"Hakikat-i İnsan" ve "Mahiyet-i İnsan" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
Mahiyet, kelime olarak bir şeyin içyüzü, aslı, esası, bir şeyin neden ibâret olduğu, künhü, hakikati gibi birçok manalara geliyor. Bir insanın maddî ve manevî bütün ahvaline mahiyet diyebiliriz.
İnsan kendi mahiyetine ve mahiyetine yerleştirilmiş sayısız duygu ve cihazlara dikkatle baksa, bu dünya için değil, ahiret ve beka için yaratıldığını ve her bir duygunun yüzünün ahirete müteveccih olduğunu kabul eder. Ve insanın hakikatinin bundan ibaret olduğunu idrak eder.
Mesela, kalpteki aşkı beka bu dünyaya sığmıyor. Kalp ebedî yaşamak arzu ettiği halde, dünya geçici ve fanidir. Ya da kalbin o kadar çok emel ve arzuları vardır ki, bu dünyada binden birisine ulaşamıyor.
Ruh latif ve nuranî bir varlıktır, dünyevî ve cismanî kayıtlardan sıkılır ve bunalır. Beden kafesinde kayıt ve prangalar içindedir. Demek ruhun mahiyeti de bu maddÎ dünyaya sığmıyor, daha nuranî ve latif olan bir âlemi talep ediyor. Ruhun o kadar çok incelikleri var ki, hepsi dünya torbasını yırtıp başlarını çıkararak ebed ebed diye inliyorlar.
İnsan ebedî bir hayat için yaratılmıştır ve bekaya âşıktır. Hiçbir insan yoktur ki yokluğa, ademe taraf olsun.
"Evet, kim kendi uyanık vicdanını dinlerse, 'Ebed, ebed!' sesini işitecektir. Bütün kâinat o vicdana verilse, ebede karşı olan ihtiyacının yerini dolduramaz. Demek o vicdan, o ebed için mahlûktur." (29. Söz)
Ebediyeti istemek, fani olan ömür ağacımızın sonsuz meyveler vermesini arzulamak insan olmanın gereğidir.
Onuncu Söz’de denildiği gibi; “Fenadan en ziyade müteellim ve bekaya en ziyade müştak” olan insan; canlılar içerisinde, fani olduğunu bilen, ölümü düşünen ve varlığının baki olmasını arzu eden tek varlıktır. İnsanın fıtratına bu arzunun konulması, saadet-i ebediyeye delâlet eder.
Fenâ; “fâni olmak, bu dünyada geçici bir süre için kalmak” demektir. İnsan ruhunda ebediyet arzusu vardır ve insan bu hayatın fâni oluşundan elem çekmektedir. Diğer bütün canlıların ölümden haberleri yokken, insanın bundan haberdar olması onun ebede namzet olduğunun ayrı bir delilidir.
Akıl, kapasitesini bu dünyada tam olarak kullanamıyor. Demektir ki, kapasitesini tam kullanacağı başka ve daimi bir âlem var. İnsanın akli melekesini kayıtlayan ve hakikatleri görmesini engelleyen o kadar çok sebep ve onu çevreleyen karanlık perdeler var ki, akıl bu kayıt ve engellerden dolayı bazen en zahir bir hakikati bile göremeyebiliyor. Akıl da tıpkı ruh gibi, ahiret âleminde hürriyetine kavuşacaktır.
Evet, insanın duygu ve latifelerinin bu dünya için olmadıklarını gayet zahir bir şekilde anlaşılmaktadır. Anne karnındaki bir çocuğa takılan azaların, başka bir âleme yani dünyaya işaret etmesi gibi, aynı şekilde, anne karnı gibi dar ve sıkıntılı olan dünya hayatı da ebedî bir âlemine işaret ediyor.
Dünya hayatı insan mahiyetine dar gelen bir elbise hükmündedir. Bu da insanın bu dünyaya ait olmadığının en büyük ispatıdır. İnsanın talep ve arzularının bitmemesi ahirete işaret eden küçük bir levhadır. Ama insanoğlu peygamberleri dinlemeyip, kendi akıl ve hevasının peşinde gittiği için, ahirete bakan duygularını dünyanın gelip geçici işlerine sarf ediyor. Bu da o duyguları tatmin etmediği için ruhi sıkıntı ve azaplar başlıyor.
Bir şey asıl gayesinde kullanılmaz ise, ya kıymetten düşer ve sukut eder. İnsan mahiyetine takılan yüksek duygu ve cihazlar dünyanın adi ve basit meselelerine sarf olunmak ya da onları temin etmek için değil, Allah’a kul olmak ve saadet-i ebediyeyi kazanmak için verilmiştir. Dünyanın fani ve basit işleri ahiret hayatına nispetle hiç hükmündedir. Kıymetli şeyler kıymetsiz maddeleri elde etmekte kullanılmaz, kullanılırsa kıymetten düşer değersiz bir hal alır.
Bu hakikati bir misal ile akla yaklaştıralım: Milyon dolarlık çok lüks bir uçak, tavuk kümesi ya da buna benzer adi ve basit işlerde sarf edilse, hem uçağı hediye eden o cömert Zata hem de uçağın yapılış gayesine ihanet edilmiş olur. Bu da büyük cezayı ve tokadı iktiza eder.
Aynı şekilde, insanın mahiyetine takılan duygu ve cihazlar Allah’ın çok yüksek ve kıymetli hediyeleridir. Onların veriliş sebebi ve gayesi ise Allah yolunda kullanmak ve ahireti kazanmak içindir. Biz bu duyguları ve cihazları kumar, içki, zina, hırsızlık, hile gibi adi ve süfli haramlarda sarf edersek, bir nevi gübre deşiren tavuklar konumuna düşer ve hakikat-i halimizi incitmiş oluruz.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü