"Esbab", "Müsebbeb", "Müsebbib" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
Esbab; sebepler demektir.
Sebep, neticeye vesile olan şeye denir. Meselâ; elma neticedir, ağaç ise elmaya bir sebep ve vesiledir.
Müsebbeb, sebepleri ve vesileleri mevcut olan şeye deniliyor. Yani sebep ile meydana getirilmiş olan netice demektir. Meselâ; meyve, ağacın bir müsebbebi yani neticesidir.
Ağaç sebeptir, meyveler ise müsebbebdir.
Anne ve baba sebeptirler, çocuk ise müsebbebdir.
Güneş sebeb, ışığı ise müsebbebdir.
Arı sebep, yaptığı bal müsebbebdir.
Müsebbib, vücuda getiren ve kuran demektir. Yani sebepler vasıtası ile neticeyi yaratan ve ihdas eden demektir ki, yegâne müsebbib Allah’tır.
- ESBAP BİR PERDEDİR
“Esbap bir perdedir. Fakat iş gören Kudret-i Samedaniyyedir.” Sözler
Önceleri memurlar, maaşlarını mutemetten alırlardı, ama çok iyi bilirlerdi ki, mutemet bir perde. Bize o maaşı kendi servetinden vermiyor.
Bu âlemde de bütün sebepler birer perde. Ne meyve, ağacın öz malı; ne ağaç toprağın eseri; ne de insan anne ve babanın ortak mamulü. Bunların hepsi sebep, bunların hepsi perde...
Ve iş gören Kudret-i Samedaniyye...
Bu perdelere dikkatle bakanlar, sergilenen eserlerin onların kendi malları olmadığını hemen keşfederler.
Perdenin bir de “gösterme, ayna olma” mânası var.
Allah’ın bütün isimleri nurânîddir ve bunların bilinmesi ancak tecellilerle mümkün olur.
O’nun Rezzak ismini, soframızdaki nimetlerde okuyoruz.
Âlem baştanbaşa ilim dolu. Toprağından sanki ilim kaynaşıyor. Havasında suyunda hep ilim hâkim. İşte her zerresi ilim ile dokunan bu kâinat da bir perde, onda Allah’ın Âlîm ismini okuyoruz.
Ana rahminde, üç perde ötesinde beslenip büyütülen insan, dünyaya geldiğinde yine üç perde ile karşılaşıyor. Atmosfer, güneş sistemi ve tüm kâinat.
İnsan yine rahimde besleniyor, büyütülüyor. Rahmân-ı Rahîm’in lütuf ve keremi bu ikinci rahimde de onunla beraber.
Şimdi bütün mesele bu rahimden âhirete sağlam doğması. Bunun için de hakikati görmeye ve hakka ermeye hicap olan bütün engelleri aşılması, bütün esbab perdelerinin geçmesi lâzım.
- YAPAN BAŞKA
Bu hikmet dünyasında, bütün sebepler zahirî birer perde olmanın ötesinde bir tesir gücüne sahip değiller.
Sebepler de yaratılıyorlar, onlardan çıkan sonuçlar da…
Meyveyi ağacın, sebzeleri toprağın yaptığını nasıl söyleyebiliriz? Önce, ağaç bir meyve fabrikası olarak yaratılıyor da, sonra ondan meyveler süzülüyor.
Biz saçımızı yaptığımızı iddia edebiliyor muyuz ki, meyveleri ağacın yaptığını söyleyebilelim.
Yeryüzünün tümü, o ağaç gibi, bir terbiyeden geçmiş de, üzerinde bu kadar farklı varlıklar boy gösteriyorlar.
Şimdi şu sebepler zincirine bir göz atalım:
Güneş, dünyanın yaratılmasına bir sebep…
Önceleri bir lav parçası olan dünyanın soğuması denizlerin, karaların meydana gelmesine sebep…
Denizler balıklara, karalar ormanlara sebep…
Ağaçlar meyvelere, yumurtalar kuşlara sebep…
Bu sebepler zincirinde bir önceki halka “sebep”, bir sonraki halka müsebbeb (netice) oluyor.
Ne dünyayı güneş yapmış, ne balıkları denizler, ne meyveleri ağaçlar, ne kuşları yumurtalar, ne de insanları anneler ve babalar…
Ve şu hakikati bütün sebepler ve neticeler birlikte haykırıyorlar:
“Esbab bir perdedir. Müsebbebleri yapan başkadır.” Sözler
- SEBEPLERLE NETİCELER ARASINDAKİ UZUN MESAFE
Maddî olarak bitişik gibi görünen şeyler arasında manen çok uzun bir mesafe bulunabiliyor.
Nur Külliyatı’ndanSözler’de, bu manevi ve uzun mesafe harika bir örnekle şöyle nazara verilir:
“…. Nasılki zahir nazarda dağların daire-i ufkunda semanın etekleri muttasıl ve mukarin görünür. Hâlbuki daire-i ufk-u cibalîden semanın eteğine kadar, umum yıldızların matla’ları ve başka şeylerin meskenleri olan bir mesafe-i azîme bulunduğu gibi; esbab ile müsebbebat mabeyninde öyle bir mesafe-i manevîye var ki, imanın dûrbiniyle, Kur’ân’ın nuruyla görünür.” (Sözler)
Bu harika teşbihte, dağların başına değiyor gibi görünen semanın, dağlardan çok uzak olduğu hatırlatılarak, sebeplere bitişik olan neticelerle o sebepler arasında da çok uzun bir mesafenin bulunduğuna dikkat çekilir.
Ve dağların tepeleriyle sema arasındaki uzun mesafenin yıldızlarla dolu olması gibi, sebeple netice arasındaki o uzun mesafede de ilâhî isimlerin tecellilerinin saklı olduğu ders verilir ve dikkatle bakıldığında okunabileceklerine işaret edilir.
Meselâ, meyve dala bitişiktir. Maddî olarak arada hiçbir mesafe yoktur. Ama ağacın bizi tanımaktan çok uzak olduğu dikkate alındığında, ağaçla meyve arasındaki bu manevî mesafede "Rezzak" ismi açıkça okunur.
Aldığımız ilaçla şifa arasındaki uzun mesafe, bize "Şâfi" ismini açıkça bildirir.
Cansız ve şuursuz varlıklar üzerinde yapılan ilmî çalışmalar, hazırlanan tebliğler, neşredilen kitaplar "Alîm" ve "Hakîm" isimlerini her akıl sahibine âdeta haykırırlar.
Misâller çoğaltılabilir.
- SEBEBSİZ YARATILANLAR
Kâinat çok uzun bir dönemde ve safhalar halinde yaratılmış. Bu hal, onun meyvelerine de sirayet etmiş. Meyve, dalda bir anda olgunlaşmıyor. Çocuk, ana rahminde bir anda son şeklini almıyor. Tohum, hemen sümbül vermiyor. Yumurta, bir anda kanatlanıp uçmuyor.
Nur Külliyatında bu umumî kanunun dört tane istisnası olduğu haber veriliyor: Nur, vücut, hayat ve rahmet.
“Kâinatta en mühim hakikat ve en kıymetdar mahiyet; nur, vücud ve hayat ve rahmettir ki, bu dört şey perdesiz, vasıtasız, doğrudan doğruya kudret-i ilâhiye ve meşiet-i hâssa-i ilâhiyeye bakar.” (Lem’alar)
Nur denilince aklımıza hemen Üstadımızın "İman hem nurdur hem kuvvettir" vecizesi gelir. Saad Taftazanî, imanı "cüz’i ihtiyarînin sarfından sonra kalbe ilka edilen bir nur," şeklinde tarif eder.
İmana ermek için, cüz’î iradenin sarf edilmesi bir ön şart ise de bu, ağacın meyveye sebep olması gibi değildir. İman, "kalbe ilka edilen bir nurdur" ve bu nuru o kalbe ihsan eden Allah’tır.
Vücud’a gelince, bunun sebepsiz yaratıldığı açıktır.
Biz genellikle, bedene "vücut" dediğimiz için, vücudun sebepsiz yaratıldığını anlamakta biraz güçlük çekebiliriz. Aslında, "vücud" varlık demektir, zıddı ise "adem," yani yokluktur. Varlığa sebep aradığımızda karşımıza sadece "yokluk" çıkar. Yani, "vücut" ya sebepsiz olarak doğrudan yaratılmıştır, ya da eşyanın var olmalarına "yokluk" sebep olmuştur. Bu ikinci şıkkın akıldan uzaklığı açık olduğuna göre, birinci şıkkın doğruluğu kesindir.
Burada bir Kutsî Hadisi hatırlayalım:
"Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeye muhabbet ettim (bilinmek istedim) ve mahlûkatı yarattım."
İşte ilâhî iradenin mahlûkatı yaratmaya teveccüh etmesiyle, ilk mahlûk olarak Nur-u Muhammedî yaratılmıştır. O nur, Allah’ın dilemesiyle yoktan yaratılmıştır.
Hayatın da sebepsiz yaratıldığı malûmdur. Bilim adamları, hayata bir sebep tayin edemiyor, sadece tabiat kanunlarını, elementleri, mevsimleri sıralamaktan öteye gidemiyorlar.
Rahmet de sebepsizdir. Bu konuda Nur Külliyatı’ndan bir harika nakil yapmak isterim:
“Şu hadsiz kâinatı şenlendiren, bilmüşahede rahmettir. Ve bu karanlıklı mevcudatı ışıklandıran, bilbedahe yine rahmettir. Ve bu hadsiz ihtiyacat içinde yuvarlanan mahlukatı terbiye eden, bilbedahe yine rahmettir. Ve bir ağacın bütün heyetiyle meyvesine müteveccih olduğu gibi, bütün kâinatı insana müteveccih eden ve her tarafta ona baktıran ve muavenetine koşturan, bilbedahe rahmettir...” (Sözler)
Cansızların yokluktan kurtulup var olmaları kendi gayretleriyle değil, ancak ilâhî rahmetle olduğu gibi, bitkilerin de cansız olmayıp yarı canlı olmaları yine sadece rahmet iledir. Hayvanların bitkilerden üstün kılınmaları ve nihayet insanın arza halife olması da sırf rahmettir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü