Mûsâları safına alacaksın. Aldığın için dövecekler. Konuştuğun için zindana koyacaklar; sevineceksin!
Çöllere sürülürsen, kanınla ağaç yetiştireceksin. Kutuplara sürülürsen, vücut ısınla sebze yetiştireceksin. Yeşilliği sevmeyenler olacak. Yakacaklar, yıkacaklar. Sen bunu sabırla seyredeceksin!
Karanlık zindanlara atarlarsa, ışık; paslı vicdanları görürsen, ümit; imansız kalplere rastlarsan, Nur vereceksin. Sen verdiğin için suç, sen getirdiğin için ceza, sen konuştuğun için mahkûm olacaksın. Ve buna şükredeceksin!
Anadan, yardan, serden ayrılacaksın. Candan, gönülden Kur’ân’a sarılacaksın. Damla iken deniz, nefes iken tayfun olacaksın. Derdini yazmak için derini kâğıt, kanını mürekkep edeceksin. Kimse ile görüştürmezlerse, mecnun olup çöllere düşeceksin. Leyla arar gibi nur arayanları bulacaksın. Bulamazsan üzülmeyeceksin!
Makamlar, servetler verirlerse, nefsini unutacaksın…
Yalan, iftira, çamur fırtınasına tutulursan, hissiyâtını terk edeceksin…
Önünde demirden set yaparlarsa, dişinle deleceksin. Dağları toptan oymak gerekirse, iğne ile oyacaksın. Unutma! Nerede olursan ol, küfrün ve cehlin tâ temelini çürüteceksin.
Bir gün Kur’ân etrafındaki surların yıkıldığını görürsen; hemen kemiklerini taş, etlerini harç, kanını da su edeceksin.
Etrafına ilimden, irfandan, faziletten, ahlâktan kaleler dikeceksin. Kaleler, fedailer ister. Nasıl olsa sen de içinde fedai olacaksın.
Bu mektubu okuyunca, Mesnevî’yi okuyan Yunus Emre gibi “Uzun olmuş” diyeceksin. Onun gibi “Ben olsa idim ‘Ete, kemiğe büründüm. Yunus diye göründüm.’ derdim.” dediği gibi, sen de “Ne lüzum vardı uzun uzun yazmaya, kısaca ‘Kur’ân talebesi olacaksın’ deseydin yeterdi.” diyeceksin.
Haklısın; zira İslâm yoluna giren, bilir ki bu yol kıldan ince, kılıçtan keskindir. Her kişinin değil, er kişinin yoludur.
Seni bütün ruh-u canımla kucaklar, gözlerinden öper, duâlarına mukabele eder, Allah’ın rızası dairesinde buluşmak üzere mektubuma son verirken, dalâlete düşen din kardeşlerimin, kısa bir zamanda sizin gibi hidayete ermelerini Cenâb-ı Vâcibü’l-Vücud olan Hazret-i Allah’tan niyaz eylerim. Âmin. (Şevki Doğan)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Benimde aklımda bu sual vardı
Soru da cevapta çok güzel olmuş
ALLAH razı olsun