"Hukuk-u ibad, hukukullah hükmüne geçemiyor ki hak olabilsin. Belki nefsanî haksızlıklara vesile olur." Ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
"İslâmiyetin ikinci bir kanun-u esasîsi: Şu hadîs-i şeriftir: سَيِّدُ الْقَوْمِ خَادِمُهُمْ hakikatiyle, memuriyet bir hizmetkârlıktır; bir hâkimiyet ve benlik için tahakküm âleti değil... Bu zamanda terbiye-i İslâmiyenin noksaniyetiyle ve ubudiyetin zafiyetiyle benlik, enaniyet kuvvet bulmuş. Memuriyeti hizmetkârlıktan çıkarıp bir hâkimiyet ve müstebidâne bir mertebe tarzına getirdiğinden, abdestsiz, kıblesiz namaz kılmak gibi, adalet, adalet olmaz, esasiyle de bozulur. Ve hukuk-u ibad da zîr ü zeber olur. Hukuk-u ibad, hukukullah hükmüne geçmiyor ki hak olabilsin. Belki nefsanî haksızlıklara vesile olur."(1)
İnsanlar, çevresinden ve örfünden sıyrılmış bir şekilde ve şehvet ve öfke gibi sınır tanımayan hislerinden azade olarak, herkesin hakkını muhafaza edecek adil ve hakkaniyetli bir hukuk nizamı teşkil edemez. İnsanların yapmış oldukları hukuk sistemi, Allah’ın koyduğu hukuk sistemi ile mukayese edilemez, onun yerini tutamaz. İnsanların hukuku, Allah’ın adaletinin yerine geçemez ki, hak ve doğru olsun. Üstad'ın “Hukuk-u ibad, hukukullah hükmüne geçmiyor ki hak olabilsin” sözleri bu manaya işaret ediyor.
Hakiki ve adil bir hukuk; ancak insanların içinde bulunduğu kayıtlardan azade ve mukaddes olan Allah tarafından ihdas edilebilir.
Allah yarattığı hiç bir mahlûku başıboş bırakmamıştır. Karıncayı emirsiz, arıları ya’subsuz (arı beyi) bırakmayan Cenab-ı Hak, insanları nebisiz, mürşidsiz ve şeriatsız bırakmaz. Çünkü kâinatın nizam ve intizamının sırrı; insanların da, bu nizama ve intizama uymakla muvazeneyi muhafaza etmelerini icab ettirir.
Hukukullah her yerde kendini göstermektedir. Mesela kâinatta Hukukullah manasında cereyan eden adalet sayesinde, küçük büyükle, zerre küre ile sinekler simurga kuşlarıyla beraber kardeşçe yaşamaktadırlar. Bu sayede kâinatın nizam ve intizamı harika bir şekilde muhafaza edilmektedir.
Beşerde ise; Hukukullah manasında Allah’ın şeriatlarla gönderdiği ilahi adalet kanunları tatbik edilirse; insanlar da, kâinattaki diğer unsurlar gibi nizama girerler, aralarında dengeleri muhafaza eder ve kardeşçe yaşayabilirler. Asr-ı saadet bunun en güzel bir misalidir.
İnsanlar mizaç itibariyle ayrı ayrı vasıflarda ve istidatlarda yaratılmışlardır. Ayrı fıtratta olan milyarlarca insanın, aynı dünyada, aynı imkânlardan istifade edip yaşamaları için adalete muhtaçtırlar. Bu adalet ancak insanları yaratan, küllî irade ve ilim sahibi olan Allah tarafından konulmalı ki, herkes haddini bilsin, huzurlu bir hayat yaşasınlar. İşte biz bu kanunlar ve müeyyidelere şeriat ve "Hukukullah" diyoruz.
Allah’ın bütün mahlûkata tayin ve tesbit ettiği haklar ve adaletler "Hukukullah" olarak bilinir ve tatbik edilir. Çünkü müeyyideler ve haklar Allah tarafından konulursa, hikmet, maslahat ve adalet olur. Ayrıca tesiri de en yüksek seviyede ve azim olur. Ayrıca bu hukuka muhalefet edip isyan edenlerin cezalandırılması da hak ve adalet olur. Zira; “Şeriatın kestiği parmak acımaz” ifadesi mezkur hakikate binaen darb-ı mesel hükmüne geçmiştir. "Hukuku ibad"ın hakları ve hukukları da Allah tarafından tayin ve tespit edilmiştir. Hatta hayvanata, nebatata ve çevreye muamelatın nasıl olacağı dinin kaideleri içerisinde mevcuttur.
Şimdi maalesef toplumlar, beşerî sistemlere göre idare ediliyorlar. Bütün müeyyideler, haklar, hukuklar ve adalet; şahısların ve beşerî sistemlerin tesiri ve tahakkümü altındadır. Yaratılanların hukuku, yine yaratılanlar tarafından tayin ve tarif edilmektedir.
Herkes her şeyi hakkıyla bilemeyeceğinden; İslamiyet'ten ve hukukullahtan sapmalar, maalesef bu gün dünyayı ve hayatı yaşanmaz hale getirmiştir. Hukukta ise; müeyyidelerin ve kanunların müessiriyeti kalkmış, uygulamalar da zulümler, tahakkümler ve menfaatler işin içine girmiştir.
Bu sebeple de bütün bu uygulamalar, hukukullahın tarifi ve tayini ile olmadığı için; tatbikat hak ve hukuk değil, zulüm ve adaletsizliktir. İşte muazzez Üstadımız kullar ve insanlar arasındaki bu uygulamaların Hukukullah ile bir alakası olmadığından; “Abdestsiz ve kıblesiz namaz kılmak gibidir” ifadesiyle esasta hak ve adaletin olmadığını ifade etmektedir. Emirdağ'daki sualin mevzuunda Üstadımız o zamanda; ırkçılığa bina edilen ve mütehakkim, zalim memurların insafına bırakılan adalet sisteminin, çarpıklığından ve tehlikesinden bahsediyor.
Hukukullah manasında olsa; idareciler ve memurlar milletin hizmetkârları ve Allah’ın emirlerinin memurları olacağını ifade ediyor. Allah namına olan her şeyin adaletli, hikmetli, maslahatlı, müessir ve ibadet olacağını nazara veriyor.
Netice itibariyle; bu ifadelerde idarenin ve adaletin semavî veya beşerî olmasının izahı yapılıyor, fayda ve mahsurları anlatılıyor.
(1) bk. Emirdağ Lâhikası-II, 102. Mektup.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü