"Hakikat-i Mirac" ile "Hikmet-i Mirac" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
"Hakikat-i Mi'rac nedir?"
"Elcevap: Zât-ı Ahmediyenin (a.s.m.) merâtib-i kemâlâtta seyr ü sülûkünden ibarettir."(1)
Mi'racın hakikati, Peygamber Efendimiz (asm)'in bütün manevî makamlara ve mertebelere ulaşması, ulvî âlemlerde gezmesi ve görmesidir. Kemalat mertebelerini tek tek gezip görüyor ve kulluğun zirvesine ulaşıyor, bu miracın hakikati oluyor.
Mirac; “uruc aleti (yükselme aleti), asansör” demektir. Üstad Hazretleri ağacın kökünden tâ en yüksekteki yaprağa kadar suyun ulaştırılmasını anlatırken “manevî asansörler” tabirini kullanır.
Istılah manasıyla mi’rac “Resûllulah Efendimiz(asm.)'in rü’yetullaha mazhar olma yolculuğu”nun unvanıdır. Bu yolculuk iki safhada gerçekleşmiştir. Birinci safha, Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya (Beytü’l-Makdis) gelmesidir; bu yolculuğa “isra” denilir. Bu safha Burak denilen semâvî bir binekle gerçekleşmiştir.
İkinci safha ise, Mescid-i Aksa’dan manevî bir asansörle yedi kat semâyı geçmesi, daha sonra, cennet ve cehennemi görüp, sidretü’l-müntehâya ulaşması ve burada Hz. Cebrail’i de geri bırakarak Refref denilen manevî bir binekle Allah’ın huzuruna varması ve rü’yete mazhar olmasıdır.
Miraçta esas olan, Habib-i Zîşan Efendimiz. Peygamber (asm.)’in manevî terakkisidir. Allah Resûlü (asm.) yerde iken de Allah’ı “Semâvât ve arzın Rabbi” olarak biliyordu. Ama ışığın güneşle dünya arasındaki yüz elli milyon kilometreye yakın mesafeyi sekiz dakikada aldığı göz önünde bulundurarak, henüz ışığı dünyamıza ulaşmamış yıldızlar bulunduğunu düşünürsek, sema âleminin ne kadar geniş olduğunu hayal âlemimizde bir derece canlandırabiliriz. Allah Resulünün (asm.) bu muhteşem âlemi bütün tabakalarıyla geçmesinden sonra Allah’ın “semâvât ve arzın Rabbi” olduğuna dair imanında akıl almaz derecede bir inkişaf olduğu muhakkaktır. Semâ âlemine, kürsiyi, arşı, cennet ve cehennemi eklediğimizde bu yüksek makamlarda ve bu sonsuz menzillerde seyahat eden bir ruhun kazandığı marifetin ne kadar ileri bir noktaya vardığını hayal etmemiz bile mümkün değildir.
Demek oluyor ki, Cenâb-ı Hak, o en sevgili kulunu rü’yetine mazhar kılmakla şereflendirmek dilediğinde, O’nu böyle bir terakki ve tekâmül yolculuğuna çıkardı.
Mi’racda esas olan, Cenâb-ı Hakk’ı görmek için belli bir mekâna gitmek değil, bütün mekânları ve makamları geride bırakan ulvî bir mertebeye çıkarak O’nun rü’yetine mazhar olmaktır.
Dört büyük kitaptan birisinin kendisine indirildiği Hz. Musa (as.) gibi büyük bir peygamber, Allah’ı görmek dilediğinde kendisine şu vahiy gelmişti: “Sen beni göremezsin.” (A’raf, 143)
Âyette “Ben görülmem” denmeyip de “Sen beni göremezsin” buyrulmasında, “bu rüyete mazhar olacak bir başka peygamberin geleceği” müjdesi gizlidir.
Bu konuda Nur Külliyatı’nda çok önemli bir hakikate dikkat çekilir: Peygamber Efendimiz (asm.) Cenab-ı Hakk’ı, “beka âlemi”nde gördü. Hz. Musa aleyhisselam ise rüyete bu dünyada mazhar olmak istemiştir.
Beka âleminde bu en üstün şerefe, derecelerine göre, bütün müminler de mazhar olacaklardır.
"Hikmet-i Mi'rac nedir?"
"Elcevap: Şu kâinatın Hâlıkı, şu kesret tabakatında nur-u vahdetini ve tecellî-i ehadiyetini göstermek için, kesret tabakatının müntehâsından tâ mebde-i vahdete bir hayt-ı ittisal suretinde bir mi'racla, bir ferd-i mümtazı, bütün mahlûkat hesabına kendine muhatap ittihaz ederek, bütün zîşuur namına makàsıd-ı İlâhiyesini ona anlatmak ve onunla bildirmek ve onun nazarıyla âyine-i mahlûkatında cemâl-i san’atını, kemâl-i rububiyetini müşahede etmek ve ettirmektir."(2)
Hikmet; “fayda, gaye, hak ve maslahat” gibi mânâlara geliyor.
Bir atoma, bir hücreye yahut bir çekirdeğe konulan hikmetler ayrı birer ilim dalı olarak ortaya çıkmış, her birisi hakkında nice kitaplar yazılmıştır. En küçük bir varlığına bu kadar hikmetler takan Cenab-ı Hak, elbette miraç gibi en büyük bir hâdiseyi gayesiz, faydasız kılmaz, onu abesiyete kalbetmez.
Mi'racın hikmeti ise, Allah’ın, bütün isim ve sıfatlarının tecellilerini en seçkin kulunun gözü ile görmek istemesi ve ilahi maksatları o müstesna kuluna göstermek istemesidir. Allah’ın en seçkin kulu Hazreti Peygamber Efendimiz (asm)'dir. Allah mi'raçta Peygamber Efendimiz (asm)'in nazarıyla âyine-i mahlûkatında cemâl-i san’atını, kemâl-i rububiyetini müşahede etmek ve ettirmek istemiştir.
Miracın hikmeti, insan idrakinin ulaşamayacağı kadar çok yüksek ve çok derindir.
Bir şeyin var olduğunu bilmek başka, onun hakikatini idrak etmek daha başkadır. Meselâ, ruhumuzun varlığını kesin olarak biliriz ama, hakikatine ancak bazı işaretlerle, yani bedenimizde icra ettiği faaliyetlerle uzaktan bakabiliriz. Haritada bir şehrin isminin yazılması o şehrin varlığını bildirir, ama o küçük noktada ve işarette şehrin hakikatini bilmek, azametini anlamak mümkün değildir.
Üstadımız, mi’racın hikmetine dair yazdığı bu çok harika dersin, onun hakikî hikmeti yanında ancak bir işaret kadar kaldığını ifade etmekle, kalpleri o büyük mucizeye hayret etmeğe ve hayran olmaya sevk etmiş oluyor.
Dipnotlar:
(1) bk. Sözler, Otuz Birinci Söz, İkinci Esas.
(2) bk. age., Üçüncü Esas.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü