"Ene ve enaniyetin eşkâl-i habîsesi olan hodgâmlık, hodbinlik, hodendişlik, gurur ve inat o meyle inzimam etse, öyle ekberü'l-kebâiri icad eder ki, daha beşer ona isim bulmamış. Cehennemin lüzumuna delil olduğu gibi, cezası da yalnız Cehennem..." İzahı?
Değerli Kardeşimiz;
"Evet, ene ve enaniyetin eşkâl-i habîsesi olan hodgâmlık, hodbinlik, hodendişlik, gurur ve inat o meyle inzimam etse, öyle ekberü'l-kebâiri icad eder ki, daha beşer ona isim bulmamış. Cehennemin lüzumuna delil olduğu gibi, cezası da yalnız cehennem olabilir."(1)
İnsan benliğini ve "ben" diyebilme özeeliğini Allah’ın isim ve sıfatlarını kıyaslayıp anlamada değil de nefsin heva ve hevesinde kullanırsa, yani kendine emaneten verilmiş nimeti ve güzellikleri kendi malı bilse ve kendinden zannetse ve gurur ve inada girse, o zaman insan yaratılmışların en alçağı en tehlikelisi ve en zararlısı olur.
Bu duygu ve düşünceler ile hareket eden bir adamın işleyebileceği günah ve zulüm öylesine büyük öylesine şiddetli ki, insanlık bunun tam bir tanımını yapamaz. Nitekim nefis ve benliğini İlah edinen tarihi şahsiyetler, bu tanımın hiçte abartılı olmadığını ispat eder niteliktedir.
Mesela Firavun, Şeddat, Nemrut, Lenin, Stalin, Hitler, Mussoloni, İslam deccalı olan Süfyan gibi benliğini İlah edinmiş alçakların işlediği günah ve cinayetleri ifade etmekte kelimeler kifayetsizdir. Böyle alçakları ancak cehennem cezalandırabilir.
Evet, insandaki ene, yani benlik farazi ve vehmi bir sahiplik duygusudur. Yani hakikatte olmadığı halde var gibi düşünülen bir sahiplenme bir kabullenme duygusudur. Mesela, insanın ailesine "benim ailem" demesi, evine "benim evim" demesi, vücut ve azalarına "benim vücudum ve benim azalarım" demesi buna örnek olarak verilebilir.
İşte buradaki "benim" ifadesi enedir. Halbuki hakikat noktasından ne aile, ne ev, ne vücut ve ne de azalar insanın değildir. Hepsinin gerçek sahibi Allah’tır.
Allah insana bu sahiplenme duygusunu mutlak isim ve sıfatlarını kavratmak ve kıyas yapmak için vermiştir. Yani insandaki cüzi ilim, cüzi kudret, cüzi irade, cüzi sahiplenme duygularının hepsi Allah’ın isim ve sıfatına açılan bir pencere gibidir. İnsan bu pencere ile Allah’ın isim ve sıfatlarını kavrar.
Mesela der, "Ben şu küçük hanemin idarecisiyim, Allah ise bütün kainat hanesinin Rabbidir; ben cüzi kudretimle şu evi yaptım, Allah ise sonsuz kudreti ile kainat evini yapıp yarattı; ben cüzi ilmim ile şu kadar şeyleri bilirim, Allah ise sonsuz ilmi ile her şeyi bilir her şeye muttalidir, vs..."
İnsan sahip olduğu bu cüzi ve farazi hatlar ile kıyas yaparak Allah’ın sonsuz isim ve sıfatlarını idrak eder. Şayet bu sahiplenme duygusu olmasa idi, insan bu kıyası yapmayacağı için Allah’ın o sonsuz sıfatlarını idrak edemeyecekti.
Burada izah ve tarif edilen benlik hissi, insana terakki veren, insana marifet kapılarını açan ve insanı nihayetsiz makamlara çıkaran müspet ve hayır yüzüdür. İnsan bu farazi ene duygusunu bu cihetle kullandığı zaman, kulluğun temelini ve özünü yakalamış oluyor. İnsanın manevi cephesi Allah’ın isim ve sıfatlarını tanımak üzere tasarlanmıştır, insana düşen ise bu tasarımı bu yönde sarf etmesidir. Benlik hissinin bu yüzünü nübüvvet mesleği ve mesleğini takip eden hayırlı insanlar tutmuştur.
Ene ve benlik hissinin bir de menfi ve dünyaya bakan yüzü vardır. Şayet insana verilen ene ve benlik hissi, küfür ve inkar tarlasında yeşerip beslenir ise, bu kez durum aksine işler. Yani ene ve benlik hissi Allah’ı tanımak ve bilmek aracı iken, tam tersi inkar ve meydan okuma aracı haline dönüşür. Ene ve benlik hissi farazi ve hayali bir hat iken, inkar ve küfür penceresi sayesinde hakiki ve külli durumuna geçer. İnsan cüzi ilim, irade ve kudretin Allah tarafından verilmeyip kendisinin mülkü olduğuna inanmaya başlar. İnkar ve felsefenin derinleşmesi ile bu duygular cüzilikten çıkar külli haline gelir. İnsan o zaman -haşa- "Ben de İlahım." demeye kadar işi götürür.
(1) bk. Sünuhat.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü