"Hem, zeminde kısa bir zamanda hadsiz vazifeler gören ve hadsiz bir zaman yaşayacak gibi istidat ve mânevî cihazât ile teçhiz edilen..." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Hem, zeminde kısa bir zamanda hadsiz vazifeler gören ve hadsiz bir zaman yaşayacak gibi istidat ve mânevî cihazât ile teçhiz edilen ve zemin mevcudâtına tasarruf eden insan için, bu tâlimgâh-ı dünyada ve bu muvakkat ordugâh-ı zeminde ve bu muvakkat meşherde, bu kadar ehemmiyet, bu hadsiz masraf, bu nihayetsiz tecelliyât-ı Rubûbiyet, bu hadsiz hitâbât-ı Sübhâniye ve bu gâyetsiz ihsanât-ı İlâhiye elbette ve herhalde, bu kısacık ve hüzünlü ömre ve bu karışık kederli hayata, bu belâlı ve fânî dünyaya sığışmaz. Belki, ancak, başka ve ebedî bir ömür ve bâkî bir dâr-ı saadet için olabildiği cihetinden, âlem-i bekâda bulunan ihsanât-ı uhreviyeye işaret, belki şehâdet eder. "(1)
Bu paragrafta insanın bütün duygu ve cihazlarının yüzünün ahirete baktığı ve o âlemden haber verdiği izah ediliyor.
Mesela kalbteki aşk-ı beka bu dünyaya sığmıyor. Kalp ebedî yaşamak arzu ettiği halde, dünya geçici ve fanidir. Ya da kalbin o kadar çok arzu ve emelleri vardır ki, bu dünyada binden birisine ulaşamıyor. Bu duyguların olup, karşılığının olmaması düşünülemez.
Allah’ın her bir ismi ayrı ayrı bir mâna ve hüküm ifade eder; beka âleminin varlığını iktiza edip isterler. Mesela; Allah insanın fıtratına ebedî yaşama arzusunu takmıştır. Beka duygusunu verip, bu duyguyu tatmin edecek ahireti icad etmemek, Allah’ın sonsuz hikmeti ile bağdaşmaz. Öyle ise Hakîm ismi ahireti iktiza ediyor. Eğer ahiret olmazsa, dünyadaki bütün hikmetler abes olur. Zira dünyadaki bütün hikmetlerin yönü ve yüzü ahiret âlemine çevrilmiştir, ona işaret etmektedir. Sonsuz hikmeti, eserleri ile sabit olan Allah’ın, ahiret yurdunu kurmayıp insanları hiçlik kuyusuna atması hikmetle bağdaşmaz. Mutlak yokluk hikmetsizliktir, Allah ise hikmetsiz iş yapmaktan mukaddes ve münezzehtir.
Allah, dünyayı âhiretin bir vitrini şeklinde tanzim etmiştir. Öyle ise, isim ve sıfatlar, bu dünya vitrininde kâfi derecede tecelli ederken, asıl yerde, yani ahirette ise, tam tecelli edecektir.
İsim ve sıfatların bu vitrinde kâfi derecede tecelli etmesi kemalsizlik değil, tam aksine intizam içinde tam kemaldir, diyebiliriz.
Sonsuz hikmeti, eserleri ile sabit olan Allah’ın, ahiret yurdunu kurmayıp, insanları yokluk ve hiçlik kuyusuna atması, Hakîm ismi ve hikmetle bağdaşmaz. Yani Hakîm ismi ve hikmet mânası ahiret yurdunun kurulmasını iktiza ediyor.
Ruh latif ve nuranî bir varlıktır, dünyevî ve maddî kayıtlardan sıkılır ve bunalır. Ama beden kafesinde kayıt ve prangalar içindedir. Demek ruhun mahiyeti de bu dünyaya sığmıyor, daha nuranî ve latif olan bir âlemi talep ediyor.
Ruh sahibi bir kuşun o güzel ve tatlı mânaları bu dünyada ifade ettikten sonra, ölüm ile yok olup hiçliğe atılması, Allah’ın sonsuz hikmetine münafidir. Öyle ise hiçbir zîruh, ölüm ile yokluğa ve hiçliğe gitmiyor, daimî saadete gidiyor.
Akıl tam kapasitesini bu dünyada kullanamıyor. Demek ki kullanacağı başka ve daimî bir âlem var. Akıl bu kayıt ve engellerden dolayı bazen en zahir bir hakikati bile göremeyebiliyor. Hâlbuki akıl mahiyet olarak onları anlamaya müsaittir, ama onu çevreleyen karanlık perdeler buna mani oluyor.
Bütün bunlar, insanın duygu ve latifelerinin bu dünya için olmadıklarını gayet zahir bir şekilde ortaya koyuyor. Anne karnındaki bir çocuğa takılan âzalar, başka bir âleme yani dünyaya nasıl işaret ediyorsa, aynı şekilde ahirete nisbetle anne karnı gibi dar ve sınırlı olan bu dünya da insanın latife ve duyguları da ebedî bir âleme işaret ediyor.
Hulasa, insanın geniş mahiyeti, harika cihazatı ve eşsiz duyguları dünyanın bu dar kalıplarına sığmıyor, daha geniş ve ebedî bir âlemi istiyor.
(1) bk. Şualar, Üçüncü Şua (Münacat).
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü