"İnsan, ebed için yaratılmıştır. Onun hakikî lezzetleri, ancak marifetullah, muhabbetullah, ilim gibi umûr-u ebediyededir." İlim burada neden zikrediliyor?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

İnsanın mahiyetindeki bütün cihazat ve latifelerin yapısı ve yüzü ahirete bakıyor ve oraya işaret ediyor.

Mesela, kalbteki aşk-ı beka bu dünyaya sığmıyor. Kalb ebedî yaşamak arzu ettiği halde dünya geçici ve fanidir. Ya da kalbin o kadar çok emel ve arzuları vardır ki, bu dünyada binden birisine ulaşamıyor. Demek kalb bu dünya için değil, ahiret için yaratılmıştır.

Ruh latif ve nuranî bir varlıktır, dünyevî ve cismanî kayıtlardan sıkılır ve bunalır. Ama beden kafesinde kayıt ve prangalar içindedir. Demek ruhun mahiyeti de bu maddî dünyaya sığmıyor, daha nuranî ve daha latif olan bir âlemi talep ediyor. Ruhun o kadar çok incelikleri var ki, hepsi dünya torbasını yırtıp başlarını çıkararak "Ebed, ebed!.." diye inliyorlar.

Bu iki misal, insanın duygu ve latifelerinin bu dünya için olmadıklarını gayet zahir bir şekilde ortaya koyuyor. Tıpkı anne karnındaki bir çocuğa takılan âzaların başka bir bir âleme işaret etmesi gibi.

Evet, nasıl anne karnındaki bebeğin âzaları dünyaya işaret ediyor ise, aynı şekilde dünya da ahiret âlemine nisbetle anne karnı gibi dar ve sınırlı olduğu için, insanın latife ve duyguları da ahiret âlemine işaret ediyor. Dünya hayatı insan mahiyetine dar gelen bir elbise hükmündedir. Bu da insanın bu dünyaya ait olmadığının en büyük ispatıdır.

Bu yüzden, insanın kalb ve ruhunu tatmin edip doyuracak şey, dünyevî meşgaleler değil, iman, marifet, ilim ve zikir gibi ebedî neticeleri olan ulvî şeylerdir...

İlim marifetin, marifet de muhabbetin sebebidir. Marifet, ilim ve tefekkür neticesinde kalbte hâsıl olan Allah’ı bilmek ve tanımak nurudur. O zaman marifete ulaşmak için ilim ve tefekkür ile meşgul olmak gerekiyor. Yani marifet kendiliğinden veya dua ile hâsıl olan bir şey değildir; kişinin gayret ve himmeti neticesinde Allah’ın bahşettiği bir nurdur.

Allah’a iman etmek, O’nun eseri, O’nun misafiri olduğunu bilmek kalbin en büyük lezzeti ve saadetidir. İman eden insan marifetullahta yani Rabbini esmâ ve sıfatlarıyla tanımakta mertebeler kat’ ettikçe ruhu manevî zevklere, lezzetlere ve sürurlara gark olur.

"Evet, bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve sâfi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır." (20. Mektub)

Marifullah denilice Allah’ı bütün esmâ ve sıfatlarıyla ve şuunatıyla tanımak hatıra gelir. Ahsen-i takvimde yaratılan insan bütün esmâya mazhar olma şerefine ermekle marifet sahasında en ileri makamlara çıkmaya namzet olmuştur. Bu ise hakiki bir saadettir; dünyanın gelip geçici saadetleriyle mukayese edilmeyecek kadar yüksektir. Bu saadet “halistir, şirindir ve safi”dir. Dünyanın hiçbir derdi ve ızdırabı o saadet güneşini perdeleyemez, gölgeleyemez ve bozamaz.

Marifetullah, ilmin işlenmiş ve hidayete çevrilmiş neticesi oluyor. Şayet her ilim sahibi marifetullah ehlinden olmuş olsa idi, nice insî ve cinnî şeytanlar Allah dostu veliler sınıfından olurlardı.

Mesela, tabiat ilimlerinde çok derine inmiş fen âlimleri, bu ilimleri ile marifet ve tefekkür kazanamadıkları gibi, bilakis tabiat bataklığına saplanıp küfür ve şirk derelerinde boğulup gitmişler. İlme “marifet” denilmemesinin en büyük sırrı ve sebebi budur diyebiliriz.

Dolayısı ile burada ilim, marifet ve muhabbet formülüne dikkat çekilmektedir.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 6.975
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

Ender56

 marifetullah, muhabbetullah ve  ilmin   umûr-u ebediyeden olması,bunların ebediyet ile isimlendirilmesi ne demek?

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Sorularla Risale
Allah'ı tanımanın ve Onu sevmenin karşılığı ebedi cennet hayatı oluyor. Yani marifetullah, muhabbetullah ve  ilim ebedi saadeti temin eden ebedi saadeti kazandıran ameller sınıfındandır. 
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yükleniyor...