"Hakikat-i Hariciye" ve "Şeriat-ı İradiye" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
"Şeriat-ı iradiye"; Allah’ın mutlak iradesi ile ayakta duran ve O’nun koyduğu sabit kalan kanun ve kaideler demektir. Her şeye nüfuz eden ilahi irade ve her şeyi yaratan İlahi kudret, her şeyin müstakil olup kanunlarla yürütüldüğü gibi vehmi safsatalara asla müsaade etmez. Kâinatta ne kadar kanun varsa hepsinin ardında İlahi irade vardır ve hepsi onunla kaimdirler. Allah'ın irade ve kudreti ise, sebeplerle muamele eder. İlahi irade kudret elini çektiğinde bu kanunlar bir saniye bile ayakta kalıp hükmünü icra edemezler. Çünkü bu kanunların ilahi iradenin dışından hareket edemezler. Yani bu kanunların harici bir kuvveti ve harici bir istiklaliyeti yoktur; tamamen ilahi iradeye tabi ve iltisaklılar.
Meselâ; suyun kaldırma kanunu arkasında ilahi irade her daim tecelli eder ve bu kanunun devamını sağlar. İlahi irade bir an elini bu kanunun arkasından çekse, suyun bu kaldırma vasfı yok olur, gemilerin hepsi batar.
Hakikat-ı hariciye ise, kanunlar gibi itibari olmayıp, hariçte bir hakikatı olan şeyler için kullanılan bir tabirdir.
"Hiç hatırına gelmesin ki, şu hilkatte câri olan nâmuslar, kanunlar, kâinatın hayattar olmasına kâfi gelir. Çünkü o cereyan eden nâmuslar, şu hükmeden kanunlar, itibârî emirlerdir, vehmî düsturlardır; ademî sayılır. Onları temsil edecek, onları gösterecek, onların dizginlerini ellerinde tutacak melâike denilen ibâdullah olmazsa, o nâmuslara, o kanunlara bir vücud taayyün edemez, bir hüviyet teşahhus edemez, bir hakikat-i hariciye olamaz. Halbuki, 'Hayat, bir hakikat-i hariciyedir; vehmî bir emir, hakikat-i hariciyeyi yüklenemez."(1)
Hayatın haricî bir hakikati vardır; vehim ve hayal değildir. Ancak, Muhyi isminin tecellisiyle kendini gösteren bu büyük mucizeyi, şu görünen âlemdeki hayatsız eşya ile izah edemeyeceğimiz gibi, bu eşyanın sevk ve idaresinde vazife yapan şuursuz kanunlarla da izah edemeyiz. Bütün kanunlar vehmî emirlerdir, hayatın yaratılmasında hiçbir tesirleri ve vazifeleri yoktur.
Hayat, sebepler araya girmeksizin yoktan ve doğrudan yaratılmıştır. Hayat sahiplerinin bedenleri ve maddeleri ise, sebepler eliyle yaratılırlar.
Kâinattaki kanunların hariçte vücutları yoktur. Mesela "Gezegenler arası cazibe kanunu"nu ele alalım. Bu kanun gezegenlerin şu mevcut şekli ve hareketinden meydana gelir. Hayalen bütün gezegenleri bir araya getirsek artık böyle bir kanundan söz edemeyiz. Demek ki böyle kanunlar nisbî ve itibarîdir. Ama hayat dediğimizde onun sabit bir varlığı vardır.
Demek ki kâinattaki kanunlar ve namuslar vehmî ve itibarî emirlerdir, işlerdir. Kâinattaki hayatı tanzim eden, sebepler noktasında melaike denilen ibadullahtır. Eğer bunlara müekkel olan melaikeler olmazsa, bu kanunlar yanlız başlarına iş yapamaz. Çünkü Cenab-ı Hakk'ın emriyle kâinatın her tarafında vazifeli olan melaikeler, maddî bir ağacın yapmış olduğu manevî ibadeti Cenab-ı Hakk'a arz ettiği gibi, kâinatta münteşir olan kanunların varlığı da melaikelerin varlığıyla sabit olur.
Kâinatta işleyen kanunlar, itibarî emirlerdir, vehmî düsturlardır. Yani, haricî bir varlıkları, cismanî bir vücutları yoktur. Nasıl dünyanın ortasından geçen ekvator çizgisini zihnen varsayarız, ama hariçte öyle bir çizgi ve varlık yoktur. Aynen bunun gibi, suyun kaldırma kuvveti, yerin çekim kuvveti dediğimiz kanunların da hariçte cismanî olarak bir vücutları yoktur.
İşte, haricî bir vücut ve varlığı olan hayatı, böyle vehmî ve farazî olan kanunlara irca etmek, ona bina etmek mümkün değildir.
Bu ifadeler, hayat gibi mükemmel bir hakikati, kâinattaki vehmî ve haricî vücutları olmayan kanunların bir araya gelmesi ile izah eden maddeci felsefeye bir cevaptır. Hayatı, ancak sonsuz ilim, irade ve kudret sahibi bir Rububiyet yüklenebilir ve onun işi olabilir.
1) bk. Sözler, Yirmi Dokuzuncu Söz, Birinci Maksat.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü