"Ey Asuriler ve Keyaniler’in cihangirlik zamanında pişdar kahraman askerleri olan Arslan Kürtler." cümlesinde geçen; Asuri ve Keyaniler hakkında bilgi verir misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Ey Asuriler ve Keyaniler’in cihangirlik zamanında pişdar kahraman askerleri olan Arslan Kürtler."
Üstad Hazretleri, bu medeniyetlerin dünyaya hükmettiği dönemde, Kürtlerin önemli roller ve önderlikler yaptığına işaret ediyor. Zaten coğrafya olarak Kürtlerin yaşadığı bir alanda kurulmuş bu medeniyetler. Üstad Hazretleri bu tarihi gerçeğe atıfta bulunarak böyle bir ifade kullanmış. Zaten muhatap da Kürt aşiretleridir.
Asurlular
Aslen Kuzey Irak'ta, Dicle kıyısında bulunan Aşur/Asur (Qalat Şarqat) şehri ve çevresinde yaşayan bir Sami toplulukken, özellikle M.Ö. 2000 sonrası doğu-batı arası global ticaretten faydalanarak gelişmiş ve topraklarını genişleterek ülkelerini bir imparatorluğa dönüştürmüş eski çağın bir halkı.
M.Ö. İkinci Binyılın başından itibaren özellikle Anadoluda koloniler kurmuş, Anadoluya yazıyı taşımışlardır. Daha sonra Mitanni egemenliğine girseler de ikinci binyılın ortalarında bağımsızlıklarını kazanmış ve Fırat'a kadar topraklarını genişleterek buralara yerleşmişlerdir.
M.Ö. Birinci binyıl başından itibaren Doğu Anadolu içlerine doğru genişleyen imparatorluklarıyla birlikte ilerleyen Asurlular, kuzeyde Elazığ ve Palu'ya kadar yayılmışlardır. Asur hükümdarları sıklıkla fethedilen toprakların yerel halkını oradan sürerek yerlerine Asurluları yerleştirmiş ve bu bölgeleri Asurlulaştırmışlardır.
İmparatorluğun M.Ö.VII. yüzyıl sonunda çökmesiyle birlikte Asur halkı da tarihi kayıtlardan silinir. Son olarak Harran ve çevresinde yaşadıkları bilinmekle birlikte kayıtlarda yer almasa da eski imparatorluk topraklarında daha sonraki yüzyıllarda da yaşamlarını sürdürdükleri ve zamanla bölgenin diğer halkları içinde eriyip gittikleri aşikardır... Günümüzde bazı Süryani toplulukları, Asurluların soyundan geldiklerini iddia etmektedirler.(bk. ZÂHİD KEVSERÎ).
KEYÂNÎLER
Milâttan önce 900 - 775 yılları arasında İran’da hüküm süren bir hânedan.
Ortaçağ Farsçası’nda “şah, emîr” mânasına gelen key’ (key) kelimesinin çoğulu olan keyân, Doğu ve Kuzeydoğu İran’da Aryânî kabilelerin reislerine verilen bir unvandır. Kabile reisleri bu unvanı hükümdar olduklarında kullanırlardı.
İran millî tarihinin ikinci büyük safhası Keyânîler hânedanıyla başlar. Hânedanın kurucusu olarak kabul edilen Keykubad’dan Keyhusrev’e kadar gelen Keyânî hükümdarları hânedanın ortak özelliklerini gösteren bir grup oluşturur. Bu sebeple grup mensuplarının hükümdar olduğu döneme ilk Keyânî devri denilmiştir. Zerdüştî olan Keyânîler’in kutsal kitapları Avesta’da bütün Keyânî kralları dinî ve millî kimlikleriyle efsanevî şekilde zikredilmiştir.
Hânedanın kurucusu olan Keykubad, Pehlevî ve İslâm kaynaklarında bazan Pişdâdîler’in son hükümdarı Zâb’ın oğlu, bazan da halktan biri olarak gösterilmiştir. Şâhnâme’de ise onun hükümdar oluşu daha farklı bir şekilde anlatılır. Yüzyıla yakın hükümdarlık yaptığı söylenen Keykubad’ın ardından tahta geçen Keykâvus Avesta’da yedi ülkenin hâkimi, cinlerden üstün ve yedi saray sahibi gibi efsanevî bir şahsiyet olarak tanıtılır. Yaklaşık elli yıl hükümdar olan Keykâvus’un tahtı Keyhusrev tarafından elinden alınmıştır. Keykâvus döneminin önemli bir olayı Keyânî sülâlesinden sayılan, ancak hükümdar olmayan Siyavuş ile Şâhnâme’de İran düşmanı olarak gösterilen Turan Hükümdarı Efrâsiyâb arasındaki mücadeledir. Siyavuş’un bu savaşlarda öldürülmesi onu Zerdüşt dininde yas törenlerinin kutsal bir şahsiyeti yapmıştır.
Hânedanın üçüncü hükümdarı Siyavuş’un oğlu Keyhusrev’dir. Keyhusrev, Avesta’da diğer hükümdarlar gibi olağan üstü yetenek ve özelliklere sahip, dinî ve millî bir şahsiyet olarak tanıtılır. İslâm tarihi kaynaklarında daha çok onun Turan’dan kurtuluşu ve ardından Efrâsiyâb’a karşı yaptığı seferler üzerinde durulmuştur. Firdevsî, Şâhnâme’sinin önemli bir kısmını, Keyhusrev’in kumandasında Efrâsiyâb’a karşı yapılan seferlerde yararlıklar gösteren Güderz ve Rüstem gibi kahramanların hikâyelerine ayırmıştır. Efrâsiyâb bu kahramanlar tarafından mağlûp edilir ve Keyhusrev tarafından öldürülür.
Keyânî hânedanının ikinci dönemi Luhrasb ile başlar. Belh şehrini kurduğu ve genişlettiği söylenen Luhrasb’ın, Keyhusrev’in uzaktan akrabası olduğu rivayet edilir. İslâmî kaynaklara göre Luhrasb, kumandanı Buhtunnasr’ı Kudüs’e yollamış ve o da şehri yakıp yıktıktan sonra yahudileri esir etmiştir. Luhrasb’ın ardından tahta geçen Güştâsb, Turan ülkesinden gelen saldırılara karşı koymuş, ölünce yerine torunu geçmiştir. Bundan sonra Keyânîler’in siyasî nüfuzlarını kaybettikleri üçüncü dönem başlar. Avesta’da zikredilmemesine rağmen Pehlevî edebiyatında popüler bir figür olan Behmen büyük bir ihtimalle Güştâsb’dan sonra Zerdüştî topluluğunun mahallî bir yöneticiliğini yapmıştır. Behmen’in Bâbil’de esir bulunan yahudileri kurtardığı, Kudüs’te bir tapınağı tamir ettirdiği ve bir ara Yahudiliği kabul ettiği söylenir. Behmen’den sonra tahta geçen kızı Hümay hakkındaki bilgiler de İran geleneği dışındaki haberlerle karışmıştır. Hümay’ın Rumlar’a karşı birçok savaş yaptığı ve Rum esirlere İstahr şehrinde yüksek anıtlar inşa ettirdiği rivayet edilir. Keyânîler döneminin son iki hükümdarı I ve II. Dârâ’dır. Anadolu Selçuklu sultanları çocuklarına Keyhusrev, Keykâvus ve Keykubad gibi efsanevî Keyânî hükümdarının adlarını vermişlerdir.
BİBLİYOGRAFYA:
İbn Kuteybe, el-MaǾârif (Ukkâşe), s. 652-653; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), I, 504-516; Makdisî, el-Bedǿ ve’t-târîħ, III, 147-152; Firdevsî, Şâhnâme, Tahran 1353 hş., I, 233-285; İbnü’l-Belhî, Fârsnâme (nşr. G. Le Strange - R. A. Nicholson), London 1962, s. 14-16, 41; Ferheng-i Fârsî, VI, 1638; Ehsan Yarshater, “Iranian National History”, CHIr., III/1, s. 436-473; P. Sykes, Târîħ-i Îrân (trc. M. Takı Fahr-ı Dâî-yi Gîlânî), Tahran 1366 hş., I, 178-180; Muhammed Muîn, MecmûǾa-ı Maķālât, Tahran 1367 hş., II, 61-63; “Kayānids”, EI² (İng.), IV, 809; Tahsin Yazıcı, “Efrâsiyâb”, DİA, X, 478-479.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Siz bu kelimeleri mevcut sosyal ve siyasal atmosferde değerlendirdiğiniz için elbette ki dediğiniz sonuç çıkar. Tarihi ifadeleri ve olaylar değerlendirirken, söylenen ve yaşanan döneme gidip oradan bakmak gerekir. Aksi takdirde yanlış sonuçlara varılır. Kürtlerle Türklerin kardeş kardeşe yaşadığı, herkesin aynı vatana sahip çıkarak kalkınmak ve gelişmek istediği bir atmosfer düşünün. Herkes bu ülke için bir şeyler yapmanın peşinde ve adeta bir yarış içinde oldukları bir zaman diliminde bu ifadeleri tasavvur ediniz.
Veya bu zamandan bir örnek vererek, o zamana gidelim. Mesela İstanbulda kurulan derneklerden birine gidiyorsunuz. Malatyalılar derneği olsun. Bu ismi görünce bir sakınca aklınıza gelmez. Dernekte büyük bir toplantı var. Malatya eşrafından birisi konuşma yapıyor. Ey kahraman Malatyalılar? Ey kimseye boyun eğmeyen Malatyalılar. Ey geçmişinden beri izzetle yaşayan ve kimsenin minnetini almayan Malatyalılar. Savaşlarda on kişiye bedel mücadele veren ve herkesten önce düşmanın üzerine giden Malatyalılar!...
Bu ve buna benzer ifadeleri duyduğunuzda ne hissederseniz. Burada ne hissediyorsanız, Osmanlının bir eyaleti olan Kürdistandaki halka Bediüzzamanın seslenmesinde de aynı şeyi hissetmeniz lazımdır.
Allah korusun, elli sene sonra Malatya Türkiyeden kopmaya ve bağımsız bir devlet kurmaya çalışırsa, Malatyalı eşrafın yaptığı o konuşma metni elinize geçerse, onu da aynı şekilde yargılarsınız ki, bu doğru bir yaklaşım değildir.
Nitekim Bediüzzaman Cumhuriyet tarihinde Kürt milliyetçiliği kokusunu hissedince, eserlerinde geçen Saidi KÜRDİ, ifadelerini bizzat kendisi silerek yerine Said Nursi ifadesini yazma hassasiyeti göstermiştir. Nitekim söz konusu ifadeyi de kaldırmıştır ama bazı yayınevleri eski haliye basınca sizlere de ulaşmış oldu.
Hazreti İbrahim (as) Mezopotamya'daki Keldâni kavmine gönderilmistir. İkisi farklı kavimler.
(1) Soru metni nasıl gelmiş ise öyle bırakıyoruz. Bir kardeşimiz Asarı Bediyede bu şekilde okumuş ve sormuşsa, bu şekilde yayınlıyoruz.
(2)-(3) Üstadımız 1950'li yıllarda külliyata son şeklini bizzat vermiştir. Bazı tabirleri bizzat kendisi değiştirmiştir, fakat Kürtçülük damarı kabarık bazı yayınevleri, o ifadeleri eski gibi basmaya devam etmiştir. İki tarafta da orjinal nüsha vardır, Üstadın değiştirmesine rağmen, eski hali ile basanlar yüzünden, yayınevleri arasında böyle farklılık oluyor.
Detaylı bilgi için tıklayınız.
Güzel bir açıklama olmuş Allah razı olsun. Yanlız bir yeri anlayamadım. Said Nursi gibi evrensel bir din adamı hatta bir aktivist nasıl kürtçülük yapabilir.? Said Nursi, o kitapları ilk yazdığında Kürd, Kürdistan kelimelerini kullandığı ve muhatabının kürdler olduğu gayet açık. Peki eski nüshaları bastırdıkları için yukarıda bahsettiğiniz grubu 'Kürtçülük damarı kabarık' diye tanımlamışsınız. Onları eski nüshaları bastıkları için Kürtçülük damarı kabarık bir sıfatla tanımlarsak, mantık gereği o eski nüshaları yazan müellifi de Nursiyi de ''ultra Kürtçülük damarı kabarık'' diye tanımlamamız gerekir.!? Ya siz farkında olmadan Bediuzzamanı Kürtçülükle ittiham ediyorsunuz ya da gerçekten müellifin vefatından sonra bir grup tarafından safderun bir niyetle o kelimeler çıkartılmış..
Çevremde bu bağlamda çok soru geliyor. Yardımcı olursanız sevinirim.
Üstadın bu hitabında normal şartlarda bir anormallik yok ama Pkk illetinden ve toplumsal şartların değişmesinden dolayı bu hitap yanlış noktalara çekilebilir bir kıvama gelmiştir maalesef. Mesela Osmanlı döneminde Kürdistan ifadesini kullanmak gayet normal bir ifade iken şimdi aynı kelimeyi kullanmak bölücülük anlamına geliyor ve kanunen suç teşkil ediyor. Aynı şekilde sevişmek tabiri eskiden dostluğu samimiyeti ifade ederken şimdi cinselliği ifade ediyor. Ahmet Mehmetle sevişiyor dense eskiler dostluğu anlarken şimdi ki nesil ise yanlış anlar.
Üstadın eserlerindekine uygun bir toplum inşa etmemiz gerekir demeniz gerekirken üstad sufyanizmin değiştirdiği yeni toplum düzenine ayak uydurmuş ve kanunen suç olabilecek yerleri çıkarmış ya da değiştirmiş diyorsunuz. Hakkın hatırı alidir diyen bir bediuzzaman hak olan bir şeyi laik kemalist düzen sırf hoş karşılamıyor diye değiştirmiş olamaz. Kemalizmin topluma zerkettiği Türkçülüğün tedavisi asrın imamı Bediuzzamanın eserlerindeki hakikatlerdir. Ama siz bediuzzaman o batil olan düzene ayak uydurmuş ve kemalist kanunlarca suç teşkil eden hakikatleri çıkarmış diyorsunuz. Toplumda Türkçülüğün bitmeyip gittikçe daha da tırmanışa geçmesini dahi görmüyor musunuz. Bediuzzamanın eski said dönemi eserlerinin Türkçülüğün panzehiri olduğunu görmeniz için evvela sizin Türkçülük illetinden kurtulmanız gerek.
Öncelike eser üzerinde tasarruf sahibi biz değil Üstaddır değiştirende kendisidir sanki biz değiştirmişiz gibi davranmayı bırakın.
İkincisi Türkçülük yapmak ne kadar lanet bir iş ise aynı şekilde Kürtçülük yapmakta aynı derecede lanet bir şeydir. Sende göremediğin Kürtçülük damarını bir tedavi ettir.
Üçüncüsü milyonlarca insanın imanının kurtulması mı önemli yoksa Kürtçe bir iki kelime mi önemli biz Said Nursi Kürt diye kaçan kaç kişiyi ikna edip Nur dairesine çektik. İnsafın varsa Kürdistan ifadesinin değiştirilmesinin hikmetini anlarsın.
Dördüncüsü PKK gibi bir terör örgütü gerçeği var ve Kürdistan ifadesini işgal etmişler onlara mal olmuş sen bu kelimeyi ısrarla kullanırsan onların ekmeğine yağ sürmüş olursun ve iman hizmetine büyük bir darbe indirmiş olursun. Zerre kadar Risale-i Nur muhabbeti olan birisi buna alet olmaz.