"Âlet-i İnkişaf" ve "Vâhid-i Kıyasî" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
Âlet-i İnkişaf: “Eşyanın derecesinin ve miktarının ortaya çıkmasına yarayan âlet” demektir Meselâ; termometre bir âlet-i inkişaftır ve havanın ısı derecesini bilmemizi sağlar.
İnsan âlet-i inkişaf olan benlik mizanını iyi işlettir ve Allah yolunda kullanırsa, manen terakki eder, kâinatın emin bir halifesi olur. Eğer nefis hesabına kullanırsa, o zaman da mahlûkatın en zalimi ve en zelili olur. Demek ene, bir terakki ve tekemmül âleti ve sebebidir.
Vahid-i Kıyas: Mukayese unsuru demektir. İnsan kendi sıfatlarını, hallerini bir mukayese unsuru olarak kullanmakla İlâhî sıfatları, isimleri, şuunatı bir derece bilir.
"Cenâb-ı Hak tarafından insanlara verilen benlik ve hürriyet, ulûhiyet sıfatlarını fehmetmek üzere bir vâhid-i kıyasî vazifesini görüyor.” (Mesnevî-i Nuriye)
İnsanoğlu, çoğu zaman, sözlerine "ben" diye başlar ve "şunu yaptım, bunu ettim" diye sürdürür konuşmasını. Bu gibi konuşmalarda iki unsur birlikte kendini gösterir: Benlik ve hürriyet.
İnsan, benlik ve hürriyet sayesinde kendisine takılan İlâhî hediyeleri kendine nisbet edebiliyor; benim gözüm, benim aklım, benim kalbim diyebiliyor. Ve bunları dilediği gibi kullanma serbestisine sahip.
İnsanoğlu, benlik ve hürriyet sermayesini yerinde kullanırsa marifetullah sahasında çok mertebeler kat edebilir.
Bu konuda, Nur Külliyatı’nda şu güzel misal veriliyor:
"Meselâ: Bir adam Cenâb-ı Hakk’ın kudretini anlamak için bir taksimat yapar: "Buradan buraya benim kudretimdedir, bundan o yanı da Onun kudretindedir" diye vehmî bir çizgi çizmekle mes’eleyi anlar. Sonra mevhum hattı bozar, hepsini de ona teslim eder." (Mesnevî-i Nuriye)
Bu misal bir anahtardır ve bizi birçok hakikatlere kavuşturabilir.
İnsan, elli kilogramlık bir taşı havaya kaldırdığında, bu işi kendisine ihsan edilen kuvvet sayesinde yaptığını bilir; ama yine de "Ben bu taşı kaldırdım" diyerek o işe sahip çıkar.
Bu kuvvetini vahid-i kıyasî yaparak der ki, “Allah da şu üzerinde durduğum dünyayı İlâhî kudretiyle döndürüyor.”
Sonra ‘mevhum hattı bozar", yani, dünyayı döndüren kudretin, onu ve elindeki taşı da birlikte döndürdüğünü düşündüğünde bütün kuvvet ve kudretin Allah’a ait olduğunu tasdik eder.
Nur Külliyatı’ndan Sözler adlı eserde insan ruhunun "rububiyetinin sıfât ve şuunatının hakikatlarını gösterecek, tanıttıracak, işarat ve nümuneleri câmi’ ” olduğu ifade edilir. İşte bu işaret ve numuneler vâhid-i kıyasî görevinde istimal edilirlerse birçok hakikate kapı açarlar.
İşaret: Haritadaki bir nokta bir şehre işaret eder. Ama o noktada söz konusu şehrin ne yollarını, ne binalarını, ne de insanlarını bulabiliriz. Bize takılan sıfatlar da İlâhî sıfatlara birer işaret... Bunlarla o vacip, sonsuz ve mutlak sıfatların ancak varlıklarını bilebiliriz; ama bu sıfatlarımızla, İlâhî sıfatlar arasında hiçbir benzerlik olamayacağını da hatırdan çıkarmayız.
Numune: İnsanda, numuneler hükmündeki sıfatlar yaratılmamış olsaydı insanın İlâhî sıfatları tanıması, bilmesi nasıl mümkün olacaktı?
Meselâ, insana irade verilmeseydi Allah’ın irade sıfatını bilebilir miydi?
İnsanın o cüzi kuvveti ve kudreti olmasaydı, Allah’ın Kudret sıfatını ve Kadir ismini bilmesi mümkün olabilir miydi?
Merhamet nedir, gazap nedir bilmeseydi, Allah’ın rahmetini ve kahrını hayal bile edemezdi.
Bu vesileyle yıllar önce dinlediğim ve ruhumda derin izler bırakan bir hatırayı nakletmek isterim.
Anadan doğma kör birisine soruyorlar:
"Görme" denilince ne anlıyorsun?
Adamın cevabı enteresan:
Ben görme nedir bilmem, ama şu kadarını söyleyebilirim. Siz aranızda konuşurken diyorsunuz ki ‘falan adam geliyor.’ Ben hayret ediyorum ki, bunu nasıl biliyorlar?
Demek ki, bize görme sıfatı verilmeseydi, Allah’ın görme sıfatını bilemezdik.
Diğer sıfatlar için de benzer şeyler söylemek mümkün.
Özetle ifade etmek gerekirse: Vahid-i kıyasi, insanın farazi ve vehmi benlik hissi ile sahiplendiği cüzi ilim, irade ve kudret gibi vasıtalarla Allah’ın külli sıfatlarını kıyas yolu ile bilmesi ve idrak etmesidir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar