"Evet, her şeyin vücudunun müteaddit gayeleri ve hayatının müteaddit neticeleri vardır..." Haşiyenin tamamını açıklar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
“Evet, her şeyin vücudunun müteaddit gayeleri ve hayatının müteaddit neticeleri vardır. Ehl-i dalâletin tevehhüm ettikleri gibi dünyaya, nefislerine bakan gayelere münhasır değildir ta hikmetsizlik içine girebilsin. Belki her şeyin gayât-ı vücudu ve netâic-i hayatı üç kısımdır:..”(1)
Kâinattaki bütün eşyanın sayısız gayeleri ve maksatları vardır. İnkârcı felsefenin iddia ettiği gibi eşya sadece kendilerine veya insanların istifadesine hizmet etmiyor. Mesela, bir meyvenin gayesi sadece dilimize ve midemize hizmet etmek değildir.
Üstad Hazretleri eşyanın küllî gayelerini üç sınıfta özetliyor:
“Birincisi ve en ulvîsi Sâniine bakar ki, o şeye taktığı harika-i san’at murassaâtını, Şâhid-i Ezelî'nin nazarına resmigeçit tarzında arz etmektir ki, o nazara bir ân-ı seyyâle yaşamak kâfi gelir. Belki, vücuda gelmeden, bilkuvve niyet hükmünde olan istidadı yine kâfidir. İşte, seriüzzevâl lâtif masnuat ve vücuda gelmeyen, yani sünbül vermeyen birer harika-i san’at olan çekirdekler, tohumlar şu gayeyi bitamamihâ verir. Faydasızlık ve abesiyet onlara gelmez. Demek, herşey, hayatıyla, vücuduyla Sâniinin mucizât-ı kudretini ve âsâr-ı san’atını teşhir edip, Sultan-ı Zülcelâlin nazarına arz etmek birinci gayesidir.”
Eşyanın en yüksek ve ulvî gayesi Allah’ın ezelî ve ebedî nazarına, o sayısız hikmet ve sanatlarını teşhir etmesidir. Eşyanın bir an vücuda gelip hemen gitmesi dahi onun o ezelî nazarına mazhar olmaya kâfidir. Öyle ise bir meyvenin sayısız hikmet ve güzellikleri sadece insanın istifadesine mahsus değildir. O hikmetlerin büyük bir kısmı başka gayelere bakıyor.
“Bir an-ı seyyale yaşamak kâfi gelir.” Varlıkların vücut sahasından çıkıp gitmeleri, insanlar açısından yetersiz olabilir; ama Allah için zaman mefhumu ve zamanın kısalığı ya da uzunluğu mühim değildir.
Meselâ, bir balık binlerce yumurta bırakır, bunların büyük bir kısmı balık olmadan ölür. Herbir yumurta içerisine balığın bütün organlarının planının kaydedilmiş bulunması büyük bir İlâhî sanattır. Cenab-ı Hak bütün yumurtaları ve çekirdekleri bu yönleriyle müşahede etmektedir.
“İkinci kısım gaye-i vücut ve netice-i hayat, zîşuura bakar. Yani, her şey, Sâni-i Zülcelâl'in birer mektub-u hakaiknümâ, birer kaside-i letâfetnümâ, birer kelime-i hikmet-edâ hükmündedir ki, melâike ve cin ve hayvanın ve insanın enzârına arz eder, mütalâaya davet eder. Demek, ona bakan her zîşuura ibretnümâ bir mütalâagâhtır.”
Eşyanın ikinci büyük gayesi ise, insanlar, melekler, cinler ve ruhanîler gibi şuur sahibi mahkûklara hitap etmesidir. Eşyanın birçok hikmet ve güzellikleri, bu mahlûklara Allah’ın isim ve sıfatlarının cemalini seyrettirmektedir.
Mektub-u hakaiknümâ: Mevcudat İlahi hakikatlerin ilan edilip gösterildiği bir mektup gibidir. Buradaki "hakikatler" tabiri, Allah’ın isim ve sıfatlarına işaret ediyor.
Kaside-i letâfetnümâ: Bütün mevcudat mektup olmakla kalmayıp, insanın duygu ve hissiyatlarını okşayan latif ve hoş bir şiir tadındadır. Yani hoş bir kaside gibidir ki, sadece akla hitap etmiyor, insanın sair latifelerini de coşturuyor.
Kelime-i hikmet-edâ: Bu kelime bütün mevcudatın ve eşyanın hikmet ile teçhiz edildiğine işaret ediyor. Kâinat ve içindeki her şey âdeta bir hikmet ve fen kitabı gibi her tarafından hikmet fışkırıyor ki, bu hikmetler de Allah’ın isim ve sıfatlarına işaret ediyorlar.
İşte bu hikmet ve gayelerden faydalanmakta ya da nazar etmekte hayvanatın da kendi kabiliyetlerine göre bir hissesi vardır. Nimetlere bir nevi şükürleri ve bilemeyeceğimiz bir nevi hususi tesbihleri vardır.
“Üçüncü kısım gaye-i vücut ve netice-i hayat, o şeyin nefsine bakar ki, telezzüz ve tenezzüh ve bekà ve rahatla yaşamak gibi cüz’î neticelerdir. Meselâ, azîm bir sefine-i sultaniyede bir hizmetkârın dümencilik ettiğinin gayesi, sefine itibarıyla yüzde birisi kendisine, ücret-i cüz’iyesine ait, doksan dokuzu sultana ait olduğu gibi; her şeyin nefsine ve dünyaya ait gayesi bir ise, Sâniine ait doksan dokuzdur.”
Eşyanın üçüncü gayesi ise maddî ve cüz’î olarak mahlûkatın menfaatine bakan yüzüdür. Yani elmanın mideye ve ağızdaki dilin zevkine hitap etmesidir ki, eşyanın en dar ve basit yüzü bu yüzüdür. Zâten maddeci felsefe de eşyanın ancak bu yüzünü görüp onu öyle değerlendiriyor.
Bir çiçeğin maddesi ve dünyaya bakan faydası birkaç iken, sanatkârı olan Allah’a bakan yüz binlerce cihet ve işareti vardır. Yani çiçek, üstündeki her bir nakış ve zîynetiyle ayrı ayrı isimlerine ayna olur. Meselâ; çiçeğin o güzel ve tatlı tebessümünde Allah’ın Muhsin, Cemil, Müzeyyin gibi çok isimleri tecellî ile kendini ilan ediyor.
“İşte bu taaddüd-ü gayattandır ki, birbirine zıt ve münafi görünen hikmet ve iktisat, cûd ve sehâ ve bilhassa nihâyetsiz sehâ ile sırr-ı tevfiki şudur ki:
"Birer gaye nokta-i nazarında cûd ve sehâ hükmeder, ism-i Cevâd tecellî eder. Meyveler, hubublar, o tek gaye nokta-i nazarında bigayri hisabdır; nihayetsiz cûdu gösteriyor. Fakat umum gayeler nokta-i nazarında hikmet hükmeder, ism-i Hakîm tecellî eder. Bir ağacın ne kadar meyveleri var; belki her meyvenin o kadar gayeleri vardır ki, beyan ettiğimiz üç kısma tefrik edilir."
"Şu umum gayeler nihayetsiz bir hikmeti ve iktisadı gösteriyor. Zıt gibi görünen nihayetsiz hikmet, nihayetsiz cûd ile, sehâ ile içtima ediyor. Meselâ, asker ordusunun bir gayesi temin-i asayiştir. Bu gayeye göre ne kadar asker istersen var ve hem pek fazladır. Fakat hıfz-ı hudut ve mücahede-i a’dâ gibi sair vazifeler için, bu mevcut ancak kâfi gelir; kemâl-i hikmetle muvazenededir. İşte, hükûmetin hikmeti, haşmet ile içtima ediyor. O halde, o askerlikte fazlalık yoktur, denilebilir.”
"Hikmet", bir şeyin gaye ve vazife ile cihazlanmış olması manasındadır. Hikmetin esasında gaye ve iktisat vardır. Halbuki Allah’ın Cevâd ismi ise her şeyi bolca yapmak ve cömertliğini bütün şuur sahiplerine ilan etmek istiyor. Bu noktada hikmet ile cömertlik iki zıt kutup gibi duruyor.
Mesela, bir incir çekirdeğinin akla gelen ilk gayesi neslinin devamıdır. Halbuki bu gaye için birkaç çekirdek kâfidir. Fakat, o küçük çekirdeğe bütün incir ağacının programını yerleştirmek Allah’ın azim bir sanatıdır. Bu sanatı seyredecek hadsiz meleklerin yaratılması ve Cenab-ı Hakk'ın bu küçük sanat harikalarını bizzat müşahede etmesi nazara alındığında, bu çoklukta israf olmadığı anlaşılır. Yani iktisat ile cud burada içtima ederler. Yani, Allah’ın kâinattaki bazı şeyleri kesretle yaratmasının sebebi, hikmeti içinde azamet ve kibriyasını izhar ve ilan etmektir.
İşte Allah kâinat eserleri üstünde bu iki zıt icraatını birbirlerinin hükmünü bozmadan mu’cizevî bir şekilde tezahür ettiriyor.
Meselâ, yıldızların çok ve büyük bir şekilde yaratılması hikmete zıt düşmüyor, onun hükmünü bozmuyor, zira hikmet bu çokluğa ve büyüklüğe büyük vazifeler ve gayeler takmıştır.
Netice itibariyle; şu kâinat ve içindeki sanatlı mevcudatın en büyük maksadı, Cenâb-ı Hakk’ın isim ve sıfatlarına âyine olmak, O’nu tanıtıp sevdirmektir.
(1) bk. Sözler, Onuncu Söz, Altıncı Hakikat (Haşiye: 2).
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Sultan-ı Zülcelâlin nazarına arz etmek birinci gayesidir.ŞUURSUZ VARLIKLARİN ARZ ETMESİ NASİL ANLAŞILIYOR
melâike ve cin ve hayvanın ve insanın enzârına arz eder, mütalâaya davet eder.HAYVANATIN MEVCUDATI MÜTALAA ETMESİNİ izah edermisiniz
"Demek, ona bakan her zîşuura ibretnümâ bir mütalâagâhtır.”
İbret kelimesi, bir hâdise karşısında ders veren şey anlamındadır. Genellikle olumsuz şeyler için, bir insanın düştüğü kötü durumdan ders çıkarmak için 'tam ibretlik' deriz.
Ama burada mevcudatın yaratılışı, her zişuur için ibretnüma diyor. Yani ondan mânevî güzel dersler çıkarıyor. O zaman İBRET kelimesini sadece olumsuzluk için, değil ders çıkarılan olumlu ve olumsuz her şey için kullanmak yerindedir diye anladım.